Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Başörtülü kadınların haklarını güvence altına almak için muhalefet kanun teklifi verir, iktidar yok yok anayasa olsun diye el yükseltirken kamuoyu son derece tatsız bir manav önü kavgasına tanık oldu.

        Gerilim karakolda bitti, hatta bitmedi başörtülü muhabire hakaret eden bir hanım gözaltına alındı, sonra adli kontrol şartıyla salıverildi.

        Mesele bu noktaya nasıl geldi diye baktım.

        Manavın güvenlik kamerasına takılan cümleler de dahil olmak üzere bütün görüntüleri izledim, ifadeleri okudum.

        Aylin A. isimli hanım Beşiktaş’ta bir manavda soğan seçerken, yanında kameramanı, elinde mikrofonuyla kendisine yaklaşıp “Bu mevsimde karpuz görmek sizi şaşırtıyor mu?” Diye soran başörtülü bir muhabire daha ilk elden kaba bir karşılık veriyor. Lafı "Mahkemeye vermeyeyim bak sizi" gibi bir yerden açıyor ki şahıs bunu verdiği röportajda da, polise verdiği ifade de reddetmiyor zaten. “Bir anlık sinirle dedim” gibi bir ifadesi var.

        Görüntülerden net olarak anlaşılan karşılıklı atışmada Aylin A.’nın Meryem Nas’a “Alfabeyi öğren” sonra “Soru sormayı öğren” daha sonra “İzin almayı öğren” diye devam eden "seküler üstünlükçü" cümlelerle giderek yükseldiği. Nihayetinde laf dalaşı Aylin A.’nın sarf ettiği “Kafan hava alsın öyle konuş, oksijen girsin beynine” gibi bir yerde zirveye ulaşıyor. Aynı anda "oksijen girmesi gereken yerin" Meryem Nas’ın başörtüsünün altı olduğunu pekiştirecek el hareketleri de kullanıyor.

        REKLAM

        Muhabir Meryem Nas haliyle öfkeleniyor. Dahası elinde bir silah da var... Mikrofon, kamera, olayın akşam haberlerinde yer alabilmesini sağlama avantajı... Medya.

        O da kullanıyor bu silahı. Kadını deşifre etmek için zorluyor, peşinden gidiyor. “Siz ne demek istiyorsunuz, başımı açmamı mı söylüyorsunuz? diye soruyor. Kadın artık herhalde afalladığı için olsa gerek "her yerinizi" diyor.

        Olaylar, olaylar…

        Üzerinden zaman geçti ama kamuoyu bölündüğü yerde kaldı, sağlıklı bir tartışma yapılamadı, yapılamıyor.

        Bazıları “Mağduriyetin sembolü olan başörtüsü, zulmün sembolü oldu” üst başlığıyla konuya yaklaşmayı tercih etti nitekim. Öte yandan benzer olayları çok sık yaşayan benzerilerim, pek çok arkadaşım hakarete uğrayan Kanal 7 muhabiri Meryem Nas’ı haklı buldu.

        Önce bir düzeltme yapalım.

        "Başörtüsü mağduriyetin sembolüydü, zulmün sembolü oldu" ifadeleri son derece genellemeci, indirgeyici ve gerçek dışı.

        Birincisi; başörtüsü mağduriyetin sembolü falan değil. Dini İslam bir kadın olmanın sembolü. Müslüman bir ülkede olunduğunun sembolü. Kültürel bir sembol, d) hepsi. Ama mağduriyet sembolü değil.

        Bir dönem başörtülü kadınların mağdur edilmiş olması, başörtüsünü "mağduriyet sembolü" yapmaz. Bu ifadeyi kullanırsanız insanlar mağdur olmak için ya da mağdur görünmek için tesettüre giriyor ya da başlarını örtüyor gibi bir anlam üretirsiniz ve başörtülü kadınları tekrar tahkir etmiş olursunuz.

