Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İktidarın Kürt sorunu yoktur, ekonomi yolundadır, marketlerde fiyatlar makuldür, binaenaleyh yurt sorunu da yok, toplananlar öğrenci değil diyerek varolan her sorunu inkar etme yolunu seçtiği hepimizin malumu. İktidara göre tüm kötülüklerin anası olarak ‘sosyal medya’ ve yasa hazırlanırken kimle görüşülüyor, kimle istişare ediliyor belli değil. Problemlerin belki de en temelinde zaten, istişarenin devreden çıkması yatmakta.

        Hoş memleketteki sorunlar o kadar büyüdü ki, sorunları istişare ederek çözmeyi ummak evi basan faraleri deodorant sıkarak uzaklaştırabileceğini zannetmeye eşdeğer.

        Bir kıyamet atmosferi resmedip sonra “Ah eskiden ne kadar iyiydi, hadi iki yetmez ama evetçi dövüp rahatlayalım” diyenlerle aynı frekansta değilim, değil AKP öncesi hayat ne güzeldi şeklindeki o sığ siyaset nostaljisine bulanmak, kimilerinin bit pazarına nur yağmış gibi terennüm ettiği ‘o eski günler’ tam olarak bugünkü sorunlara yol açtı diye düşünüyorum.

        Ama evet, sorunlar büyük ve sorunlarla başetmesi gerekenler de hangi eşiklerin geçildiğinin farkında olduklarından istişareden daha iri bir çağrı yaptılar yakınlarda.

        Ne hazindir ki, ’revizyon ve güçten feragat’ karşılığı yeni anayasa müzakaresi daveti, davetin muhataplarına sıcak gelmedi. Neden? Her işin başı samimiyet ve belli ki samimiyete ilişkin olumlu bir algısı kalmamış artık AK Parti’nin.

        Oysa, Cumhur İttifakı'nın değilse de, Erdoğan’ın hem kendi partisini hem muhalefeti anayasa tartışmaya yönlendirmesi bu kez sahiden bir ‘gündem değiştirme’ çabası olmayabilir. Muhalefet çevrelerinde bu davetin bir uzlaşı ve ılımlı geçiş ihtiyacının farkındalığı anlamına gelme ihtimaline dair derli toplu birkaç kelamı sadece Birgün Gazetesi yazarı Ozan Gündoğdu’dan Halk TV’deki bir yayında duyduğumu da belirtmeliyim. Genelde herkes bunun bir cambaza bak siyaset kurnazlığı olduğunda hemfikir.

        “Biz fazla yetkili cumhurbaşkanı ısrarından vazgeçelim, siz parlementer sistem demeyin, ortada buluşalım” teklifi, özünde başka kaygılara yanıt arayan bir pazarlık masası kurma daveti olabilir.

        Eğer öyleyse, bu davetin yeni anayasa ile ilgisi yok demektir, olası iktidar profili değişimindeki en uygun ılımlı geçiş, en güvenli çıkış ne ise onun konuşulmasına davettir bu.

        Ne olmuş? Zaten kazanıyoruz, tadımızı kaçırma, Erdoğan’ı cezalandırma hakkımız engellenemez diyenler burada aramızdan ayrılsın.

        Çünkü bir kişinin cezalandırılması üzerine kurulu intikam fantezilerinden demokrasi ve adalet çıktığı görülmemiştir. Bu duyguları meşrulaştırıp, kendinizi gaza getirirseniz kağıt üzerinde durduğu gibi durmayacağını da görürsünüz ama iş işten geçmiş olur. Memlekete hayrı dokunmaz bu motivasyonun. Çünkü o ihtimalde biliyoruz ki, adamın ve sevenlerinin eli armut toplamayacak.

        Ez cümle, muhalefet bu teklifin reddedilmesi durumunda iktidarın alet kutusundan şimdi bahsetmek istemediğimiz ama genel seçim şartlarını/sonuçlarını değiştirmesi muhtemel başka araçlar çıkıp çıkmayacağını ne kadar sorguluyor, hatta sorguluyor mu emin değilim.

        Biraz daha açalım hadi. Hazır yürek yedik, tam olsun.

        Bakın elimizde şunlar var:

        1) Bunca bitkinliğe ve aleyhindeki iddialara rağmen AK Parti’nin ölüsü hala %30 bandında. Bu hiçbir partinin tek başına almayı garanti edemediği bir oran.

        2) Ayrıca AK Parti dediğimiz yapı bugün bir siyasal parti değil, devlet. Güvenlikten YSK’ya, medyadan, TSK’ya kadar elinde birden fazla aparat bulanan güçlü bir organizasyondan bahsediyoruz.

        3) Kürtlerin hangi ittifaka destek vereceğinin hala net olmadığı, ne yapacağı henüz bilinmeyen kararsız muhafazakarların yüzen oylarının hala istikrar kazanmadığı bir ahval ve şeraitteyiz

        4) Dün ‘memleket masası’ önerisi sunulduğunda elinin tersiyle iten bir Cumhur İttifakı vardı. Bugün tehdit hissettiği için teklifte bulunan bir iktidar partisi var ve bu, muhalefet bloku adına bir başarı.

        5) Ancak revizyon çağrısına ‘yok hükmünde’ muamelesinin yapılması, adına AK Parti denilen devlet organizasyonunu akılalmaz başka olasılıklara sarılmaya mı teşvik eder, yoksa muhataplarını masaya oturtmak için daha fazla ve daha makul oranlarda taviz vermeye mi yönlendirir? İlkiyse kötü, ikincisi ise iyi. Ama sizce hangisi?

