Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YUSUF Kaplan Hocam 23 Mart'ta başladığı "Sadede Gelelim, Filmin Poetikası mı, Politikası mı?" başlıklı üç bölümlük enfes yazısında normlarıyla düzgün iletişim/etkileşim içinde olamayan sinema adamının anlamlı formlar üretemeyeceğini, hatta alıp kopyalamakta bile başarısız olacağını anlatıyor. Sinema konusunda düşünenlerin "medeniyet" meselesine bigâne kalamayacağını ve fakat ne yazık ki ülkemizde bigâne kalındığını, "şimdi" bu işlerin değiştiğini/değişeceğini, yeni bir damar geldiğini söylüyor.

        Uğur Vardan ise çoktan başlamış tartışmanın uzamında "Damar ise hani nerede, çıkarın görelim" diyor. Ben ise Kaplan Hoca'mın müjdelemekte, arkadaşım Uğur'un ise küçümsemekte aceleci davrandıklarını düşünüyorum. Doğru, er ya da geç "bu topraklardan" kendi sesine kulak kabartan sinemacılar çıkacak, çıkabilir ve Semih Kaplanoğlu filmlerine, Ayşe Şasa'ya bakarak bile "geliyorlar" ümidine kapılabiliriz. Ancak bir de gerçek var, muhafazakârlar/dindarlar siyasette ve ekonomide kat ettikleri bunca yola rağmen sinema alanında aynı mesafeyi alabilmiş değiller. Niyet var mı, ona da emin değilim. Tek sorun "sol-seküler" dernek, simsar-eleştirmen troykaları tarafından engellenmek, dışlanmak olmasa gerek.

        Nitekim Fatih Özgüven, solun da sekülerin de öteki hikâyeleri kapsayacak ölçüde değiştiğini, muhafazakârların değişmeye niyeti olup olmadığını soruyor. Asıl mesele bu, muhafazakârlık ötekinin hikâyelerini nereye kadar kapsayabilir? Eğer o denli değişirse geride "muhafazakârlık" diye bir şey kalır mı? Sondan başa geldik, çünkü polemik, İhsan Kabil'in İfİstanbul'da gösterilen bazı filmleri aile değerlerine aykırı bularak, ağır küfür, müstehcen sahne ve eşcinsel ilişki içeren filmlere yer veren festivale Kültür Bakanlığı desteğini sorgulamasından, Uğur Vardan'ın ise bu sorgulamayı ihbar kabul etmesinden çıkmıştı.

        Kabil'in duruşunun iktidarla mesafesi azalınca işi ihbarcılığa dökmekle bir ilgisi yok; Kabil on yıllardır sinemaya böyle bakıyor, dinen "batıl" olanı tasvirin, her ihtimalde sorunlu olduğuna inanıyor ve sanat anlayışına bu sabiteden hareketle yön veriyor, eleştiri hakkını kullanması normal. Ama "aile değerlerine aykırılık" kriterinden yola çıkarak devlet desteğinin sorgulanması, sorunlu bir durum. Çünkü aile değerleri dendiği anda, bu sadece eşcinsel ve tek gecelik ilişkileri konu olan filmlere yönelik bir tavır olarak da kalmaz. Neil Jordan bana göre gelmiş geçmiş en sert dini mesaj filmlerden biri olan ve fakat son derece müstehcen bir film olan "And of the Affair"i çekerken ya da dağıtımını yaparken, bu kritere toslayacağını düşünse öyle bir film ortaya çıkabilir miydi?

        Bu tartışmanın beni ilgilendiren en önemli noktası ise öteki cins, öteki yaşam tarzı, "öteki" hayatlara karşı gardını almaktan yorgun düşmüş muhafazakâr müktesebatın, "beriki", yani "kendisi" hakkında ne anlatacağını unutmuş olmasından kaynaklanan tutukluğu meselesi. İbn-i Arabi'den, Mevlânâ'dan, Yunus'tan beslenen bir toprağın sesi isek yüzde yüz yerli tondan en iyi aşk filmlerinin bu topraklardan çıkması gerekirdi. "Sevmek Zamanı" aşılamadı, bana kalırsa "Kırık Bir Aşk Hikâyesi" de öyle ve en "aşkın" aşk filmleri Wong Kar Wei (Aşk Zamanı) ya da Kim Ki Duk (Boş Ev) tarafından çekilmiş bulunuyor.

        Muhafazakârlar ötekinin hikâyelerine açık olurlarsa ya da ötekine özgüledikleri "anlatma, teşhir etme" halini taklit ederlerse ötekine benzeyeceklerini, yok olup gideceklerini sanıyorlar. Benzeme ihtimalinin korkusuyla uzak durdukları hayatlar yüzünden, kendilerine ait olan kıymeti sınama şansları da olmuyor. Çünkü batan güneşi arkasına almış bir ağacın dalında oturmuş çağla yiyen uzun saçlı küçük bir kız, içinde yer aldığı manzaranın ne kadar hayranlık verici olduğunu bilmez, bunu tarif etmek için kentten gelen bir şairin "Tanrım, ne kadar da pitoresk" demesi gerekir ya da küçük kızın büyümesi, kente gitmesi, kötü ve iyi insanlarla tanışması, geri dönüp o günü, o resmi, güneş batarken hatırlaması... Daha epey zamanı var.

        Biz, çağla ağacından inmemiş çocuklarız. Korkmamız normal ama bu korkuya gönülsüz ortaklar arama çabamız beyhude.

        Diğer Yazılar