Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ALİ Bulaç ve Mümtaz'er Türköne arasındaki İslamcılık tartışması düzeyli polemik dozu ve bereketli kışkırtıcılığıyla yol almaya devam ediyor. Ömer Lekesiz, İbrahim Kiras, Ahmet Demirhan, Özlem Albayrak anlamlı katkılar sundu. Alakasız isimlerin "İslamcılık ölüyor" şeklindeki bağlamsız sevinçleri ise dikkat çekiciydi.

        Teşbihte hata olmaz. Batı tarzı modernliği yokuş aşağı hızla ilerleyen bir otobüs olarak tasavvur edip, bu hız ve yaratacağı değişim karşısında frene basma gereği duyana "muhafazakâr" diyorum ben. Frene basmaktan çok otobüsteki arızayla, otobüsü oluşturan ahalinin ontolojisiyle, bu çelişkinin ortasında ne aradığıyla ilgili sorular soran, cevaplar üretene ise İslamcı. Allah dilediyse şoförün zaten frene basacağına, Allah dilemezse otobüsün duvara toslayacağına, hayır bildiklerimizde şer, şer bildiklerimizde hayır olduğuna inanan kişiye ise "dindar" demeyi uygun görüyorum.

        "Dindar", değişime entegre olma konusunda yahut ona direnme konusunda üzerinde mutlak bir baskı hissetmeyen, hayatı "hikmetçi" bir duruş ve kavrayışla ele alan, "tasavvufla ilgilenenler" grubundan, ameline, ibadetine, pratiğine ve istikametine de dikkat etmesiyle ayrılan kişi... Ne gariptir ki 28 Şubat'ta alınan "son yenilgiden sonra başka bir formayla "merkeze" yürüyen İslamcı kuşaklarda, hani o "İslamcı değilim, dindarım" ifadesini bir sloganmış gibi dolaşıma sokanlarda bu türden bir dindarlığın esamisi yok.

        Belki tam da bu nedenle bu kadar çok tartışılıyor "İslamcı". Çok iddialı çıkmasına rağmen, en erken çözülen olmasındaki sırrın cezbediciliginden sebep. Peki, ip nerede koptu?

        "İslamcı değilim, dindarım" ifadesindeki, "dindarım" ibaresinin İslamcılık adına apolojetik bir eşik olduğuna kuşku yok. Ne tuhaftır ki, Batı medeniyetinin, Batılı modernitenin meydan okumasına karşı İslam'ın içinden bir itiraz geliştiren, Batılı değerlerin iflas yolunda olduğunun erken habercileri olan İslamcılar, liberal vesayete ilk teslim olanlar oldu. İslamcı'nın kendisine daha liberal bir hayat hikâyesi yazıp, İslamcılığının hikâyesini ailesine meydan okumakla başlatması da, aynı İslamcının kendisine bir tür Avrupa aydınlanması vaadini ima eden "ampul" logosunun altında yer bulabilmesi de birbiriyle ilintili sahnelerdir.

        İslamcı, çağın sorunlarına Kitap'ın içinden çözümler getirmek, İslam toplumlarını kimlikleri üzerinden aşağılayan küresel ve yerli otoritelerle yüzleşmek olduğunu biliyordu. Bunun için temizlemesi gereken ilk çapağın ulul emre itaati, müsteşrik otoriteye itaat olarak yorumlayan el çabukluğunu, bu zulme boyun eğen "munisliği" mahkûm etmesi gerektiğinin de farkındaydı. Kelime-i tevhidin "La" kelimesiyle başladığını, iktidarı ve toplumsal ilişki örüntüsünü yeniden tanımlamanın ve vahye dayalı adil bir sistem inşa etmenin yolunun sadece oryantalistlere, müsteşriklere, kan emici küresel düzenin ağababalarına karşı değil, içimize kadar girmiş, kirli uzlaşmaları meşru gösterme yolundaki kullanışlılığıyla üzerimize ölü toprağı serpmiş "geleneğe de" başkaldırmak gerektiğini düşünüyorlardı.

        Kâğıt üzerinde iyi bir fikirdi. Ancak dinin düşünce, ibadet, pratik ve persepketifinin hercümercinden başka, bir de inanmanın duygu, düşünce ve davranış bütünlüğünü sağlayan harç idi gelenek. Ne yazık ki "gelenek" ile "töre/tora" arasındaki fark; anlamlı da olsa, "refleks" yanı ağır basan İslamcılığın dinamizmine, ateşine ve aceleciliğine toslayarak paralize oldu. Fark yeterince algılanamadı. İslamcının gelenekle bağı koptu. Oluşan boşluğa "masiva" dadandı.

        Kitleselleşme ve iktidar ile sınanma, toplumu temsil ve yeni toplum mühendislikleri faaliyetleri, tilki ve kürkçü dükkânı hikâyesi üzerinden geleneği yeniden keşfetmesini dayattı. Şimdi o, gelenekle yeniden buluşuyor.

        Ama "neoliberalizm" üzerinden...

        Bu buluşma, kılık, kıyafet, kadın ve çocuğun yönetimi, sosyal dayanışma konfigürasyonu olarak zekât-sadaka konusundaki "görüngüleri" koruyup ondan ötesini küresel sistemin piyasa mekanizmasına ve güç dengelerine emanet etme yolunda bir kötü konsensüs manzarası veriyor, şimdilik.

        "Mutlu sonların" aynı zamanda "hüzünlü" de olabileceğini gösteren bir hikâye. Ama "İslamcı"dan ümit kesilmez, dahası hakkı hiç yenmez.

        Ben nerede ne kaybettiğini hatırlayarak, farklı meşrep ve mizaçlarla harmanlandığı birliktelikler arasından çıkıp yükselecek şekilde, şimdilik sadece uyku modunda olduğunu düşünüyorum.

        Diğer Yazılar