Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ne aydı ama…

        Depremi, virüsü, zamları, gafları ile bambaşka bir ay geçirdik. Ocağımıza incir ağacı dikmeye azmetmiş bir ocak ayıydı, tam geride bırakıyorduk ki, İdlib’den Rusya destekli Esad rejiminin ateş açarak katlettiği şehitlerimizin haberleri geldi ve gündem hızlıca değişti. Bugün İdlip meselesini yazacaktım ama evden işe gelene kadar gündemin değiştiği bir ülkede ne kadar erken yazarsanız yazın aslında hep geç kalıyorsunuz. O yüzden, bekleyebilir.

        Ne diyorduk? Ah evet, ocağımıza incir ağacı dikmeye azmetmiş bir Ocak’ı geride bıraktık. Avustralya’daki yangınlardan, coronavirüs salgınına, Kobe Bryant’ın trajik ölümüne varana dek geniş bir bela yelpazesi söz konusuydu.

        Oysa Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin üye ülkelerin bir araya gelerek ülkelere insan hakları incelemesi yaptığı Evrensel Periyodik İnceleme (UPR) oturumundan zayıf karne ile dönmemiz bile tek başına yeterince kötüydü.

        FETÖ’cü hesapların Avrupa Birliği Başkanı Büyükelçi Faruk Kaymakçı’nın dil sürçmesini makaraya alıp çiğlik ve kötücüllüklerini sergiledikleri toplantıda elbette basit bir dil sürçmesine indirgenemeyecek kadar ciddi konular ele alındı ve Türkiye bunlarla itham edildi. Kayyum uygulamaları, on binlerce kişinin işten atılması, Suriyeli kadınların fuhuşa zorlanması, Taksim’de gösteri ve yürüyüşlerin yasaklanmasına varana kadar pek çok konuda kimi hak edilmiş kimi eh biraz haksız olan eleştirilere maruz kaldı ve hesap verdi devletimiz.

        Tabii bu ilginç bir gelişme. Zira karşımızda bırakın BM’ye üye ülkelerin oturumunda hesap vermeyi, kendi vatandaşlarına hatta hükümeti oluşturan partinin tabanına bile öyle her sorulduğunda hesap veremeyeceğini açıklayan bir devlet var artık. Kaymakçı’nın gidip Cenevrelerde yapılan işleri ‘savunmak’ durumunda kalması bile içerde yani ülkede olup da bu havayı soluyanlar üzerinde bir yabancılaştırma efekti yaratıyor.

        Zira bakın, Ocak ayında bir deprem oldu. Elazığ ve Malatya olumsuz etkilendi, can kayıpları oldu. Allah var başta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olmak üzere pek çok bakanın sahadaki hasarı ve tedbirleri alma hızı ve verimliliği hükümete puan kazandırdı. Ama kazandığı puanları çar çur etme ya da bu puanları meşruiyeti sorunlu bir hamleye katık etme noktasında çok başarılı bir hükümetimiz var. Verimlilik ne kadar takdire şayan ise “Deprem vergilerimiz nerede?” diyen insanlara soruşturma başlatılması o kadar hazin bir durumdu.

        Hakeza, Hükümetin sivil bileşenleri arasında sayılabilecek Kızılay’ın başkanı Kerem Kınık’tan gelen “Vergi kaçırmak başka vergiden kaçınmak başka” sözü, “Vergilerimiz nerede?” sorusunun ne kadar haklı bir soru olduğunu gösterdi.

        Elazığ’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının anlamlı fedakarlıklarını bir anda buharlaştırıverdi bu cümle.

        Bu sözün ne anlama geldiği Avrupalarda sorulmaz. Ama vergi ödemekten beli bükülmüş alt-alt orta-orta sınıfa bu sözün nasıl bu kadar rahat sarf edilebildiğini açıklama borcu üç beş rakam zikredilerek zail olmuyor. Oradan şu kadar gelmiş ama biz kentsel dönüşüm için daha çok harcamışız deyince bitmiyor. Bu açıklamayı muhalefete bile değil, önce sizi yıllardır iktidar yapan AK Parti tabanına yapmak mecburiyetiniz var.

