Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        2 yıl 7 ay 15 gün.

        Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülen en ahmakça davalar sıralamasında ilk ona girebilecek, kamuoyunda da ‘ahmak davası’ olarak tanımlanan davada yargılanan Ekrem İmamoğlu’na biçilen utanç verici cezanın miktarı.

        İşin doğrusu içinde biraz adalet duygusu olan herkesin bu davanın siyasi bir dava olduğuna şüphesi yoktur.

        Davaya konu olan hadise İçişleri Bakanı’nın kim bilir hangi gerekçeyle İmamoğlu’na ‘ahmak’ demesi, İmamoğlu’nun da bir TV yayınında “Asıl ahmaklık 31 Mart’taki İstanbul seçim sonuçlarının tanınmayıp tekrar seçime gidilmesi olmuştur” demesi üzerinde “Vay sen YSK’ya hakaret ettin” şeklindeki zorlama yorum üzerinden suç icat edilmesidir. Oysa dünya alem biliyor ki, YSK baskı altındaydı ve hem seçimi iptal kararı için hem de seçimi tekrarlama kararı için epey zaman geçirdiler. Kıvrandılar da diyebiliriz. İlk karara YSK Başkanı Sadi Güven ile üyeler Cengiz Topaktaş, Kürşat Hamurcu ve Yunus Aykın muhalefet şerhi koydu. Hatta Yunus Aykın’ın muhalefet şerhi tam 17 sayfaydı. Sonra iktidarın almayı beklediği seçim yenileme kararını hızlı almadıkları için de ülkenin en yüksek profilli siyasetçisi tarafından şöyle bir ‘dürtüldüler’. Sonunda dört asli üyenin çekilmesiyle yani ancak yedek üyeler marifetiyle seçimlerin tekrarı kararı alınabildi. Kurul kararını öne çıkıp savunmadı bile.

        Herhalde tam da bu nedenlerle olacak ki, neden sonra İmamoğlu’nun "Asıl ahmaklık…” diye başlayan cümlesini savcılığa ihbar edenin kendisi olduğunu açıklama gereği duydu Sadi Güven. Saygı Öztürk’e verdiği demeçte. Emekliliği ağrısız başım tuzsuz başım şeklinde geçirme isteği ağır basmış olabilir mi?

        Sözün özü, 16 milyon İstanbullunun iradesi kamyon tekerleği altında kalmış bir sokak hayvanı gibi asfalta yapıştı.

        Herhalde kimse "Bu bir bağımsız yargı kararıdır ve karar henüz kesinleşmemiştir, adalet yerini bulacaktır bakalım görelim” diye düşünecek kadar saf değildir.

        Çünkü son hücresine kadar siyasi bir yargılamaydı, sonucu da siyasetin hüküm sürenlerinin istediği gibi oldu.

        Hukuk adına, hukuk devletine güvenmek isteyenler adına son derece üzücü bir durum.

        Çünkü belli ki, iktidarın gözünde sadece milletin kararlarına saygı duymak esastır ve AK Parti ile MHP’nin oluşturduğu ittifaka oy vermeyenler ‘millet’ değildir. Yani aslında İstanbul halkı, 2019’dan beri millet olarak görülmüyor. Dolayısıyla iradelerinin de bir anlamı yok.

        Öte yandan maalesef perşembenin gelişi çarşambadan belliydi aslında.

        Bakın 2021’de şu yazıyı yazmış ve İmamoğlu ile ilgili siyasi yasak olasılığı o kadar uzak değil demiştim. Sadece gerekçeyi farklı tahmin etmişim

        KOMPLO TEORİLERİNE BAKIŞIM

        Şimdi elbette hem iktidar hem muhalefet tarafında tüm olanların Ekrem İmamoğlu’nu kahramanlaştırmak ve ‘yolunu açmak’ için yapıldığına inananlar var.

        Böyle düşünenlerin bir kısmı seviniyor, bir kısmı üzülüyor.

        Türkiye’de mağduriyetin siyasetçilere güç kazandırdığı, İmamoğlu’nun hikayesinin giderek Erdoğan’ın hikayesine benzediği kısmen de olsa doğru.

        Ancak bunun İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı olmasını isteyen ‘birileri’ tarafından ‘tezgahlandığına’ inanmak mümkün değil.

        Böyle bir süreç kontrol edilemez, sonucu kimse garanti edemez çünkü.

        Ancak böyle bir komplo teorisinden bağımsız olarak ilk anda ben de İmamoğlu’nun bu hedef alınma hali nedeniyle yıldızlaştığını, başına gelenlere karşı savaşma azmi ortaya koymasının da kendisini üstü örtülü bir şekilde talip olduğu cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda güçlü bir seçenek haline getirdiğini düşündüm.

        Sonra şartları belirleyenlerin istedikleri zaman istinaf veya Yargıtay süreçlerini çok hızlı ilerletebildiklerini hatırladım.

        Kitleler Saraçhane’ye koştular doğru, insanlar ve altılı masa dün İmamoğlu’nun etrafında kenetlendi. Ancak bu kenetlenmeden mutlak surette ve ileriye dönük bir avantaj elde edileceği fikri o kadar doğru bir fikir değil.

        Çünkü “mağduriyet kazandırır” bir fizik kanunu değil, bunu bir kanun gibi benimserken verilen Erdoğan örneği de bana kalırsa doğru bir örnek değil. Erdoğan örneğindeki tek dinamik ‘mağdur olmak’ değil çünkü.

