Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE’nin en kıymetli arazilerine okullar yapılması Cumhuriyet devrimlerinin bir mirası. En değerli alanları okullara tahsis ederek eğitime verdiği önemi, gelecek kuşaklara olan güvenini gösteriyordu kurucular.

        Yaşanan kentsel dönüşüme karşı Kuleli Askeri Lisesi geçen seneye kadar adeta tek başına bir savaşçı gibi duruyordu. İstanbul Boğazı’nda yalı olmayıp da önünde hiçbir engel bulunmayan, önü özellikle açık bırakılmış o ihtişamlı bina akıbetini bekliyordu. Bir gün artık okul olarak kalmayacağını eminim hepimiz içten içe biliyorduk.

        15 Temmuz’dan sonra askeri okulların kapatılmasıyla Kuleli de kendi kaderine terk edildi. Binanın akıbeti belirsizken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bu binanın müze olarak kullanılmasını istediği açıklandı. En güzel çözüm bulundu böylece.

        Londra’daki Tate Modern gibi denize nazır, denizden de karadan da ulaşılabilen muazzam bir simge olabilir Kuleli Müzesi.

        Ancak Kuleli’nin kaderinin, binanın arazisinin sahibi Milli Savunma Bakanlığı ile burayı restore edip müzeye dönüştürecek Kültür Bakanlığı arasındaki arazi alışverişine takıldığını yazıyor dünkü Hürriyet. Boğaz tarafındaki binanın tam yanındaki bahçenin de müze arazisine dahil olmasını istiyor Kültür Bakanlığı. MSB de denize açılan tek alan olan bu bölgeden feragat etmek istemiyor. İki taraf da kendi açılarından haklı.

        O halde burada daha duygusal bir karar vermek gerekiyor. Oyumu Kültür Bakanlığı’ndan yana kullanıyorum.

        BAHÇESİZ MÜZE

        Günümüzde müze dediğimiz sadece sanat eserlerinin sergilendiği dört duvardan ibaret bir bina değil. Aksine yaşayan, binasıyla, bahçesiyle de ziyaretçileri davet eden bir alan.

        Frank Gehry’nin Bilbao’ya yaptığı Guggenheim Müzesi’ni iki katı kapalıyken gezip yine de büyülenmiştim. Renzo Piano’nun New York’ta Whitney binası sadece eserleriyle değil, giriş katındaki lokantası, birkaç kata yayılan teraslarıyla insanı çekiyor. Yine New York’taki MoMA’nın genişleme planlarında ise müzenin heykel bahçesinin kamuoyuna ücretsiz açılması projesi yer alıyor. Çünkü müzeleri yönetenler artık bu binaların 24 saat yaşayan, ilham veren alanlar olmasını istiyor; talep de bu yönde.

        Bahçenin müzenin nasıl hayati bir parçası olduğunu yıllardır kendi ziyaretçi kitlesini oluşturan Arkeoloji Müzesi’nden de biliyoruz oysa.

        Kuleli’nin bahçesi de gençlerin, âşıkların, sanatseverlerin ve bütün halkın buluşacağı yaşayan bir alan olabilir.

        Kaldı ki denize nazır bu bahçenin müzeye dahil edilmesi, sanatın hizmetine sunulması, bakanlığın da bu yeşil alanı halka açması simgesel açıdan da önemli.

        **************

        #GülbenYeşim

        GÜLBEN BU TUZAĞA DÜŞER

        AHMET Tulgar zamanında Hülya Avşar’a “Metin Münir’in ‘Sabah Olayı’ kitabını okudunuz mu” diye sorduğunda beklediği gibi hayır cevabı almıştı. Ne alaka değil, Münir piyasaya sonradan giren bir gazetenin nasıl sektörün liderini tehdit ettiğini anlatıyordu kitapta.

        Sabah ilk yıllarında durmaksızın düzenli bir şekilde Hürriyet’e saldırıyordu. Amacı muhatap alınmaktı. Çünkü muhatap alınırsa bir anda Hürriyet’in dengi haline gelecek, aynı ligde top koşturacaktı.

