Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ruam hastalığı Adalar ve faytonlar meselesini yeniden güncelledi ve özellikle Büyükada’da sık sık vicdanları sızlatan olayların konusu olan at-fayton esnafı ilişkisi yeniden masaya yatırıldı. Ateşli fayton karşıtları ile “Durun yahu o kadar sekter gitmeyin” diyenler arasındaki tartışma yeniden alevlendi. Tartışma diyorsak bakmayın, tek tarafın sözü geçiyor ve duyuluyor. Herkes sadece faytoncuların hoyratlığından bahseden ve “Ada dediğin faytonlu olur yahu yapmayın etmeyin” diyenlere ‘sövenlerin’ sesini duyuyor. İmamoğlu da bu trende ayak uydurdu. Yaptığı açıklamada "Turizm amaçlı da olsa, göstermelik de olsa ben bu 35 fayton sürecine de karşıyım” diyerek “Hiç değilse 35 fayton kalsın” şeklindeki makul öneriye bile sıcak bakmadığını belirtmiş oldu.

        Büyükada’da yıllarca atların eziyet gördüğü doğru.

        Hayvanseverlik daha doğrusu doğayla uyumlu ve barışçıl bir ilişki kurma bilinci arttıkça fayton esnafının hoyratlığı, Adalar’a gidip gelen orada yaşayan insanların hepsine dert oldu. Bu da gayet doğaldı, hatta gerekliydi.

        Ben hayvansever camiasının Türkiye’de özellikle sokak hayvanları konusunda duyarlılık uyandırmasından gayet mutluyum. Sokaklarında tasmasız kedi ya da köpek dolaştırmayan ama şehir içine yaptıkları parklara 30-40 sincap ve ördeği numunelik koyup ‘doğayla barışık kent’ efekti yaratan Avrupa kentleriyle, büyükşehirlerimizdeki gezen hayvan özgürlüğünü, ‘spontane’lığını kıyasladığımda daha da mutlu oluyorum. Batılı liberal toplumlar sahipsiz, sokakta özgürce yaşayan kedilerin, köpeklerin hem başlarına kötü şeyler de gelebilmesini hem de ara sıra başa bela olma ihtimallerini kaldırmadıkları için bir çözüm yolu buldular. Artık o hayvanlar eziyet çekmiyor, çünkü yoklar. Ortadan kaldırıldılar.

        Bazen fazla tantana yapanlara bakıp “Biz de mi bu yola sapacağız” diye endişeleniyorum.

        İNSAN-HAYVAN İLİŞKİSİNİ YENİDEN DÜŞÜNMEK

        Hayvanların dünyasını tanıdıkça, özellikle insanlarla teması olan, insanlarla sosyalleşen hayvanlarla aramızdaki ilişki üzerine yeniden düşünmek ve vicdani temellere dayalı bir hukuk tesis etmek gerektiğine daha çok ikna oluyorum. “Biz efendiyiz, onlar da hizmetkârlarımız” demeyen, bizim onlara, onların bize muhtaç olduğunu fark eden bir hukuk…

        Ama kendimizi kandırmamıza çok da yüz vermeyen bir hukuk.

        Zira, hayvanlara muhtaç olduğumuzu bilmek ve onlara saygı duymak ayrı, onlarla kurduğumuz bağların aynı zamanda bir alışveriş ilişkisini de kapsadığını reddetme naifliği ayrı.

        Binlerce kişinin yaşadığı alanlardaki kritik regulasyonlarda, sözgelimi ulaşımın otomobille değil faytonlarla yapılabildiği Adalar’da, “Bu hayvanlara muhtacız, bu ilişkiyi merhamet ve saygı esasına göre yeniden dizayn edelim” demek yerine, binek hayvanının ‘eziyet etmeden’ de çalışabileceğini ileri sürenlere vahşi muamelesi yapılmasını, az sonra gidip kasaptan et alacak adamların sırf çok havalı diye gerçekçi olmayan trendlerin peşine takılmasını sorunlu buluyorum.

        Kimse atlara uygulanan zulmü hoyratlığı savunmuyor ve savunamaz. Özellikle Büyükada bu açıdan çok kötüydü. Ama her ada öyle değildi.

