Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ARTIK Orhan Pamuk’u eleştirmek de kendisi ve eserleri kadar klişe. Gel gör ki insan istese de klişeden kaçamıyor.

        Bisikletin üstünde kulağımda kulaklıkla Orhan Pamuk’un Slate’e verdiği söyleşiyi dinliyorum. Onu iyi tanıyorum, defalarca konuşmuşluğumuz var. Bu sefer iyice huysuz, tuhaf ve nörotik geliyor üslubu kulağıma; zorlama, klişe entelektüel tipolojisine uygun rol yapar gibi.

        Heybeliada’daki evinden bağlandığı söyleşinin ilk kaydında bir sorun çıkmış; ikinci denemede daha cümleye başlar başlamaz aksaklık halinde konuşmayı keseceğini sertçe beyan ediyor.

        Star kaprisi mi? Olabilir. İngilizce’ye çevrilen “Kırmızı Saçlı Kadın” için promosyon turunda. 200 sayfalık romanın reklamını yapmak istiyor, zaten bunu da açık açık söylüyor.

        Bütün büyük starlar gibi elindeki metne sadık kalarak konuşuyor, hatta sorulan çok basit bir soruyu bile anlamıyor. Söyleşi daha çok nasıl yazdığı gibi sıradan sorular üzerine. Belli ki politik sorular da gelecek, kaçınılmaz bu. Ama o yolu da bizzat Orhan Pamuk açıyor.

        ERDOĞAN SORUSU

        Yakın zamanda gazetecilerin kendisine Erdoğan’ı sorduğunu, halbuki kendisinin roman üzerine konuşmak (daha doğrusu tanıtım yapmak) arzusunda olduğunu söyleyen bir yazar için ilginç bir geçiş. Yine büyük star taktiği tabii.

        Pamuk Türkiye meseleleri hakkında genel geçer yorumlar yapıyor. Kendisinden siyasi bir analiz beklenmediğini, Erdoğan’ın gündeminde olmadığını söylüyor. Kürtler ve Ermeniler de gündeminden tamamen düşmüş, artık hiç bahsetmiyor.

        15 Temmuz’da darbeyi önleyen halkın onun değerlerini savunmasa da kahraman olduğunu, bu halka minnettar olduğunu vurguluyor. Ama bir sene sonra nasıl karamsarlaştığını, ifade özgürlüğü meselesinde yaşanan aksaklıklardan nasıl rahatsızlık duyduğunu söylüyor. Sert, eleştirel bir üslup değil. Bu kadarı Karar Gazetesi’nde bile söyleniyor.

        Orhan Pamuk artık başı ağrısın istemiyor. Türkiye’de eli kalem tutan yazarların yaşadığı zulme kıyasla bugüne kadar burnu bile kanamamasına rağmen anlayabiliyorum. Ama bu tercihin altında artık gündeme gelmesinin, iktidarı ya da yerleşik düzeni rahatsız etmesinin kendisine bir getirisi olmadığının da yattığı ortada. Bunu bilecek kadar zeki.

        BÜYÜK ROMAN

        Sonuçta ikinci bir Nobel daha almayacak; dahası 90’ların sonuna kıyasla politik çıkışlar dünyada pek kitap sattırmıyor artık.

        Pamuk, tıpkı Salman Rushdie gibi, fırtınalar sonrasında ulaştığı şöhretle yerleşik edebiyat düzeninin bir parçası oldu. Ve tıpkı Rushdie gibi fırtınalar koparttığı yıllardan sonra bir daha o “büyük” romanı yazamadı. İki yazarın özellikle New York’a taşındıktan sonra benzeşen kaderlerini görünce (genç sevgili yapmak vs.) artık edebiyatı bir yaşam biçimi veya tutku değil de sadece yapılması gereken bir iş olarak mı görmeye başladıklarını merak ettim.

        Pamuk söyleşide artık sadece istediğini yazma lüksüne sahip olduğunu ve bunun bir iş olmadığını söylüyor.

