Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Eskiden CHP’de siyaset yapmış, önemli bir isim, şaşkınlıktan iyice açılmış gözlerime bakarak tekrarladı. “Evet, evet, hiç şaşırmayın, Kılıçdaroğlu kripto AK Partilidir” dedi ve sözlerine devam etti: “Ensar Vakfı olayı patlar, Kılıçdaroğlu bu olay üzerinden adamakıllı bir politika izleyeceğine kalkar AK Parti’nin dini bütün muhafazakar kadın Aile Bakanı’na “Zarrab’ın önüne yattınız” gibi edebe erkana sığmaz bir laf eder ve doğal olarak altında kalır, CHP’yi rezil eder. Sonra Newyork’ta Zarrab yargılanır, bizimki bunu kullanacağına kalkar Man Adası diye bir şey yumurtlar, kürsüden hiçbir anlama gelmeyen banka dekontlarını sallar, akabinde doğal olarak rezil olur. Neden? Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu projedir. Amacı CHP’yi iktidar yapmak değil Erdoğan’ın iktidarını sağlama almak, sürdürmektir. Bu kadar hata bu kadar ısrarla sürdürülüyorsa orada bir bilinç vardır.”

        CHP’nin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun başarılı bir muhalefet yaptığını düşünenlerden değilim. CHP’nin içinde Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi “yol geçen hanı” haline getirdiğini düşünen ve eleştirenler olduğunu da biliyorum. Ama ismini açıklayamayacağım sözün sahibini dinlerken “Yok artık” demeden edemedim.

        HEMEN HER ŞEYLE AYNI ANDA SUÇLANAN TEK SİYASETÇİ

        İşe bakın…

        Kılıçdaroğlu olmak sahiden zor.

        Zira kendisi, an itibariyle hemen her şeyle suçlanan tek siyasetçi.

        Cumhur İttifakı ve takipçileri tarafından hem 17-25 Aralık sürecindeki yolsuzluk iddialarını FETÖ’nün kayıtlarına dayandırarak seslendirdiği için hem de 15 Temmuz’a kontrollü darbe dediği için FETÖ’cü olmakla itham ediliyor.

        Daha milliyetçi eğilimi olan AK Partili, MHP’li, İYİ Partili kesimler HDP’ye yakın bazı profilleri partiye kattığı için PKK’ya muhabbet duymakla suçluyorlar Kılıçdaroğlu’nu.

        HDP’liler ise her ne kadar yerel seçimde “anti-Erdoğancılık gereği CHP’yi destekleyeceklerse de, o meşhur milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırma oylamasında hükümetin yanında yer aldığı için asla affetmiyorlar Kılıçdaroğlu’nu.

        Ulusalcı İslamofobikler, Mehmet Bekaroğlu gibi isimleri partiye kattığı için, vaktiyle Ekmeleddin İhsanoğlu formülüne “he” dediği için Kılıçdaroğlu’nu “gericiliğe” prim vermekle itham etmekteler öteden beri. Haa bu arada, onlara göre İlhan Kesici bile gerici. CHP içinde Kılıçdaroğlu’nu CHP’yi “yol geçen hanı” yapmakla suçlayanlar ağırlıklı olarak İslamcı kesimden gelenleri, Kürtleri ve liberalleri kastediyorlar.

        Şimdi bunlara bir de yeni bir kalem eklendi: “Kılıçdaroğlu’nun yaptığı muhalefet Erdoğan’a yaramaktadır, dolayısıyla Kılıçdaroğlu kripto AK Partilidir” teorisi.

        “CHP bunalımda” dediğimiz zaman kızanlar bu son iddiaya iyi baksın. Çünkü bu komplo teorisi, olsa olsa bir bunalımın, depresyonun tezahürüdür.

        GENEL BAŞKANIN DEĞİŞMESİ YETİYOR MU?

        Kılıçdaroğlu başarısız olabilir. Ama CHP’nin depresyonundaki tek etken Kılıçdaroğlu değil. Sosyoloji bilmeyen, siyaset bilmeyen, ülkesini insanını hiç tanımayan ve sırf “parti ideolojisini ve kimliğini” temsil ediyor diye gür sesle konuşma, ortamı ve tabanı domine etme imkanı bulmuş olan muhalefet kodamanları alanı tahkim ettiği sürece CHP’nin başına kim gelirse gelsin oyları artmayacaktır.