        REKLAM

        Tahkir, evet. Çünkü bizler mağdur olmak/mağduriyet ibraz edip imtiyaz biçmek için örtünmüyoruz.

        Öte yandan insan olarak; çalışan, işçi, işveren, öğretmen, memur, mimar, doktor, yazar, televizyoncu olarak işimizi yaparken de hem başı açık hemcinslerimizle hem de erkeklerle eşit muamele görme hakkımız olduğunu biliyor, bu konudaki geri adımlar geri gitmeler, isteksizlikler, kulp takmalar ve nahoş tavırlar karşısında eskiden olduğu gibi sabredemiyoruz, çok sıkıldık ve sabrımız tükendi.

        Başörtüsü bir boş gösteren değil, belirli bir tevazuya, erdemli olma çabasına tekabül etmek zorunda. Ancak yıllarca yasaklanmanın, baskılanmanın, mercek altında alınmanın, kendi mahallemizin lokal muktedirleri -erkekleri- tarafından siyasi bir zırh olarak işlevselleştirilmiş olmanın, seküler öteki ile buluşmalar-diyaloglarda aslında siyaset sosyoloji laboratuvarında deney faresi gibi kullanılmanın neden olduğu travmalara ek olarak Allah sizi inandırsın üstüne üstlük bir de kendi kişisel kaderimiz, kederimiz, hatalarımız kusurlarımız var. Üst üste yaşanmış travmalar nedeniyle bir parça da travmatik bir topluluğuz.

        Kısaca muhabirin neden çileden çıktığını çok iyi anlıyorum.

        Ortada çirkin bir tutum var.

        Aylin A. daha ilk andan itibaren kendisi domestik bir edilgenlik içinde "soğan seçerken", kendi normaline göre "evde oturması" gereken; olmadı en fazla sokakta bir "çeşitlilik olarak" var olmakla yetinmesi gereken başörtülü bir genç kadının teklifsizce mikrofon uzatmasını -aslında sadece işini yapmasını-, kendisine yapılmış bir sınır ihlali olarak görüyor daha en başta. Ne cüretle öyle değil mi?

        REKLAM

        Hepimiz biliyoruz ki, soruyu soran kişi seküler bir kadın olsaydı o tepki asla o şekilde verilmeyecekti.

        Ah evet, belki de tek sebep Meryem Nas’ın nasıl göründüğü değil. Sorusunun içerdiği gizli propaganda arayışı ve bu propagandaya hiç de gönüllü olmayan, belli ki fazlasıyla muhalif bir hanımı aracı etme çabası. Bu mevsimde karpuz görmek sizi şaşırtıyor mu cümlesi pekala "Bakın işte hepsi AK Parti sayesinde değil mi?" ile taçlandırılabilir ve belki de Aylin Hanım buna sinirlenmiştir. Ancak bu durum bile konunun hızlı biçimde "alfabeyi öğren" veya "kafana hava girsin" derken yapılan o el hareketlerine gelmesini açıklamaya yetmiyor.

        Peki, bu açıklamayı mahkeme yapabilecek mi?

        Şöyle diyeyim: Aylin A.'ya verilen karşılığın dozunda da bir sorun yok mu?

        Anlayacağınız, bu tepkiyi anlıyorum ama doğru bulmuyorum.

        Onca ifşaatın, onca yolsuzluk ihbarının, onca kara para kaçakçılık vs ihbarının yapıldığı ama kimselerin ifadeye bile çağrılmadığı; gündüz gözüyle Sinan Ateş’in öldürüldüğü ve buna hatırı sayılır/dişe dokunur hukuksal karşılığın üretilemediği bir ülkede, "başörtüme laf etti" ihbarının bu kadar ciddiye alınması farklı ve tatsız soruların sorulmasına neden olur.

        Daha kötüsü, aradığımız özlediğimiz normalleşmeyi öteler, erteler.

        YA TERSİ OLSAYDI?

