Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İtiraf edeyim, dünyanın en eski yerleşim yeri olduğu ortaya çıkan Göbeklitepe’yi yeni gördüm. Yıldız Sarayı Vakfı Başkanı sevgili Zeynep Karahan Uslu’nun daveti sayesinde Göbeklitepe yılı ilan edilen 2019’u ancak son düzlükte yakaladım diyebilirim. ”Göbeklitepe: İnsanlık Tarihi Yeniden Yazılıyor" adıyla Yıldız Sarayı Vakfı tarafından yürütülen, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteği ve Yunus Emre Enstitüsü paydaşlığında yürütülen proje vesile oldu.

        Kazıyı Almanlar yaptı, ama söz konusu proje İtalya ile Urfa arasına önemli bir köprü kurdu. Takip edebildiğim kadarıyla önce Roma’da uluslararası tanınırlığa sahip Türk ve İtalyan fotoğraf sanatçıları İzzet Keribar ve Francesco Cicconi'nin çektiği Göbeklitepe fotoğraflarından oluşan bir fotoğraf sergisi düzenlendi, kazı çalışmalarında yer alan arkeologların yer aldığı paneller, Klasik Batı müziği ve Urfa ezgilerinden oluşan konserler vs gerçekleşti. 25-27 Kasım tarihleri arasında da İtalyan seyahat acentası sahipleri, İtalyan seyahat bloggerları, İtalyan seyahat yazıları yazan köşe yazarları Şanlıurfa’da konuk edildi.

        Kültür Bakanı Yardımcısı Sayın Ahmet Misbah Demircan’ın da katıldığı etkinlikleri organize eden Yıldız Sarayı Vakfı Başkanı aynı zamanda eski Urfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu’nun çabaları Urfa’yı Türkiye turizmi açısından vazgeçilmez bir destinasyon haline getirme amacını taşıyor. Ama sadece bu değil.

        “Türkiye tarih ve kültür mirasını şu ankinden çok daha yükseğe çıkarılabilecek bir ülke ve bu alana verilecek her katkı turizm kadar politik konumlanışımızı da geliştirir” diyor Zeynep Hanım.

        Haksız da değil.

        Medeniyet tarihi, insanlığın kendisini aşan bir gücü araması, onan inanması ve inancı doğrultusunda bir gündelik hayat inşa etmesi ile senkronizedir. Bu açıkhava müzesi de MÖ 6600 yılında da insanların ibadet ettiğini, hayatlarını ibadetleri çerçevesinde örüntülediklerini gösteriyor. Yani, Göbeklitepe, ülkemiz için hep kullanageldiğimiz ‘medeniyetlerin beşiği’ kavramını cisimleştiren ve hatta bir derece daha ileri taşıyan bir buluntu. Daha olumlu uluslararası ilişkiler kurmak için ideal bir kolaylaştırıcı.

        PEYGEMBERLER ŞEHRİYDİ, TARİHİ DEĞİŞTİREN ŞEHİR OLDU

        Urfa Güneydoğu Anadolu’nun en fazla turist çeken şehirlerinden. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı ve ateş tarafından yakılmadığını anlatan kıssayı hepiniz bilirsiniz. Bu kıssanın geçtiği yer olarak nakledilen Balıklı Göl, bunun yanısıra konik yapıları ile he zaman ilgi odağı olmuş Harran yöresi, Urfa’nın otantik çarşısı gibi alanlara eklenen Göbeklitepe’nin keşfi uluslararası ilgiyi de arttırdı. Çünkü Göbeklitepe’nin keşfi tarihi değiştirdi, burası keşfedilinceye kadar M.Ö. 3000-2000’de inşa edilen İngiltere’de Amesbury yakınında bulunan Stonehenge, en eski mabet zannediliyordu. Göbeklitepe, Stonehenge’den 6600 yıl önce yapılmış olduğu için ‘dünyanın en eski mabedi’ sıfatı yer değiştirdi, Stonehenge ikinci sıraya düştü. Ancak elbette bilimsel bulgular lehinize diye size hakkınızı teslim edip kafilelerini size yönlendirecek objektif bir kültür turizmi piyasası tahkim heyeti filan yok. Öyle bir dünya yok. Kendi tanıtımınız yapacak, bir vesile ile nasıl bir dünya tarihi mirasına ev sahipliği yaptığınızı duyuracaksınız. Başta başkanı olmak üzere Yıldız Sarayı Vakfı yetkilileri de bunu yapmaya çalışıyor.

