Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Maduro ve Trump Amerika’sı arasında yaşanan süreç yerliliğin ve milliliğin yeni ölçütlerinden biri haline geldi. “Antiemperyalist isen Maduro’yu seveceksin, sev!” diye emredenleri mi ararsınız, adam Diriliş Ertuğrul izliyor diye Maduro’ya aşık olanları mı, yoksa sosyalist olduğu ve gönlü oralarda olduğu halde sırf Erdoğan Maduro’ya destek çıktı diye kırk yıllık solculuğunu paketleyip Maduro muhaliflerini “Gezicilere” benzeterek yol bulmaya çalışanları mı dersiniz, hemen hepsi var.

        Bana gelince, gönlüm ne Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’dan ne de Libya’nın Hafter’i neyse tıpkısının aynısı olan “proje” muhalif Juan Guaido'dan yana.

        Neden?

        Çünkü ilki hem beceriksiz hem diktatör. Halkı açlıktan sürünürken Nusret’in etten lokumları ve pahalı purolarıyla poz vermekten çekinmeyen kaba saba bir herif.

        Ama ikincisinin şirin yüzüne kanmak için de epey şekilci ve naif olmak lazım.

        Eğri oturalım, doğru konuşalım

        Maduro demokrasinin yanından geçmemiş olabilir ama onun tam karşısında olan ve muhalefetin yeni yüzü olarak öne sürülen Guaido’nun arkasındaki kitle de demokrat filan değil. Ülkeyi iyi takip edenler “Demokrasi istiyoruz” talebiyle tanımlanan o “muhalefet”i şöyle tarif ediyor: Çok ağır fakirlik koşullarında yaşayan çoğunluğa petrol gelirlerinden pay aktarılmasına tahammül edemeyen zenginler, Venezuela’ya 2. Dünya Savaşı sırasında göç etmiş ve her zaman sadece kendi ayrıcalıklarının peşinde koşmuş beyaz Avrupalılar ve onlara özenen lümpenler.

        Nicolas Maduro
        Nicolas Maduro

        ABD’NİN LATİN AMERİKA SİCİLİ

        “Maduro’ başkanlık seçimlerini kazandı ama %25 katılımla yapılan bir seçimdi, sayılmaz” diyen bile var. Hayır, son başkanlık seçiminde katılım oranı Venezuela için hiç de az sayılamayacak bir oran olan %46’ydı. ABD’de 2014 yılında yapılan seçimlere katılım oranının da sadece %36 olduğunu ve kimsenin bu orana bakarak o yılın seçim sonuçlarını gayri meşru ilan etmeye kalkmadığını hatırlarsak bu argümanın hafifliğini de anlamış oluruz. Maduro başkanlık seçimini de, 2025’e kadar başkanlık yapma yetkisini de kazanmış durumda.

        Dahası ve en fenası zaten, ABD’nin Latin Amerika ülkelerindeki sicili.

        ABD’nin Nikragua’da, San Salvador’da, Guatemala’da kirli operasyonlar yürüttüğünü, Honduras’la uğraştığını bilmeyen yok. Brezilya’da olanlar daha çok yeni: Dilma Rousseff’in ipe sapa gelmez nedenlerle başkanlıktan azledilmesinin ardından başlayan ABD destekli darbe süreci, 2018 sonbaharında yapılacak başkanlık seçimlerinin en büyük favorisi olan eski Devlet Başkanı Lula’nın cezaevine gönderilmesiyle son buldu. ABD, Venezuela’da 2002’de açıkça Chavez’e darbe yapmaya çalıştı, Chavez’in olanakları Maduro döneminde kuruyunca, ülkenin bütün üretimi petrole indirgendiği için ve petrol fiyatları düşüp de para olağanüstü değersizleşip halk fakirliğe sürüklendiği için, şimdi yeniden başka şekilde deniyor.

        Nasıl ki, Berzilya’da, Dilma Rousseff devrildikten sonra piyasanın talepleri için her tür baskıcılığı meşru gören bir yönetim uygun gördü ABD, şimdi aynısını Venezuela’da da istiyor.