        O sorulardan biri mesela, "Bir zamanlar başlarını örttükleri için mağdur olan kadınlar, şimdi ellerinde devlet destekli bir sopa, yeni bir muktedir olma biçimi mi geliştiriyor?”

        REKLAM

        “Başörtüme laf etti” isimli bir hak arama aracı, eşitlik özlemini sollayıp arkada bırakarak imtiyaz talep etme noktasına gider mi?

        Bu soruları anlamak için "ya tersi olsaydı?" şeklinde bir ön soru soralım.

        Benzeri bir tartışma, başörtülü bir hanımın başı açık ve belki de dekoltesi de olan başka bir hanıma "İyisi mi biraz giyin, her yerin açıkta kaldığı için üşütmüşsün, kafa da üşümüş haliyle" demesiyle ilerleseydi, -ki hiç olmayacak şey değil- ve bu kez de muhatap "kıyafetime laf etti, yaşam tarzıma müdahale var" diyerek tesettürlü olan hanımı deşifre etseydi, daha sonra hadise emniyete şikayet-gözaltı sürecine doğru gitseydi ne düşünürdük?

        İyi şeyler düşünmezdik. Dahası "Ne oluyor yahu, ayaküstü bir ağız dalaşından iş nasıl mahkemeye geldi?" diyebilirdik.

        SİSTEME KARŞI MÜCADELEDEN SİSTEMİN SOPASINI ARAÇSALLAŞTIRMAYA…

        Şöyle bir çelişki de var:

        Biz ne giyeceğimize nasıl inanacağımıza karışan rejimle yıllarca kavga ettik. Bu kavga aynı zamanda rejimin otoriter cihetine karşı verildi.

        “Öteki” saydığına, "makbul vatandaş" olarak görmediğine son derece acımasız davranan sisteme karşı bir mücadeleydi.

        Özgürlükçü tınılar taşıyan kısa bir moladan sonra zamanın 28 Şubatçıları bugünün iktidar ortağı oldu ve eski Türkiye’nin otoriter yüzü hafif yeşil bir kıvam alarak yeni sürümüne güncellendi.

        REKLAM

        Muhafazakarlar da AKP üzerinden, dolaylı olarak otoriter rejimin demir sopasının kullanım hakkına ortak oldu. Malum, devletin güvenlikçiliğine, şiddet kullanma tekeline destek sloganları atıldı, mazlumla mağdurla devletin ezdikleri ile empati unutuldu.

        Başörtülü kadınlar kavgalarını rejime, sisteme, ötekileştirilmeye karşı ve tüm ötekileştirilenlerle empati kurarak vermişlerdi.

        Şimdi rejimin gücünü densiz de olsa hepi topu sivil olan kişilere karşı hoyratça kullanmak , belki de bu yüzden, en çok bize yakışmıyor.

        Dindarlara. Ama en çok da dindar kadınlara.

        Manavdan çaçaron toplayıp devlete götürmek en çok bizim mücadelemizle doku uyuşmazlığı içeriyor.

        Tam da bu nedenle, işin içinde galiz küfür olmadığı sürece, her olumsuz müdahalenin üzerine kılıç kalkan yürümenin başörtüsünü normalleştirmeyeceğini, daha çok marjinalize etmeye davetiye çıkaracağını düşünüyorum.

        Bakın, travmalarla dolu kamusal alan maceramız, akıl ve insanlık dışı müdahalelerle dolu tarihimiz bir daha tekrarlanmasın diye, muhalefet ve iktidar bir komisyonda, bir masa etrafında konuşuyor.

        Kadınların mücadelesi anayasal güvence alma noktasına geldi.

        Her şey yolunda giderse "normalleşme" için önemli bir eşik geçilecek.

        Bunun kıymetini bilmek, ama daha önemlisi bu kıymeti doğru karşılayabilmek lazım.

        Hayatın olağan akışı ile uyum, her uzlaşının her normalleşmenin özüdür.

        Diğer Yazılar