        Emin olun, AK Parti’ye oy veren aklıselim insanların Kerem Kınık’ın “Vergiden kaçınmak mümkündür, noolmuş yani” tavrından kafası zihni kalbi bulanmış durumda. Bu cümlenin rahmetli Turgut Özal’ı zan altında bırakan ve zaman ilerledikçe makul kişiliğinin önüne geçen “Benim memurum işini bilir”den bir farkı yok çünkü.

        Bu kadar büyük, normal insanların sayamayacağı ölçekte miktarlar oradan oraya aktarılır ve gözüne kamyon farı tutulmuş tavşana dönmüş vatandaşın şaşkın bakışları karşısında ehemmiyetsiz miktarlarmış gibi davranılırken diğer yanda Avrasya Tüneli geçiş ücretlerine bir lahzada %56 oranında zam geldi.

        İşe bakın ki, bu geçitleri kullananların daha doğrusu bu kentte yaşamaya çalışanların bu tür ücretlerden, zamlardan, pardon ‘güncelleme’lerden ‘kaçınma’ şansı yok.

        Hesap soramaz. Öte yandan değil hesap, soru sorması bile makbul vatandaşlıktan hızla kovulmasıyla sonuçlanan insanımızın artık sadece polise değil, polis yetkileriyle donanmış ‘bekçilere’ bile hesap verecek olması gibi yeni bir gerçeklik var.

        41 gün eğitim almış kişilerin “Makul nedir ne değildir” sorusuna dair doğru bir muhakeme yürütmesini bekleyecek ve makul şüphe tanısını koyan bekçiye eğer isterse kimliğinizi gösterip üzerinizi aratacaksınız. Şahane değil mi?

        Bitmedi. Sadece iktidar değil toplumun da vereceği bir hesap var. Dikkat ettiniz mi, Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir insan yatsı namazı sonrası camide intihar etti. Önce KHK ile ihraç edilmiş ve mahkum edilerek cezaevine gönderilmiş sonra Afrin’de PKK ile savaşması için bölgeye gönderilmiş, aklanacağı günü beklerken suçsuz olduğuna duyduğu güvenle avukat bile tutmamış ve zaten hamallık yaparak geçindiği için avukat tutmaya parası da yetmeyecek olan merhumun ismi Adem Gürbüz’dü.

        Her intihar bir eleştiridir, camide intihar ise bütün cami cemaatlerinin boynuna asılmış bir vebal yaftasıdır. Hükümete yakın gazetelerde adı bile anılmadı. Ota çöpe bakliyata dair her şeye yüzlerce entry girilen Ekşi Sözlük’te bile Adem Gürbüz ile ilgili sadece iki girdi yapılmış. Çünkü FETÖ’cü derler. Hesap vermezler ama çok güzel hesap sorarlar.

        Hükümetin sadece kendisine adalet beklemesi, hemen her zaman haksızlığa uğramaktan şikayet etmesi ama adaleti kuşku götürür işlerinde kendisine soru sorulmasına bile tahammül edememesi, ekonomi gibi hayati konularda elle tutulan bizzat yaşanan konularda bile gerçeği inkar eden tutumları ve halkın zekasına hakareti rutine bindirmesi en nihayetinde partiyi çatlatıp içinden iki yeni oluşum çıkarmasıyla sonuçlandı. 2023’e kadar biraz daha vakit var, umudum yok ama son olaylar çerçevesinde yine de şu tavsiyeyi yapmanın gerekli olduğunu düşünüyorum: Hükümetin her şeyden önce; sosyal adaletin, devletin sosyal devlet olduğuna dair inancın dalga dalga yıkıma uğraması gerçeğiyle baş etmesi gerekiyor. Hesap verebilirliği yönetimin temel tavrı haline getirmekle ilgilenmesi gerekiyor. Ki, on yedi yıldır iktidarda olan bir partiyle ilgili sadece ve sadece sert ve keskin bir hesaplaşma gününün hayalini kuranlar imkan ve zemin bulamasın.

        Diğer Yazılar