        Doğrusu ben eskiden kitaplarına hayran olan ama sevdiğim romanlarının bu kadar çabuk zamana yenildiğini görüp üzülen bir okuru olarak onunla bu pazarlık masasına oturmaya hazırım. Tamam, Erdoğan konuşmasın, Türkiye’yi kötülemesin ve ondan politik çıkış beklemeyelim. Hatta eskiden iddia ettiği gibi bir yazarın görevlerinin aile sırlarını ortalığa dökmek olduğunu da unutalım, kimsenin kavgasını onun vermesini beklemeyelim. Ama bunun karşılığında, hem madem eskisinden daha çok edebiyat üzerine çalışıyor, hiç değilse iyi bir roman görelim. Yazabilecek mi? Çağan Irmak iyi film yaptığı gün o da yeni büyük romanını yazar, emin olun.

        NE ZAMAN ÖZGÜRDÜK?

        ORHAN Pamuk diyor ki:

        - 12 Eylül’ün biteceğini biliyorduk, ama şimdi önümüzü göremiyoruz.

        - Dahası 12 Eylül döneminde zaten özgürlüklerimiz yoktu ama bu dönemde inanılmaz özgürlükler açılmıştı, şimdi onlar geri alınıyor.

        - Özellikle beş yıl, sekiz yıl önce çok özgürdü Türkiye. Ben hiçbir zaman Türkiye’nin İsviçre olduğunu hatırlamıyorum, ama yine de Pamuk’un bazı çelişkilerine dikkat çekmem gerekiyor.

        - Kendisine soruşturmalar açıldığını, korumayla gezmek zorunda kaldığını, tehditler aldığını her fırsatta vurguluyor. Bunlar sınırsız özgürlüklerin açıldığını söylediği dönemde olmadı mı?

        - Pamuk bugün arkadaşlarının hapiste olduğunu, ifade özgürlüklerinin kısıtlandığını da söylüyor. Ben de beş sene öncesine gidince geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Doğan Yurdakul başta gazeteci arkadaşlarımızın FETÖ kumpasıyla hapse atıldığını hatırlıyorum.

        - Sekiz sene öncesine gittiğimde ise FETÖ’nün yargıyı ele geçirme planlarını uygulamaya soktuğunu, kumpas davalarının fitilini ateşlediğini...

        Bütün bu gelişmelere de Orhan Pamuk ve “arkadaşları” alkış tutuyordu.

        **************

        #İngilizce

        DR. ÖZ VE PAMUK FARKI

        BİZİM gibi üçüncü dünya ülkelerinde yabancı dil öğrenenlerin en büyük kompleksi dili mümkün olduğu kadar aksansız konuşmaya çalışmaktır. Genç yaşlarda daha kolay edinilen bu yetenek yaş ilerledikçe zorlaşır.

        Aksansız İngilizce konuşanlar bilinçaltında aksanlı İngilizce konuşanlara hep hafif bir küçümsemeyle bakar. Bahsettiğim aşağılık kompleksinden dolayı.

        Perihan Mağden dikkat çektiğinde fark etmiştim: Orhan Pamuk’un kulağa korkunç gelen bir İngilizce’si var. Dilbilgisi hatası yapmıyor, ama cümleleri Türkçe’ymiş gibi vurguluyor ve heceliyor. Kimi kelimelerdeki telaffuzu bariz hatalı olmasına rağmen kasten o şekilde söylediği belli.

        AKSANLI İNGİLİZCE

        Arianna Huffington gibi. Oxford mezunu Yunan asıllı milyoner gazeteci herhalde istese ağır aksanını düzeltirdi, değil mi? Tıpkı Robert College mezunu ve yıllarca Amerika’da yaşamış Pamuk veya İspanya’dan Hollywood’a transfer olan Penelopé Cruz gibi.

        İngilizce konuşan Fransızlar için aksan milli bir madalyon gibi, sıkı sıkı korurlar. New York’ta başaran yabancılar içinse aksanlı İngilizce konuşmak bir “göçmen mucizesi” hikâyesine katkı sağlayan renkli bir unsurdur. Sonuçta herkes kusursuz İngilizce konuşuyor, aradan aksanlı konuşanın başarısı sıyrılıyor.

        Mehmet Öz içinse durum farklı. Amerikalıdan daha çok Amerikalı gibi konuşuyor, zaten uzun yıllar hiç kimse onun Türk asıllı olduğunu bilmiyordu. Son yıllarda Türkiye’nin bir para kapısı olduğunu görünce (mesela THY reklamları) Türklüğünü hatırladı. Onunki bir Amerikan masalı, Orhan Pamuk’un ya da Arianna Huffington’ınki bir fetih hikâyesi.

        Mehmet Öz

        Diğer Yazılar