Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Geçtiğimiz günlerin en ilginç olaylarından biri Musab Turan isimli bir Anadolu Ajansı çalışanı muhabirin, bir basın toplantısında Mustafa Varank ve Bekir Pakdemirli’ye sorduğu birkaç ateşli sorunun ardından başına gelenlerdi.

        Sorularını burada tekrar etmeyeceğim.

        ‘Muhalif’ kesimden bir gazeteci sorsaydı, tebrik alıp kahraman ilan edileceği sorulardı diyeyim.

        Turan profesyonelliğe uygun bir çıkış yapmadı, doğru. Ancak ülkede her alanda her iş profesyonelce yapılıyormuş da, Musab Turan patterni bozmuş gibi davranma iki yüzlülüğüne de gerek yoktu. Turan, ülkede profesyonellik adına pek fazla bir şeyin kalmadığı gerçeğinin bütün faturasının kendisine kesilmesini hak etmedi.

        Ayrıca beş dakikada aile bağlarına işaret edilip üç dakikada FETÖ'cü ilan edilmesi de sahiden döneme özgü akıl tutulmalarından biriydi. Hemen gri pasaportu iptal edildi ve hakkında soruşturma başlatılması gündeme geldi. Rejim ve şürekası, kendi karakteristik özelliklerine uygun davrandı ve şaşırtmadı.

        Şaşırtan, şu vasatta ailesi tarafından bile dışlanan Turan’ın biletini kesen rejim blokuna muhaliflerden de destek gelmesiydi.

        Her iki laflarının başı "Dip dalga geliyor AK Parti'ye en büyük itiraz kendi mahallesinden yükselecek" diye kehanet buyuran muhalefet, dalganın sahile vurma anına benzeyen bir fragman gördüler ve onu tanımazlıktan geldiler.

        Çünkü en şahane muhalefet, en muhteşem itiraz, en vicdanlı duruşa sadece kendileri sahip olabilirdi.

        Hiçbirinin aklına hükümet ve devlet yanlısı bir habercilik anlayışıyla yayın yapan bir yerde on yılını geçirmiş bir muhabirin olan biten onca şeyi akılcılaştırmaktan, tevil etmekten fena halde yorulup, en sonunda Sedat Peker videolarıyla ortaya saçılan koku ile istiap haddinin dolduğu ve patladığı gelmedi.

        Musab Turan’ı hiç tanımam. Peki neden bunları yazıyorum? Çünkü patlama gördüğüm zaman tanımam için Musab Turan’ı tanımam gerekmiyor. İnsani reflekslere aşina olmak ve siyasi gündemi takip ediyor olmak yeterli.

        Turan gazeteci kimliğini kenara koyup bir AK Partili olarak protesto yaptı. Bu kadar basit.

        Hak verirsiniz vermezsiniz o başka. Ama cesaret gerektiren bir şeye imza attığı tartışılmaz bir gerçekti.

        Sorusunu kayıt altına alması ise "Karanlık emellerini gerçekleştirme yolunda tekinsiz bir plan"dan ziyade, "Kendimi yakacağım bari ölümüm işe yarasın" temkininden başka bir şey gibi görünmüyordu.

        Ayrıca şahsın, daha önce de soru sorduğu anları ve cevapları kaydedip sosyal medyasından paylaştığı biliniyor.

        Herkes sosyal medyayı çalıştığı kurum ya da birim dışında kendi varlığını, kimliğini ve bireyselliğini ortaya koyduğu bir mecra olarak kullanmıyor mu? Musab Turan kullanınca mı sorun?

        Ama o da ne? Muhalif gazetecilere göre bir AA çalışanı böyle amatörce davranamazdı.

        Şahıs belli ki operasyon tetikçisi idi, çünkü bir AK Partili asla ama asla bir şeyleri protesto edemez, köpüremez, vicdanının sesine uyamazdı. AK Parti mahallesinde soluk almış kişiler zehirlenmişti, temiz havaya ihtiyaçları olmazdı.

        Kitleleri de bu teşhislerini alkışladı.

        İşin ilginci aynı kitle dün akşam Habertürk’te Süleyman Soylu’nun karşısına çıkan muhalif gazetecileri "Madem bakan sorularınıza yanıt vermiyordu, neden Habertürk’teki o yayını terk etmediniz?" diye sigaya çekti.