        TURİZM HANDİKAPTIR AMA…

        Gelgelelim ‘turist’ her zaman kendine özgü handikaplarıyla gelen bir paket. Urfa’ya turist geliyor, ama turist yoğunluğunu karşılayacak altyapı, tesis, işletme ve kenti turizmin taleplerini karşılayacak bir işlevselliğe göre yeniden dizayn etmezseniz bu akın durağanlaşabilir. Bu kalemleri çalakalem, alel telaş, salt turistin beğenisini kriter alarak yaparsanız bu kez de kentin doğallığı bozulur, bir nevi beyin ölümü gerçekleşir.

        Neyse ki Urfa ile ilgilenen turist Rusya’dan ya da Körfez ülkelerinden gelmiyor. Tarih ve kültür meraklılarını çekecek bir destinasyon olduğu için, ‘doğal güzelliğe sahip olan’ bölgelerimizden çok daha şanslı.

        EN SON NE ZAMAN SAKLI GÖL’E GİTTİNİZ?

        Öyle olmasaydı, Antalya gibi, Sapanca gibi, hatta İstanbul’un burnunun dibinde olan Şile’deki Saklı Göl gibi tanınmaz hale gelebilirdi.

        Yeri gelmişken, Saklı Göl için feryat eden bir parantez açmakta fayda var. Çünkü kendisi ötelerde, uzaklarda bir yer değil, İstanbul’un hemen yanı başında. Ve felaket durumda. Şile yakınlarında olan bu muhteşem bölge, turist memnun edeceğiz diye göle ve çevresine vandalca muamele eden, kasaplık yapması gerekirken Saklı Göl’ü ele geçirip ranta çevirmiş bir işletmenin insafına bırakılmış durumda.

        Muhteşem göl manzarasını dumandan göremiyorsunuz. Oksijen deposu olması gereken yerde boğuluyorsunuz. Çünkü göl kenarına yapılmış verandaların her birine mangal konuşlandırılmış; ağır et ve kömür kokusu nefes almanızı zorlaştırıyor. Daha ilginç olanı, göl kenarında oturup bir bardak çay bile içemiyorsunuz, semaver almanız gerektiği söyleniyor. Zira işletme verdiği hizmeti 8-10 kişilik aile (sülale) ile gezen, kalabalık gürültücü ve et yemeden duramayan bir turist profilinin -ki bir kısmı uygun gayrimenkul fiyatlarımız nedeniyle artık yerleşik - standartlarına indirgemiş. Daha doğrusu düşük beklentili bir turist grubuna yaslanarak kolaycı ve leş bir hizmet veren kötü bir işletmeye peşkeş çekilmiş. Anlayacağınız İstanbullu olarak ya da ortalama bir Türk çekirdek ailesi olarak Saklı Göl’e gidip de öfkeden delirmeme ihtimaliniz yok. Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi, bardakla çay istediğinizde bir ağzınıza kürekle vurmadıkları kalıyor.

        Saklı Göl tıpkı Uzun Göl Gibi, Dipsiz Göl gibi, Konya Yerköprü Şelalesinin şu anki hazin durumu gibi, turizmin, ‘proje’nin, ‘biz buraları canlandırıyoruz sinyorita’ küstahlığının, define avcılarının yani kolay para kovalayacılarının ellerinde neye dönüştüğünün sembollerinden birine dönüşme yolunda.

        Çünkü turizm budur. Güzel olan her şeyin maksimum kâr marjıyla hareket eden barbarların eline düşmesi ve o bölgenin yerlisine haram edilmesidir. Havanın, toprağın, ürünün, kültürün, orijinal olanın kirletilmesidir. Lakin madem ki dünyaya ihraç edebileceğimiz katma değeri yüksek ürünümüz,petrolümüz, doğalgazımız yok, o halde turizme katlanacağız, ancak katlanılabilir olması için gereken özeni, kotaları, denetimi beklemek hakkımız olsa gerek diye düşünüyorum.

        Diğer Yazılar