        Burgazada’da misal, ara ara serbest de bırakılan sokaklarda özgürce dolaşan atlar da görüyorsunuz; bazen faytondalar, bazen molada; gür yeleleri ve sağlıklı görünümleri ile hiç de hoşnutsuz, sıhhatsiz hatta mutsuz değiller.

        Ayrıca “Biz kim oluyoruz da, hayvanların düzgün şartlarda bile olsa fayton arabalarını çekmekten ‘a priori’ olarak nefret ettiği kanısına varıyoruz?” diye soran olmaması da tuhaf.

        ANTROPOMOFİZMİN TADINI KAÇIRMAK

        “Binek hayvanlarını binek olarak kullanmaya hakkımız yok hayır” diyenler, 1500 atın serbest gezdiği bir ihtimalde bu atların bakılacağından gıda ve barınma imkanlarına erişimlerinin sağlanacağından nasıl emin olabiliyorlar?

        Vahşi hayata alışamayacak ama sonuçta evde bakılacak kadar ‘evcil’ de olmayan 1500 atın serbest kalması talep ediliyor.

        Şunun şurasında yeterince titiz olmayan kadınları kötü anne ilan edebilen, evini geçindirmeyen babayı ise adamlıktan ihraç eden bir kültürün insanlarıyız. Üstelik oradan çıkıp insanlararası ilişkileri fayda ekseninde hizalayan ‘üretkenlik’ esaslı modern iş çalışma dünyasının dişlileri haline gelmişiz. Dahası bu durumu şikayet edebileceğiniz bir yer yok, doğada da böyle. Her canlı türünün bir işlevi var ve işlevi reddeden görüş ve dayanışma biçimlerinin ‘geri tepme etkisi’ yaratması kuvvetle muhtemel.

        Hayvanlar acı çeker, hayvanların hisleri, korkuları ve beklentileri vardır. Doğru. Ama bu yaşam belirtilerinin insanınkiyle aynı frekansta salındığını zannetmek, “Bu at faytonda çalışmaktan nefret ediyor baksanıza kirpikleri var” türü iddialar üzerinden duyarlılık oluşturmak da antropomorfizmin tadını kaçırmak olmuyor mu?

        Doğada insani değerlere yakın duygu, tutum ve davranışların izini aramak ve insanda olan anlamı insan dışı varlıklara yüklemek, yani eser miktarda antropomorfizm, belgesel yapımcıları ve izleyicileri için gerekli ve hoşa giden bir durum olabilir.

        Giderek büyükşehirlerde yaygınlaşan ve vejetaryenleri de ezerek öne geçen vegan hayat ve beslenme felsefesi “Hayvanların görevi beni doyurmak değil, beni taşımak değil” söylemiyle, her canlı türünün bir ‘işlevi’ olduğunu reddeden tavrıyla kağıt üzerinde kahramanca görünüyor da olabilir.

        Ama bir duyguyu ve varsayımı merkeze alıp etrafında yeni duygu ağları oluşturarak kendi popülizmini oluşturan ‘hayvanseverlik’ görünümlü ‘insan nefreti’, bedelini yine hayvanların ödeyeceği bir dozaşımına, bir şımarıklığa sürüklenmemeli. Mekanizmaya bir valf eklemekte fayda var yani.

        İnsan dışı varlıkların insan gibi düşündüğünü hissettiğini varsayıp sonra dönüp kendi yüklediği/vehmettiği bu kurgu üzerinden tamamen yeni standartlar oluşturmak ve bunu yaparken pek de uzlaşmaya yanaşmamak günün sonunda savunulan grubun/türün/canlının asgari haklarına bile halel getirebilir. Çünkü aşırı talepler ve aşırıya kaçan analizler, aşırı karşılıkları çağırır. Konu insanlar alemi olduğunda bile böyle oldu. Hayvanlar hakkı hatırına farklı olacağını düşündürten nedir?

        Hayvanı seven, onun adına şımarıklık yapmaktan vazgeçsin.

        Diğer Yazılar