Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün bir ara dolar 10 lirayı geçti.

        Sonra bir ara 9.95’e indi diye insanlar sevindi.

        Öyle bir zavallılık.

        Ve biliyor musunuz, başta Merkez Bankası Başkanı olmak üzere, dövizdeki bu savrulma yönetenlerin umrunda değil.

        Onlar her şeyin yolunda olduğunu düşünüyor.

        Vatandaş telaş içinde önüne gelene “Dolar 10 lirayı geçer mi, 15 lira olur mu?” diye soruyor, bunlar "Doların ne önemi var, mühim olan insanlık" havasındalar.

        Öylesine bırakmışlık.

        Utanmasalar "Aman canım onu Amerika düşünsün" diyecekler.

        MERKEZ BANKASI'NIN GÖREVİ FİYAT İSTİKRARINI SAĞLAMAK DEĞİL MİYDİ?

        Türkiye’de Merkez Bankası Başkanı’nın ‘yasalar’ tarafından belirlenmiş bir görevi var. O da fiyat istikrarını sağlamak. Asıl sorumluluğu bu olan Merkez Bankası Başkanı’nın birincil görevi Türk lirasını enflasyona ezdirmemek.

        Ama bakıyorsunuz, Şahap Kavcıoğlu enflasyonu hesaplamaktan çok cari açıkla ilgileniyor.

        Cari açık Maliye ve Hazine Bakanlığı’nın görevi, Merkez Bankası Başkanı’nın değil.

        REKLAM

        Şahap Kavcıoğlu daha önce de "Faiz indirimini müteahhitler istedi" açıklaması yapmıştı. Müteahhitlerin derdiyle dertlenmek de Kavcıoğlu’nun temel vazifesi değildi.

        Yasalarla belirlenmiş vazifesini dert etmeyen, sadece hükümetin ajandasıyla ilgilenen bir Merkez Bankası Başkanımız var.

        Peki bunun sorumlusu sadece Kavcıoğlu mu?

        Elbette hayır.

        Mevcut model, yani başkanlık sisteminden başka her şeye benzeyen hükümet modeli hiçbir kuruma bağımsızlık ve özerklik vermeyecek şekilde kullanılmaya müsait ve öyle de kullanılıyor.

        Yürütme “Döviz kuru yüksekliği ihracatçıya yarıyor, işgücünün maliyeti de düşüyor, cari açık kapanıyor oh oh ne ala” diye vâzediyor, Merkez Bankası da aynı telden çalıyor. Çalmasa sıkıntı olur. Yürütmenin ajandasında müteahhitlere ‘favor’ yapmak varsa, Merkez Bankası Başkanlığı bu iyiliği bizzat yapmak zorunda. Yapmasa sıkıntı olur.

        Pinyataya döndü, Merkez Bankası Başkanlığı koltuğu.

        Çünkü yeni model bu.

        Ve kârlı çıkan iki grup var: Müteahhitler ve ihracat yapanlar.

        Geri kalanlar patates.

        Üstelik bakın burası çok önemli: Müteahhitlere yapılan bu güzelliğin bedelini de orta sınıf ödeyecek.

        Nasıl mı?

        Şöyle: Faiz indiriminden sonra bankalar yeni oranlardan düşük faiz ile konut kredisi verme kararı aldılar. Daha doğrusu böyle bir karar vermelerine karar verildi. Ama dikkatinizi çekerim: Kamu bankaları.

        REKLAM

        Gerekçe "Konut almak isteyen vatandaşı rahatlatmak" olarak sunuldu.

        Oysa konut fiyatları zaten yüksekti, indirim kelimesi duyulur duyulmaz fiyatlar daha da fırladı. Bu konut fiyatlarına bakıp ev almaya yeltenen kişiler yoksullar değil, alt gelir grubu değil, orta sınıf değil. Bildiğiniz ortanın üstü olan sınıf bu.

        Kamu bankaları düşük faizli kredi verdikleri için zarar edecekler. İki kere iki dört.

        Kamu bankaları zarar ettiğinde onların zararını kim finanse edecek? Elbette kamu kaynakları. Bildiniz: Vergilerimiz.

        “Hayat pahalılığının nedeni yüksek faizdir” anlayışı ortaya sürüldüğünden beri, yapılan faiz indirimleri doların yükselmesini, o da enflasyon yükselmesini tetikliyor. Sonuç hayat pahalılığının artması oluyor. Yeni de değil, son üç yılın hikayesi. Enflasyon derken TÜİK’in hesapladığı enflasyonu değil, %50’leri bulmuş reel enflasyonu kastettiğimizi de belirtelim.

        REKLAM

        Özetle çalışmayan bir metot var, bu biliniyor. O halde ortada bir inat var.

        Bu inat hikayesinin maliyetine bakalım bir de.

        Rakamlara bakalım, her şey yolunda, abartıyorsunuz diyenler doğru mu söylüyor ondan sonra karar verelim.

        8,5 MİLYON KİŞİ AÇLIK SINIRININ ALTINDA YAŞIYOR

        TÜİK verilerini baz aldığımızda bile, Türkiye'de nüfusun %26.3’ünün maddi yoksunluk çektiğini görebiliyoruz.

        Yani 4 haneden biri maddi yoksunluk içinde.

        Türkiye’de hafta içinde evine et tavuk balık girmeyen nüfus %33.6.

        Toplumun en fakir %5 vatandaşı yıllık 5,000 lira ile, en fakir %10'u ise 8,000 lira ile geçinmek zorunda.

        Türkiye'de hane halklarının yüzde 13'ü son 10 yıldır sürekli yoksulluk içinde.

        Türkiye'de nüfusun %60'ı senede bir kez bir hafta bile olsa tatile çıkamıyor.

        Türkiye'de nüfusun yüzde 40'ı, duvarları veya çatısı sızdıran, duvarlarında nem olan veya penceresi çürümüş olan izolasyonu yetersiz konutlarda yaşıyor.

        Toplumun en fakir %5 vatandaşı yıllık 5,000 lira ile, en fakir %10'u ise yılda 8,000 lira ile geçinmek zorunda.

        Açlık sınırı Türk-İş'e göre ayda 4 kişilik bir aile için 3000 TL, kişi başı 750 TL.

        Yıllık 9000 TL ediyor.

        Demek ki en az 8,5 milyon kişi açlık sınırın altında yaşıyor.

        Anlayacağınız muhalefetin de işi zor. Çünkü yatıp kalkıp bu tabloyu nasıl düzelteceğine kafa yormak ve ikna edici formüller önermek gibi zor bir görevi var.

        Diğer Yazılar