Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Anayasa Mahkemesi, “Barış için Akademisyenler İnisiyatifi” adıyla hazırlanan metne imza atan ve terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılan 10 akademisyenin yaptığı başvuru sonucunda “hak ihlali” olduğuna hükmetti. Hatırlanacağı gibi 1128 akademisyen, imza attıkları “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı metin nedeniyle meslekten ihraç, disiplin cezaları, “terör örgütü propagandası” suçundan dava açılarak hapse mahkûm olma ve hatta bir bölümü için geçerli olan cezaevine konulma gibi çeşitli ceza ve yaptırımlara maruz kalmışlardı. AYM bireysel başvuru üzerine söz konusu durumu yeniden ele aldı. Aktarılanlara göre, AYM Genel Kurulu’nda, 8 üye “İhlal vardır” derken, 8 üye “İhlal yok” dedi. Oylamada 8'e 8 sonuç çıkması üzerine, eşitlik durumunda başkanın katıldığı tarafın oyunun iki oy sayılması durumu bulunduğu için, AYM Başkanı Zühtü Arslan'ın “Hak ihlali vardır” oyu sonucu belirledi. Emsal niteliğindeki karar, diğer başvurular için de uygulanacak. Bu nedenle olsa gerek dün taraflı medyanın hemen tamamı Zühtü Arslan’a yükleniyor, “Zühtü” diyor başka bir şey demiyordu. Bir de 1128 akademisyeni 15 Temmuz darbecilerine benzetenler vardı. “1128 darbe girişimi” diye bir manşet bile gördüm.

        AYM’nin kararı başka benzer dosyaları da etkiler. Ancak unutmamak lazım, AYM sonuçta hak ihlalini değerlendirdi ve başvurucular hakkında yeniden yargılanmalarına hükmetti. Zühtü Arslan’ı hedef tahtası yapan haberler de belli ki söz konusu “yeniden yargılama” aşamasını etkilemeye yönelik.

        METİN KÖTÜYDÜ, İHRAÇ VE CEZALAR DAHA KÖTÜ…

        Bana gelince.

        2016 ve 2017’de konuyla ilgili yazılarımda neyi söylediysem üç aşağı beş yukarı hâlâ aynısını düşünüyorum.

        1128 akademisyen kötü, adaletsiz bir metne imza attılar. “Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı sürdürdüğü katliam politikası…” gibi ifadeler vardı o metinde ve fakat; buna mukabil, o günlerde dehşet saçan, çukurlar kazan, hendek terörünü azdırdıkça azdıran PKK ve YDGH gibi nüvelerine yönelmiş eser miktarda eleştiri yoktu.

        Ancak imzacılara ajan, vatan haini, gözünü kan bürümüş cani muamelesi yapmanın anlamı yoktu; ihraç, tutuklama gibi yaptırımların yersiz ve adaletsiz olduğunu da belirtmiştim.

        O dönem naklen yayın yapan Meclis TV’de HDP’li vekillerin kullandığı ağır terör jargonundan çok daha hafif ifadeler için nasıl oluyordu da akademisyenler bu kadar ağır bedel ödüyordu ? (bkz. 6.01.2016 “Çifte Standart: Vekilse mubah akademisyen ise suçlu”)

        Devletin, tek suçu devlete inanmak ve devletin başlattığı “Çözüm Süreci”nin sürdüğünü, süreceğini/yeniden başlayabileceğini zannetmek olan akademisyenlerine bu kadar ağır bir karşılık vermesi mubah mıydı? (bkz. 11.02.2017 “İhraç fiyatına imza”)

        Şunu yazmıştım:

        “(…) Devlet olaylara şu kronoloji bağlamında bakmazsa adil olma çizgisini kaybeder .

        Çözüm süreci gibi iddialı ve eğer başarılı olsaydı tarihe geçecek bir adımı başlatıyorsunuz.

        Bu süreçle beraber devletin daha önce ‘canavar’ olarak gördüğü teröristi ‘suçlu, hatalı ama eğer silah bırakarak sınırdışına çekilirse’ affedilme şansı bulunan bir ‘insan’ mertebesine taşıyorsunuz. Onu dağa gönderen zihniyeti protokol haline getirenlere ‘demokratik siyasete entegre olurlarsa’ şiddetten uzak kalırlarsa, diledikleri her şeyi savunabileceklerini anlatıyor, süreci bunun üzerine kuruyorsunuz.

        Bütün yazılım ve o ana kadar kabul görmüş kalıplar yerinden oynuyor. Ancak entelijensiyanın ve akademinin önkabulleri için de alan açılıyor.

        Çok geçmeden Suriye’deki olayları fırsata çeviren PKK, bu şansı da, barışı da tekmeleyip atıyor. PKK saldırıları yeniden başlatıyor.

