Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tüm zamanların en güzel fantastik edebiyat eserlerinden olan “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinin yazarı Tolkien’i, kitabını bastığı günlerde eleştiri yağmuruna tutarlar. Derler ki, dünya iki büyük savaş atlatmış sen ise oturmuş fantastik roman yazıyorsun, kaçış edebiyatı yapıyorsun.

        Tolkien’in cevabı efsanedir. O sırada önce gözlük camlarını sildiğini purosundan bir nefes alıp gülümsediğini hayal etmişimdir hep.

        “Kaçış fikrinden en çok kim rahatsız olur?” diye sorar önce.

        Sonra yapıştırır yanıtı: “Tabii ki gardiyanlar.”

        Uzatmayacağım, konumuz Türkiye.

        Türkiye bir gardiyan enflasyonu yaşıyor.

        Sırtını iktidara yaslayan propagandistlerin sesi seçilmiş vekillerden çok çıkıyor. Gardiyanların detone sesleri kendi çıkarından başka her şeyi düşünenlerin, iktidar ve muhalefet cenahının makul efendi iyi insanlarının kısık seslerini bastırıyor. Seçim kanunlarını bastırıyor. Hukuku bastırıyor. Merhameti bastırıyor.

        AK Parti çevresine dün yaklaşmış olanlar, çocuğunun adını Deniz Baykal hayranlığından mütevellit Deniz koymuş olanlar bile misal, AK Parti’yi vesayetlerin boyunduruğundan kurtarmak için varını yoğunu seferber etmiş olanlara hesap sormaya, vatanseverlik taslamaya, itham ve çamur atma densizliğine soyunabiliyorlar. Bu ve benzerleri halkın reyini alarak Meclis’e girmiş ve AK Parti’nin dünya sathındaki meşruiyetini korumak için çalışan Mustafa Yeneroğlu gibi vekillere bile saldırıp had bildirmeye kalkıyorlar.

        AK Parti’yi gücü tamamen ele geçirdiği zamanda değil, zor zamanda savunmuş, AK Parti’nin içinden çıktığı değerler tüm topluma dayatılmış iken değil, o değerleri dışlayanların güçlü olduğu zamanlarda/mecralarda yüklenip taşımış kişileri acımasızlıkla itham ve infaz edebiliyorlar. Erdoğan’ı, ülkeyi, devleti ve devletin kaynaklarını da kendilerine özgüleme (tercümesi: kapasiteleri yettiği kadar sömürme) derdinden bitap düşmüş halde, zeka seviyesi düşmüş, telaşlı bir çocuksuluk içinde “normalleşmeyi”, “iyileşmeyi”, “ıslahı” geciktiren ya da engelleyecek olan ne varsa ona yatırım yapıyorlar. Önce havayı enfekte ediyorlar, sonra enfeksiyona yakalanmış insanlara ihtiyaçlarını temin edermiş gibi yapıp aynı toksik gazları veriyor, havayı yeniden enfekte ediyorlar. Başlatıp devam ettikleri kısır döngünün yarattığı türbülansı, o türbülansta yükselen galeyanı da “halkın talebi”, “milletin hassasiyeti” diye tercüme ediyor, sosyal medyada gaza getirebildikleri 565 yancıyı “millet bizim yanımızda” lâfı güzafının delili olarak gösteriyorlar.

        Çünkü çıkarları bunu gerektiriyor.

        Çünkü yapmayı bildikleri tek şey bu. Şartlar değişir ve yapmayı bildikleri tek şeyi yapmalarını mümkün kılan zemin değişirse, hizmetlerine ihtiyaç kalmaması gibi bir durum var.

        Hafazanallah şimdi Erdoğan ve AK Parti, kızgın demiri soğutmaya kalkarsa cidden, kızmış demiri harlamaktan başka, O PKK’lı öbürü FETÖ’cü demekten başka yol yöntem bilmeyenler, kaliteli çamur atma konusunda bile paslanmış, kolaya alışmış olanlar ne yapacak? Ne ile çıkaracaklar ekmek -pardon- jeep paralarını?