        VENEZUELA İÇİN ATANAN TEMSİLCİ, İRAN-KONTRA SKANDALININ AKTÖRÜ

        Meselenin demokrasiyle bir ilgisi olduğunu düşünenler, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun kimi Venezuela özel temsilcisi olarak atadığına bakabilirler: Elliot Abrams. Unutanlar için İran-kontra skandalı diyelim, hafızalar şenlensin.

        Elliot Abrams, şanı arşa dayanmış bir neo-con.

        Ronald Reagan başkanlığındaki İran-kontra dosyasına, Nikaragua, El Salvador, Guatemala’ya karşı savaşın örgütleyicilerinden biri olarak dahil oldu. Reagan döneminde ABD’nin İran’a kongrenin bilgisi dışında silah satıp, geliriyle Latin Amerika’da kontraların kitle katliamlarıyla yürüttüğü operasyonları finanse ettiği gerçeği ortaya çıktığında hadise İran kontra skandalı olarak tanımlandı. Elliot Abrams işte bu skandala referans teşkil eden olayları yürüten adam. Bu yüzden yargılandı. Bush tarafından affedilmeseydi bilinen anlamda “suçlu” olarak hayatına devam edecekti. Şimdi Trump’ın Venezuela’ya demokrasi getirmeyi sağlamak için atanan Venezuela temsilcisi.

        Sözün özü, kendisini geçici devlet başkanı ilan eden Guadio’nun ABD destekli muhalefeti, Latin Amerika tarihinin perspektifinden bakıldığında hiç masum değil, hatta fazlasıyla kirli ve yolsuz bile denilebilir.

        Gelgelelim, Maduro ile ilgili gerçekler de alabildiğine tatsız.

        Juan Guaido, eşi Fabiana Rosales ve 20 aylık kızı Miranda.
        Juan Guaido, eşi Fabiana Rosales ve 20 aylık kızı Miranda.

        MADURO SÜTTEN ÇIKMIŞ AK KAŞIK MI?

        Hayır.

        Misal, Maduro’nun muhalefetin çoğunluğu ele geçirdiği Ulusal Meclisi yok saydığı doğru.

        2015 tarihinde yapılan Ulusal Meclis seçimlerinde muhalefet ittifakı ‘MUD’ 167 vekilliğin 112’sini, yani meclisin çoğunluğunu elde etti. 17 yıl aradan sonra Ulusal meclis çoğunluğunu ele geçiren muhalefet şirazeyi kaydırıp Maduro’nun istifası için uğraşınca siyasi kriz oluştu. Maduro ise, aynı dönem muhalefetin vekil satın aldığı yolundaki verilerin üzerine gitmek ya da kendisini şaibeli göstermek isteyenlere karşı bir referandum düzenlemek gibi imkanları/teamülleri -Chavez sık sık referandum yapardı- kullanmak yerine, kurucu meclis inşasına girişip ulusal meclisi bypass etti. Hatta daha ilerisi: Venezuela yüksek mahkemesi 2017 yılında parlamentonun tüm yetkilerini aldı.

        Dahası da var: Muhalif partiler, Maduro’nun zafer kazandığı 20 Mayıs devlet başkanlığı seçimlerini boykot ettikleri için yasaklandılar. Aralık ayındaki yerel seçimlere giremediler. Ülkede 20,7 milyon kayıtlı seçmen olmasına rağmen, bunların yalnızca 5.6 milyonu 9 Aralık 2018 yerel seçimde oy kullanabildi.

        Kendi partisi azınlık durumuna geçince meclisi hükümsüz ilan eden, seçimi boykot ettiler diye muhalif partilerin yerel seçimlere girmesine izin vermeyen, bir adam var ortada. Seçtiği yolların antiemperyalist duruşuna katkı yaptığı da söylenemez. “Emperyalistler”e, ABD hem pası muhalefete büyük bir koz verdiğine ise şüphe yok. Günün sonunda bir veriye göre 2.5, bir başkasına göre 4 milyon Venezuelalının otoriter yönetim ve ekonomik olumsuzluklar yüzünden hayatını riske atma pahasına ülkesini terk etmesine neden olmuş bir devlet başkanından söz ediyoruz.