        Evet bazı unsurlar benziyor ama Erdoğan’ı Erdoğan yapan tek etken şahıs olarak mağdur edilmesi değildi. Çok ama çok geniş bir Anadolu coğrafyası Erdoğan’ın ‘ideolojisi’ ile özdeşlik kuruyor ve O hapsedilirken onun şahsında kendi davasının/ideolojisinin de hapsedildiğini düşünüyordu. Cezaevine girerken de elinde tartışmasız bir başarı elde etmiş olmanın avantajı vardı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olarak kendi döneminde şehri layıkıyla yönetmek gibi.

        Üstelik bugünkü Türk usulü başkanımsılık rejimi o günlerde yoktu.

        Gücün tek elde toplandığı bir hükümet sisteminde yaşamıyorduk.

        Takdir edersiniz ki bu sistemde muktedirler kaçınmak istedikleri durumlardan daha kolay kaçınabiliyorlar, imkanları çok fazla ve onları bu imkanları paylaşmaya, muhalefete avantaj sağlamaya zorlayacak herhangi bir güç de yok.

        Şartlar İmamoğlu’nu yıldızlaştırdı ama 2023 seçimleri açısından da ‘riskli aday’ haline getirdi.

        Peki AK Parti’yi ne hale getirdi?

        Olayların geldiği nokta AK Parti’yi iyi göstermiyor.

        Ancak ne AK Parti ne de Erdoğan epeydir ‘üzerlerine yapışmış kara lekeler’den o kadar da mustarip görünmüyorlar. Sürecin içerdiği devasa haksızlığın İmamoğlu’nu yıldızlaştırmasından da endişe ettiklerini sanmıyorum.

        “Elini kolunu bağladık, urganların halatların arasından dilediği gibi parlayabilir” diye düşünülüyordur.

        KILIÇDAROĞLU’NUN BERLİN ZİYARETİ

        Ahmak davasının sonucundan en fazla puan temin eden isim Meral Akşener oldu.

        Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’de olmadığı saatlerde inisiyatif alarak İmamoğlu’na destek vermesi CHP kitlesi nezdinde de Akşener’in algısını pozitife çevirdi.

        Gerçek şu ki, normal şartlarda çok doğru şartlarda ilerleyebilir olan Berlin seyahatinin zamanlaması yanlıştı.

        Ancak şunları da belirtmekte fayda var:

        14 Aralık günü sabah saat 08.45’te CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu beraberindeki partili kurmayları ve gazeteciler heyetiyle Berlin’e uçtu. Ben de davetli gazeteciler arasındaydım.

        Kılıçdaroğlu’nun 14 Aralık programında Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi Başar Şen’i Ziyaret, (Almanya saati ile 11.00 Türkiye saatiyle 13.00), Berlin Teknik Üniversitesi'nde Prof. Dr. Şahin Albayrak ile Görüşme, Prof. Dr. Eckart Uhlmann ile Görüşme, Funke Mediengruppe Görüşmesi ve iş insanları ile akşam yemeği vardı.

        Ancak bunlardan sadece ilk ikisi gerçekleşebildi.

        Zira Türkiye Berlin’den iki saat kadar bir süre ilerdeydi ve Kartal Adliyesi’nde ilginç şeyler olmaktaydı.

        Türkiye saati ile 12.50’de Kartal Adliyesi'ndeki CHP kaynakları İmamoğlu’na karşı yürütülen ‘ahmak davası’ ile ilgili olarak ‘erteleme kararı geliyor’ şeklinde bir bilgi paylaştılar.

        Hatta aynı kaynaklar yine Türkiye saati ile 13.01’de “Dava 30 Ocak’a ertelendi” şeklinde bir ‘bilgi’ paylaştılar.

        Ancak 13.11’de “Saat 16.da karar verilecek” dediler.

        İstanbul’a döndükten sonra saati saatine rapor tutan CHP teşkilatı üyesi isimlerden alabildiğim bilgiler bunlar.

        Ancak bu bilgiler direkt ve çıplak şekilde anlık Kemal Bey’e iletildi mi, o kısmını bilmiyoruz.

        13.47’de Sayın İmamoğlu halkı Saraçhane’ye çağırdı.

        Türkiye saatiyle 16.30 sularında Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu telefonda konuştu, bu durumu 16.37’de tivitledim.

        İkinci tivitim 18.24’teydi, Kılıçdaroğlu için özel uçak ayarlanabildi ve kendisi de İstanbul’a dönmek üzere oteli terk etti, bunu duyurduk.

        Türkiye saatiyle 18.41’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun kararı kınayan bir videosu yayınlandı.

        Gazeteciler ise ancak 15 Aralık günü dönebildi.

        Mahkeme koridorlardan gelen çelişkili bilgiler ister istemez dikkat çekiyor.

        Kılıçdaroğlu’nun Almanya gezisini 14 Aralık’a alması bir hataydı. Onu kuşku yok. İstanbul’a dönüşü sağlayacak bir uçak ayarlanamasaydı durum tam olarak Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak deyişine uygun bir hal alabilirdi.

        Bu doğrultuda Kılıçdaroğlu’na kim ya da kimler “Bugün buradan karar çıkmaz” ya da “Beraat kararı çıkar”a ikna etti, şahsen çok merak ediyorum. Çünkü ya sağlam kaynaklara sahip değiller ya da niyetleri pek iyi değilmiş.

        Diğer Yazılar