        Zehir gibi bir zekâsı olan Hülya Avşar anlatılınca benzetmeyi çözdü: Bugün Gülben Ergen varsa zamanında Hülya Avşar ona cevap verdiği, muhatap aldığı, onu bir anda kendi rakibine dönüştürdüğü için var.

        Çok sofistike bir taktik de değil bu, ama zaman zaman herkes bu tuzağa düşüyor.

        Gülben Ergen şimdilik oyunu kuralına göre oynuyor, kendisine saldıranlara yanıt vermiyor. Kısacası Hülya Avşar’ı düşürdüğü tuzağa düşmemeye çalışıyor. Yeşim Salkım ve Seren Serengil’i muhatap kabul etmiyor.

        Ama her iddiasına girerim er ya da geç dayanamayacak ve yanıt verecek. Kendisini tutamayacak.

        Çünkü magazin şöhretleri Gülben Ergen kadar stratejik bile olsalar sonuçta kendilerini besleyenin bu polemikler, bu tür tartışmalar olduğunu biliyorlar. Tepede tek başına yaşamanın keyfi yok, rakip yaratmak, didişmek adeta bir zorunluluk. Şöhret çarkı işlesin diye...

        Hülya Avşar da bu yüzden Gülben Ergen’i bile bile ringe davet etti. Evet, sonuçta Gülben Ergen diye biri şöhret oldu. Ama Hülya Avşar da bir gün bile şöhretinden, starlığından hiçbir şey kaybetmedi. Hatta yarattığı rakiple daha fazla gündeme geldi, haber oldu, şöhretini yeniden yarattı.

        GÖRECEKSİNİZ

        Gülben Ergen de bir süredir eski performansında değil. Öyle ya da böyle, istese de istemese de muhatap almak, yanıt vermek, bu oyunu sürdürmek zorunda kalacak. İyi olur, bize de geçmiş şöhretlerin kavgasından eğlence çıkar.

        İKİSİNİN FARKI NE?

        YILLAR önce Gülben Ergen ve Yeşim Salkım arasındaki kavga ilk patladığında bir yazı yazmıştım, aklımda o yazıdan tek bir cümle kaldı: Bu kavganın bir tarafı halk gözünde sempatik, diğer tarafı ise antipatik.

        Kimin hangisi olduğunu keşfetmek zor değil, bu önermenin hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum.

        **************

        İLK TEPKİSİ DEĞİL

        AMERİKAN basketbolunun kral lakaplı oyuncusu LeBron James’in Başkan Trump’a “serseri, beş para etmez, aylak” anlamına gelen “bum” diye hitap etmesi olay oldu. Oysa bu ilk tepkisi değil.

        Kulübü Trump Otelleri’yle anlaşma yapmasına rağmen o ve başka oyuncular takımla aynı otelde kalmadı. New York’taki Trump Soho’nun sahibi Donald Trump olmamasına rağmen onun adının yazılı olduğu binaya girmedi. Simgesel olarak bile adının özdeşleşmemesine özen gösterdi.

        Şimdi de Stephen Curry’ye destek çıkarak sistemli muhalefetini sürdürüyor.

        Şaşırtıcı olan Stephen Curry’nin tepkisi. Çünkü NBA’in iyi çocuğu olarak parlayan basketbolcu, tıpkı Michael Jordan gibi kutuplaştırıcı, tartışmalar yaratan bir oyuncu olmaktan çekinir, pek politik çıkışlar yapmazdı. Beyaz Saray’a çağrılsa bile gitmeyeceğini açıklaması Trump’ın en sağlamcı oyuncuyu bile tepki vermeye zorladığının kanıtı.

        **************

        ARDA NOTU

        ARDA Turan’ın yakın bir arkadaşı, futbolcunun Şeymacun ayinine niye gitmediğini anlattı bana: “Düğün günü maç kadrosunda yoktu ama Barcelona o akşam evinde oynuyordu. Pratikte bir futbolcunun sakat bile olsa şehirden ayrılması yasak...”

        Sahiden bu kadar basit mi? Pek ikna olmadım ama duyurmak görevim.

        Diğer Yazılar