        Çünkü CHP’nin en büyük düşmanı CHP’lilerin önce şu çok basit tercihi yapması gerekiyor.

        İdeolojini ve kimliğini mi korumak istiyorsun, iktidara mı gelmek istiyorsun?

        İdeolojimi ve onun bir alt segmenti olan kimliğimi her şeyin üzerinde tutarım diyorsanız, “CHP hemen acilen özüne dönmelidir” diyorsanız, isterseniz ağzınızla kuş tutun, sahil partisi olmakla yetinmek durumundasınız demektir. Siyasal iktidar olunamasa da, askeri vesayet eli ve “balans ayarı” destekleriyle sürdürülen “devlet iktidarı” dönemi geride kaldığına göre, CHP’nin CHP ideolojisinde ısrar etmesiyle varacağı yer, %25 bandıyla yetinme yeridir.

        Yok eğer iktidar olacağız, biz buna layığız diyorsanız, halk neden oy vermiyor, “Neden bize güvenmiyor?” sorusundan başlayarak, CHP’yi hem rejimin kurucu ideolojisinin taşıyıcısı yapan hem de siyasal denklem içerisinde %25 oy bandına mahkum eden durumu dürüstçe analiz etmeniz gerekiyor.

        Zira halk Atatürk’ü, Cumhuriyet’i, hatta zaman içinde devrimleri bile benimsemiş olmasına rağmen, Atatürkçülük, cumhuriyetçilik, devrimcilik yaparak “kurtuluş” vadeden ideolojiye güvenmiyor.

        Yeni de değil, taa başından beri, tercihini bu ideolojinin taşıyıcısı olan partiyi tek başına iktidar yapacak şekilde kullanmıyor. Vakıa bu.

        Demek ki, CHP’nin iktidar olması demek, CHP’nin CHP olmaktan vazgeçmesi ya da en azından CHP’liliğini seyreltmesi demek.

        Kılıçdaroğlu bunu anlamıştı.

        KILIÇDAROĞLU’NUN DOĞRU ANLADIĞI YANLIŞ YÜRÜTTÜĞÜ ŞEY

        AK Parti’yi güçlendiren demokrasi rüzgarlarının estiği dönemde, CHP’ye yapılan “Yeni bir CHP lazım” baskısı sonuç doğurmuş, CHP Kılıçdaroğlu eliyle dönüşmeye, hem de “AB’ye karşıyız”, “Çankaya’da başörtüsü istemiyoruz” pankartlarının açıldığı cumhuriyet mitinglerinin ahalisini dönüştürmeye başlamıştı.

        Kürtlerle diyalog ve temas, başörtüsü önündeki yasakların kalkmasına inanç ve düşünce özgürlüğü lehine tolerans geliştirme, askeri vesayete karşı mesafe alma “Yeni CHP” olarak tanımlanan kadroların ısınma turlarıydı.

        Isınma turu, çünkü “Yeni CHP”, hiçbir zaman bagajıyla açıktan yüzleşmeyi, özeleştiri vermeyi denemedi. Lisan-ı hal ile, “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla”larla, üç beş jest ile ve el yordamıyla tamamen “yeni” de olunmuyordu. Nitekim, Gezi, 17-25 Aralık, Suriye iç savaşı düzleminde gelişen olaylar yeni CHP’nin de, tabanının da demokratik bir rejimin olmazsa olmazı olan sandığa, halk iradesine saygı bahsinde; “eski” reflekslerden pek arınamadığını gösterdi.

        Hem bölgesel hem küresel çapta esen rüzgarları doğru okuyamayan, çoğulculuğu eklektik olmak, özgürlükçülüğü kimliksiz olmak ile karıştıran bir anlayışla CHP, her zamanki gibi milletin ihtiyaçları ve hassasiyetleri hangi yönü gösteriyorsa tam aksi istikamete yönelme hatası yaptı.

        BİR CHP KLASİĞİ OLARAK “ZAMANIN RUHUNA GECİKME” SORUNSALI

        AB’ye girme motivasyonunun yükseldiği, demokratikleşme ivmesinin arttığı dönemde ulusalcılık yaparak ülkenin gerisinde kalmıştı. 2013 yılını takip eden ve 15 Temmuz 2016’da darbe girişimiyle sonuçlanan sarsıntılı zaman zarfında ise iç ve dış müdahalelerin pekiştirdiği; öne çıkardığı “milli” hisleri kavrayamadı. Dolayısıyla, gerçekleştirmeye çalıştığı dönüşümle murat ettiği kitleselleşme amacına ulaşamadı.