        6) Bu ülkede, bu coğrafyada muhalefetin ya da iktidarın zemini hazırlanmamış bir seçim yenilgisi alarak kaybetmesi ve akabinde yaşanabilecek sert savrulmalar kitlelerin yönetilememesi gibi istenmeyen durumlara neden olabilir, acaba kim ne kadar farkında?

        Son bir haftanın en önemli sorularının 5 ve 6. maddelerde dile getirilen sorular olduğunu düşünüyorum.

        Muhalefet, bu davete iki tarafın da belki muazzam bir zafer kazanmayacağı ama iki tarafın da keskin kayıplar vermeyeceği bir reçete kıvamı vermenin yolu üzerinde düşünür mü bilmem ama düşünmesinde fayda var.

        Ama bunu düşünmek için öncelikle ‘zafer kesin, yarınlar bizim’ havasından çıkmak lazım.

        Çünkü biliyoruz ki zafer kesin değil, ben diyeyim 2022’nin sonuna, siz deyin 2023’ün ortasına kadar, daha neler olacak şimdiden kimse kestiremez.

        ALTI PARTİ TEK MASADA…

        Muhalefetin gündeminde ise altı muhalefet partisinin ortak çalışma yaparak hazırladığı ilkeler bildirgesinin giderek netleşen maddeleri var.

        Üzerinde mutabakata varılan ilkeler şöyle:

        1) Cumhurbaşkanının tarafsızlığı. Cumhurbaşkanının sembolik yetkileri olacak. Bir partinin genel başkanı ya da üyesi olamayacak.

        2) Cumhurbaşkanının yüksek yargı organlarına atama oranı sınırlandırılacak.

        3) Gelecek Partisi’nde güçlendirilmiş parlementer sistem önerisinin yazımına eşsiz katkılar sunan Serap Yazıcı’nın 7 Mayıs 2021’de Independent Türkçe’ye verdiği röportjda anlattığı şekilde, meclise yapıcı veya kurucu güvensizlik oyu yetkisi tanınacak. Meclisin hükümeti düşürme hakkı var ama bu hakkın kullanımı eski parlementer düzeyde olduğu gibi istismara açık bir kolaylık arzetmiyor. Meclis hükümete güvenoyu vermeyebilir ama hükümeti düşürmek için salt çoğunluğun kimin başbakan olacağına karar vermesi gerekli. Bu şart meclise hükümeti denetleme ve üzerinde yaptırım uygulama hakkı verirken hükümet düşürmeyi zorlaştıran ve meclis üyelerini sorumluluk hattında tutan bir şart.

        4) HSK üyelerinin belirlenmesi ağırlıklı olarak yargı mensuplarının yapacağı seçimle olacak, Cumhurbaşkanına ve Meclise tanınan üye atama sayısı sınırlı ve sembolik düzeyde olacak.

        5) Şu an uygulamada YSK’nın verdiği kararlara karşı yargı yolu kapalı. Belirlenen ilkelerden biri ise YSK kararlarına karşı AYM’ye başvurma hakkı getiriyor. Gerekçe seçme ve seçilme hakkının garanti altına alınması.

        6) Basının özgürlüğünün teminat altına alınması için gereken önlemler. RTÜK ve Basın İlan Kurumu’nun yetkileri yeniden değerlendirilecek. Uygulamada RTÜK cezayı veriyor, mahkeme süreci ardından geliyor ve yayıncı kuruluş davayı kazansa bile uğradığı zararı telafi edemiyor.

        7) Altı partinin üzerinde mutabakata vardığı bir başka hedef ise siyasi ahlak yasası. Yolsuzlukları soruşturma komisyonunun kurulması, parlemento denetimi, yargı denetimi ve bakanlıkların idari denetiminin etkin hale getirilmesi. Hakeza Sayıştay denetiminin etkinleştirilmesi, denetimden çıkarılmış Varlık Fonu gibi kurumların yeniden denetime sokulması.

        8) Kürt meselesinin diğer toplumsal sorunlar gibi ele alınması ve çözüm yerinin meclis olması. Üniter yapı içinde ilk dört maddede değişim olmaksızın çözüme gitmenin yollarının aranması.

        Yıllardır ‘5 benzemez’ diye dalga geçilen ve iktidar tarafından içindeki her türlü ihtilaf ihtimaline yatırım yapılan muhalefet blokunun asgari müştereklerini nihayet şekillendiriyor olması ülke adına umut verici.

        Söz konusu prensipler halihazırda mevcut ve kanayan yaralara çare bulma amacının öncelendiğini gösteriyor.

        Aksi takdirde, endişeli muhafazakarların olası iktidar değişiminde hak kaybı yaşanabileceğine dair korkularının temelini teşkil eden ‘başörtülü kadınlar’ meselesi neden mutabakat ve ilke perspektifinde değerlendirmeye tabi tutulmamış diye sormak farz olurdu. Şimdilik bu bahsi diğer olsun.

        Hepsi birbirinden muteber ilkeleri gördüğümde içimden şunu da dedim: Acaba sonradan eklemlenen ‘aşırı milliyetçi ve aşırı devletçi’ler hariç, şu an AK Parti’de siyaset yapan kişilerin kaçı bu şartlarda, bu ilkeleri kabul edilemez buluyordur?

        Diğer Yazılar