        AA çalışanı Musab’ın ‘protesto’suna burun büküp komplo teorileriyle açıklamaya çalışanlar, İsmail Saymaz ve Merdan Yanardağ yayını terk etmek gibi bir ‘protesto’ gerçekleştirselerdi eğer, memnuniyet duyacaklardı. "Aaa ama hiç profesyonelce olmadı" filan demeyeceklerdi belli ki.

        Neden?

        Çünkü onlar AK Partili değil ve protesto etmeye hakları var.

        Tercih yapmaya hakları var. Diklenmeye hakları var. Cesur olmaya hakları var. Ama AA'da çalışan ve artık bazı şeylere katlanamaz hale gelen adamın cesur olmaya bile hakkı yok.

        Bu yaklaşımın ne kadar çelişkili, kibirli ve handiyse mahalle ırkçılığına benzer bir tını taşıdığını görmek için Hannah Arendt olmaya gerek yok.

        “Muhafazakarlar AK Parti’yi savunsun, muhalif taraf bizim” şeklinde bir zımni bölüşüm yapılmış adeta.

        Bu bölüşümde üzgün kırgın ve hatta öfkeli AK Partililere düşen de dip dalga olarak diplerde kalıp, eksik oyları tamamlamak.

        Varlık gösterdikleri yerde, ait oldukları yeri tanıyamamaktan ileri gelen zihinsel bulantı gibi şeyler, 'yandaş' diye bilinen ve o tanıma zımbalanan insanların kendi aidiyetleri ile yüzleşme hikayeleri hiç önemli değil.

        Meraka değer değil.

        Bu, edebiyatla ilgilenmemiş, misal Dostoyevski'nin Karamazof Kardeşleri'nin kapağını bile kaldırmamış, o büyük romandaki 'Alyoşa' karakterini hiç tanımamış kişilere asıl hikayenin Musab gibilerin deneyimlerinde olduğunu nasıl anlatalım?

        Kendi sözde çağdaşlığının gölgesinde mağrur olmaktan yorgun düşmüş, üzerine bir de güya 'muhalif' olmanın kazanılmış hakkını ekleyip iyice sarhoş olmuş "özgürlükçü, birleştirici, radikal sevgi"ci arkadaşlara nasıl anlatalım bunu?

        O kadar ki..

        Yaklaşımlarının her gün havuz medyası diye dövdükleri adamların tepesindeki akılla çok güzel senkronize olduğunu bile görmüyorlar.

        Rejim blokunun ve medyasının istediği safları sıklaştırma stratejisini uyguluyorlar ama ilk seçimde muhafazakarlara ve tam da Musab Turan gibi insanlara gelip "Sizi teba gibi sürü gibi gören, biatçı zihniyete oy vermeyin, bize verin, bakın çatı adayımız ne kadar birleştirici" falan diyecekler.

        İyi de arkadaş, Musab’a gösterdiğiniz tepki, Musab gibi gençlere "Biatlarınıza sıkı sıkı yapışın valla, çünkü biz sizi bireysel tercihler yapıp sorumluluğunu da alan kişiler olarak görmüyoruz, sürü olarak görüyoruz, 'hülooğ' olarak görüyoruz, kendinizi yaksanız bile size değer vermeyiz”den başka bir mesaj vermedi.

        Acaba “Türkiye artık çok başka bir yerde, videolar da maşallah geldikçe geliyor, AK Parti zaten biz hiçbir şey yapmadan eriyor, muhafazakarların kendilerine de, oylarına da ihtiyacımız kalmadı" diye mi düşünüyorlar?

        Eğer böyle bir rahatlık içindelerse, şunca tozun dumanın içinde bile şunu söylerim: Çok yanılıyorsunuz.

        Her fırsatta devlet için öleceğini söyleyen organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in önce parçası olduğu siyasal süreçler aleyhine şimdi bazı ciddi iddialarda bulunması da...

        Dün onu makbul görenlerin şimdi ortak fotoğrafları silip, bağlarını inkar edip Peker'i 'devlet başa kuzgun leşe' anlayışıyla gömmeye çalışmaları da...

        O videolardan etkilenip ortaya atarlı bir eylem koyan Musab'a "Ama devletin ajansında olmaz ki bu" diye ayıplayanlar da...

        Gösteriyor ki, bu milletin en iyi devletin "küçük, şeffaf ve kutsanmamış" bir devlet olduğunu anlaması için geçeceği sınavlar daha bitmemiş.

        Aynı şekilde farklılıklarla eşitliği aynı anda koruyan bir toplum olma yoluna girebilmek için de....

        Diğer Yazılar