        Şimdi bu yüzden, seçim sistemini YSK’dan daha iyi biliyor, AK Parti’yi “kazandığı sürece demokrat” durumuna düşürdüklerine bakmadan gece gündüz İstanbul’da seçimlerin iptal edilmesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Gece gündüz yüzüne yumruk yemiş bir ana muhalefet partisi liderinin “yumruk yemek suretiyle milletin temiz duygularını istismar ettiğinden” dem vurmaktalar. “Yakın bu evi!” diye bağıranların arasından zor kurtarılmış bir kişiye “Geçmiş olsun” demeyi günah, arayıp “dümdüz” bir soru sormayı, cevabı da “dümdüz” aktarmayı fitnecilik, hainlik olarak lanse ediyorlar.

        Daha geçen gün başıma gelmiş olmasa “amma abarttınız” derdim. Evet, muhalefet liderine soru sormak suç olmuş. Vay efendim Kılıçdaroğlu yalancıymış, nasıl olur da utanmadan inanırmışım, paylaştığıma göre inanıyormuşum. Sanırsınız tüm zamanların en pis seri katili Charles Manson’la konuşmuşum. Sanırsınız Bahoz Erdal’dan selam filan getirmişim. tribünün peşine takılanlar arasında gazetecilerin olması medyanın getirildiği noktanın vahametine de resimaltı oluyor. Çünkü demokratik bir rejimde isek eğer ana muhalefet partisi liderinin verdiği bir cevabın inanma-inanmama meselesi olmadığını, o cevabın her hâlükârda bir haber ve veri değeri olduğundan bihaberler; bihaber olmak işlerine geliyor. Bir de tabii herkesi kendileri gibi “serf” zannetme, bütün ilişki biçimlerini, feodal beyler ve o beylerin topraklarında çalıştırdığı köleler üzerinden okuma zavallılığı var işin özünde.

        BİR ZAMANLAR LAİK KESİMİN YAPTIĞINI ŞİMDİ YENİ TÜRKİYE TROLLERİ YAPIYOR

        Eskiden başörtülü (ya da başörtüsü kadar görünür, somut bir mütedeyyinlik amblemi olan) muhabir, röportör ya da köşe yazarının her kesimle, herkesle, her şeyi konuşabilmesinden rahatsız olanlar laik kesimlerdi. Başörtülü kadın yazar ya da gazeteci sadece kendi mahallesine/ kendisini bağlayan alanla ilgili olarak konuşabilir yazabilirdi. Haddini, yerini, dairesini bilmeli, laik şehirli Kemalist kesimin konularına ve mecralarına ayak basmamalıydı. Aynı şey şimdi yeni statüko sahiplerini, Erdoğan’a, ailesine, güç odağı olarak gördükleri bakanlara yapışmış asalakları rahatsız ediyor.

        Aidiyet sorunu, kimlik sorunu olmayan, tam da bu yüzden Cumhur ile Millet ittifakları arasına iki düşman hattını ayırmak istercesine çekilmiş psikolojik sınırları “o kadar da” takmayan, kendi kafası hâlâ kendisine ait kişiler, Türkiye’yi karpuz gibi ortadan ikiye bölme ve iki blok arasında oluşan uçurumdan beslenme hayaliyle örtüşmüyor çünkü.

        Oysa bu hayal Türkiye’ye iyi gelmiyor.

        “TÜRKİYE İTTİFAKI” SÖZÜNDEN KİM RAHATSIZ OLUR?

        Tam da bu nedenle “Türkiye ittifakı” sözü, son günlerin en güzel ifadesiydi. Ve daha dumanı üzerinde tütmekteyken tepkiye maruz kaldı.

        Kendime Tolkien’in kendisini eleştirenlere sorduğu soruyu yönelttim.

        82 milyonu kapsayacak bir mutabakat noktası bulmaktan, Türkiye’deki gerilimi ve ayrışmayı iyileştirmekten, özetle Türkiye ittifakı sözünden en çok kim rahatsız olur?

        Cevap yine ortadaydı: Tabii ki ayrışma, gerilim ve kavga durumundan kârlı çıkanların siyasetteki versiyonu.

        AK Parti’den yumuşama, sıkışmışlığı aşma, velhasılı “kızgın demiri soğutma” hamleleri bekleyenlerin, makul ve sessiz çoğunluğun talep ettiği muhasebe gerçekleşirse zarar görecek olanlar.

        Gardiyanlar.

        Diğer Yazılar