        Çözüm süreci bitiyor, ama bu durum akademisyenlerin entelektüellerin ve HDP’nin kentli yeni çevresinin yeniden başlayan ‘güvenlik konsepti’ne hızla adapte olmasını sağlayamıyor.

        Gelişmeleri takip edip, güncel durumu muhatap alan seri ve etkin değerlendirmeler yapmak bizimki gibi Batı referanslı bir güncelleme gelene kadar siyaha düşmüş ekran karşısında donup kalan ‘akademisyen’ için o kadar kolay, alışılmış bir şey değil.

        (…)

        Her mesleğin refleks ve adaptasyon hızı kendi ritmine göre değişir. Hakikati yakalayamayan kötü metinler hazırlayıp imza attıklarında ona ‘yanlış yapmışsın, yaptığın ahlaki bir sefalet örneği’ dersiniz, toplum vicdanında mahkum edersiniz. Ama epi topu bir ‘imza’nın bedeli, tutuklama, ihraç, işsizlikle imtihan etme olmamalı” (11.02.2017)

        Ama oldu.

        DEVLET AKLINDA DEMOKRASİ KIPIRTILARI

        Aradan geçen zaman diliminde, fikirlerini beğenmedikleri yazarlar, gazeteciler, STK üyeleri, siyasetçiler için tef çalıp “infaz” temposu tutmayı alışkanlık haline getirenler arttıkça arttı. Devlet başa kuzgun leşe diyenler ilim sahibi mertebesine taşındı. Onların mı devleti, yoksa devleti yönetenlerin mi bu ritm grubunu beslediği üzerine çokça tartışma da yapıldı. 15 Temmuz’dan sonra hükümete ortak görünen/ortak hale gelen eski devlet-eski Türkiye kliklerinin Erdoğan pelerini altından Avrasyacılık -reelde ise Rusçuluk- yapmaları ihtimali ve liberal çevrelerin de bu ajanda üzerinden hedef alınıp alınmadıkları olasılığı gizli/açık şekillerde konuşuldu. Şahsen bu ihtimali açıkça değerlendirmeyi tercih edenlerdendim. (Bkz : 24.10.2017 “Yeni dostlar tamamen tekin mi?” )

        FETÖ’nün güçlü olduğu dönemlerde nasıl Avrasya diyen paketleniyorduysa, özellikle 15 Temmuz’dan sonra da liberal ve demokrat çevreler ya FETÖ ya PKK ya da Gezi davaları üzerinden köşeye sıkıştırılıyordu. Kısaca, kemalin ve zevalin, güç ya da güce yakın olma fırsatı kimin eline geçerse ona göre, bazen sırayla bazen kadere kısmet tecrübe edildiği uzun bir cendere öyküsü.

        Ezcümle, bugün en azından, dindar ama kindar olmayan, seküler ama İslamofobik olmayan “makul” demokrat aklın gördüğü bir şey var: Kötü metinleri, kötü fikirleri, kötü haberleri, kötü yazıları kriminalize edip bunlardan “suç” imal etmeye çalışmanın ve bu fikir ve metinleri ceza hukukunun konusu haline getirmenin sonu yok. “O yaparken kötü, ben yaparken iyi”nin hiçbir inandırıcılığı yok. Eski Türkiye’ye kazandırmadı bu yol, yenisini ni abad edecek? Bu yolla, sadece rakibinin, hasmının etki alanını daraltmış olmuyorsun; bu yolda alınan her mesafe ile kendi müstakbel özgürlük alanını yok ediyorsun. Türkiye’nin havasını zehirliyorsun, hukuk ve demokrasi iktisabı bölge ülkelerine kıyasla altın gibi parıldayan Türkiye’yi, Türkiye olmaktan çıkarıyorsun. Kıymeti ancak kaybedildiğinde anlaşılacak hukuki ve fiili kazanımları yitirmenin bu vatana faydası yok.

        Umarım her fikri olanın kendisine Emniyette, TSK’da, Jandarmada, Avrupa Birliği’nde, Rusya’da yandaşlar bulup medya ve sivil toplum mühendisliği üzerinden hasımlarına operasyon yapmaya girişmediği bir ülke oluruz.

        Umarım devlet gücüyle hizalanıp zamanla kendisini devlet zanneden ve her beğenmediğini her hasım gördüğünü hapse attırmaya çalışan bir millet olmaktan vazgeçeriz.

        AYM’nin kararını, devlet aklını oluşturan çok katmanlı dokuda meydana gelen, “Objektif hukukun ve demokrasinin kıymetini anlama ve hakkını teslim etme” aydınlanışının göstergesi olarak görüyorum.

        Diğer Yazılar