        Peki ülkenin başına gelenlerin nedeni Maduro’nun komünist olması mıydı? Aslında komünist filan da değildi Maduro. Kendisine “komünist sosyalist vb” diyenleri “kirli bir kampanya yürütmekle” suçladığı biliniyor. Ülkeye çöreklenmiş oligarşik yapılanmaları karşısına almadan, üretim ilişkilerinde esaslı bir dönüşüm gerçekleştirmeden devlet bankalarının özel sektöre kredi pompalamasını sağlamaya devam ederek ve sadece petrol gelirlerinden halkın faydalanmasını sağlamayı yeterli bulan ve bunun edebiyatıyla kendisine kitle imal eden bir yolu vardı. Liyakate dikkat etmeden yaptığı atamalar sonucunda ülkesine gelen Çin ve Rusya’nın yatırımları bile doğru dürüst işletilemedi.

        Venezuela’nın içinden geçmekte olduğu zorlukların darbeye mazeret edilmesine yönelen tepkiler elbette haklı. Maduro’ya gelen destek mesajlarının bolluğu ve içtenliği ABD hegemonyasının moral üstünlüğü yitirdiğini, minareyi çalarken diktiği kılıflara eskisi kadar iyi patiska bulamadığını, kamuoyu oluşturmayı önemsemeyen Trump eliyle bütün pespayeliklerinin kıyıya vurduğunu gösteriyor. Eskiden olduğu gibi yaptığı her leşliğin üzerine tatlı bir fiyonk konduramıyor ABD. Bu iyi.

        Ama sırf ABD karşıtı ve Diriliş Ertuğrul izliyor diye Maduro ve Erdoğan arasında, Venezuela ve Türkiye arasında özdeşlikler/benzerlikler kurmak, hatta iktidara yakın Yeni Akit Tv’de açıkça dendiği gibi “Maduro giderse Erdoğan’ı da paketlerler” gibi cümlelerle konsept tehditler oluşturmak son derece yanlış.

        1) Türkiye Venezuela değil, hiç sömürge olmadı. Ekonomisi tek bir üretim kalemine indirgenmiş değil; sandık sonuçlarını beğenmeyen liderlerin parlamentoyu görevden aldığı bir ülke değil.

        2) Erdoğan’ı Maduro’ya benzetmek, Erdoğan’a büyük hakaret.

        3) Türk halkı Venezuela’nın çoğunluğunu oluşturan fakir sınıfının fakirlik düzeyini hayal bile edemez.

        4) Türkiye muhalefeti de, açıkça ABD tarafından desteklenen bir darbe girişimine böyle davulla zurnayla destek verecek, işgal gücüne gel gel yapacak bir muhalefet değil. O kadar da değil.

        Özetle bu alegori baştan aşağı yanlış.

        Asıl yanlış olan ise ABD emperyalizmine karşı olma dürtümüzün kendi geçmişimizi ve ülke olarak aştığımız mesafeleri, ideal ölçüleri unutmamıza, nerede ne kadar otoriter lider, totaliter yönetim varsa hepsiyle aynı dalga boyuna girme hevesine yol açması. ABD’yi sevmiyoruz diye Çin’in Uygur Türklerine yaptığı zulme ses etmiyoruz misal. ABD demokrasisine uyuz oluyoruz diye KGB emeklisi Putin ‘kral adam’ oluyor. Şimdi de “Antiemperyalist olmak Maduro’yu sevmeyi, olmadı mazur görmeyi gerektirir” zorlaması çıktı.

        Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama ben bunun pozisyon ve ittifak arayışının yol açtığı geçici bir “ayarsızlık” hali olmasını temenni ediyorum. Zira, antiemperyalist olmak ayrı şey, ülkelerin rejimlerine ve yöneticilerine “emperyalizme direnme” adı altında her türlü baskıcılığı ya da beceriksizliği sergileme hakkı tanımak ayrı şey. İlkine evet, ikincisine hayır.

        Diğer Yazılar