        Bir kez daha, zamanın gerisinde, berisinde, ötesinde kaldı.

        Ama daha önemlisi, en büyük hatayı, “maksimalist Erdoğan karşıtlığı politikası” yürüterek yaptı CHP.

        Erdoğan’ın her şeyine ama her şeyine kulp takmayı, çamur atmayı ontolojik bütünlüğünün bir parçası haline getirdiği için, halk Erdoğan’a “şakacıktan” değil, “hakiki” olarak karşı koyduğu ve bunu somut gerekçelerle anlatabileceği noktalarda bile dönüp kulak vermedi CHP’ye. Dahası, bu tercih özellikle Gezi eylemleri sürecinde karşı tepki olarak baş edilemeyecek kadar kalabalık bir kitlenin benimsediği “Erdoğanizm”i doğurdu.

        Sözün özü, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi çoğulcu, özgürlükçü bir parti haline getirme çabaları başlangıçta hem doğruydu hem de hatırlayalım, ülkenin neredeyse bütün demokratlarının istediği, teşvik ettiği bir yöndü. Gelgelelim, flexible olmayan, esnemeyen, kodları kendisini ülkenin tümünden üstün görme alışkanlığına ayarlanmış, kalbi halkla beraber atmayan bir parti için zor bir hedefti bu. Zamanlama hataları ve zamanın ruhuna adapte olamama sorunsalı ile yanlış politikalar bir araya gelince iyi niyetle çıkılan yol dramatik bir başarısızlık hikâyesine dönüştü.

        YA BÜYÜYECEK YA KÜÇÜLECEK

        Mevcut haliyle CHP öylesine hazin bir kakofoni içinde ki, bu hali ittifak içinde olduğu diğer partileri de kavrayıp kucaklayacak bir çatı oluşturmasına, farklı kimlikleri bir “üst değer” altında buluşturmasına engel.

        Oysa gidişatın kaderi de belli.

        CHP ya büyüyecek ya küçülecek, hatta yok olacak.

        Uğur Gürel
        Uğur Gürel

        Bakın DSP’ye kaçan bir iki CHP’li nasıl da suyu ısındırdı; DSP Genel Başkan Yardımcısı Uğur Gürel “Bizim çizgimiz bellidir.(…) Çok net kırmızı çizgilerimiz var. Mesela Ecevit’e ve Atatürk’e laf edenleri partimize kabul etmeyiz. Biz birçok kişiyi bu süreçte reddettik. Şu kadarını söyleyeyim: DSP’ye geçenlerin sayısı geçmek isteyenlerin yarısından az”* gibi cümleler kuruyor, sınır çiziyor; kerameti kendinden menkul bir özgüvene gark olmuş durumda. “CHP’nin kapatılması ve tasfiye edilmesi gerekiyor!” sözü de ona ait.

        “Neden iktidara gelemiyoruz? Erdoğan nasıl oluyor da bizi sürekli yeniyor?” sorusuna makul bir cevap üretemeyen CHP’liler, bunalıma girmek, birbirini çekiştirmek ve depresif komplo teorileri üretmek yerine sosyolojiyle barışık, samimi, rasyonel; demokratik siyasete olduğu kadar reel siyasete de hakim, milli ve sahici reçeteler üreten politikalar geliştirmeye ve iç disiplinini sağlamaya odaklansa herkes için daha iyi olacak gibi. Zira bu sayede AK Parti kendisini sahiden denetleyen bir muhalefet olduğunun bilinciyle daha sorumlu hareket eder, muhalefetsiz kalmak hiçbir iktidara iyi gelmez. Öte yandan CHP’nin bir gün, tarihte hiç olmadığı şekilde, seçim kazanarak tek başına iktidar olma şansını yakalamasının yolu da budur. Aksi takdirde tasfiye için sıraya girmiş olanların elinden kurtulamaz.

        *Bkz. “Muharrem İnce DSP’nin başına mı geçecek?” Nagehan Alçı ( 20.02.2019)

        Diğer Yazılar