Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇTİĞİMİZ günlerde Stockholm’de yaşayan Lütfi Özkök uykusunda hayata veda etti. 94 yaşındaydı ve İstanbul’da başlayan hayatı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yerleştiği ve evi olan Stockholm’de son buldu. Özkök, şair ve çevirmenliğinin yanı sıra dünyaca ünlü bir fotoğraf sanatçısıydı. Çektiği edebiyatçı portreleriyle dünyada isim yapmıştı; bir ara Nobel Ödülü’nü kimin kazanacağını onun çektiği fotoğrafların belirlediği bile söyleniyordu. Uzun yıllar Yaşar Kemal’in Nobel alamadığı için onu suçladığı şehir efsanesi olarak dillendiriliyordu.

        Stockholm’deki Nobel Müzesi’nde özel bir alanda edebiyatçı portreleri sergilenen Özkök’ün kamerasına yazarlar Nobel almadan önce poz vermişti. Sartre, Marquez, Neruda, Paz çektiklerinden sadece bazıları. Arşivinde 1500’den fazla edebiyatçının portresi var.

        Nâzım Hikmet’in en bilinen fotoğrafını da o çekmişti, münzeviliğiyle bilinen Samuel Beckett’in nadir fotoğraflarından en tanınanını da. Bu fotoğraf Steve Jobs’ın Apple’daki yeniden doğuşunu simgeleyen meşhur “Think different” reklam kampanyasında da kullanıldı.

        Özkök önemli bir sanatçı olmasının ötesinde annemin amcasıydı.

        Birkaç sene önce Brooklyn’de Paul Auster’la sohbet ederken “Vertigo” romanının arka kapağındaki Özkök’ün çektiği portresinin en sevdiği fotoğrafı olduğunu söylemişti.

        Özkök’ü tanıyan birinin büyülenmemesi olanaksızdı. Stockholm’de yaşayan Osman İkiz onun hayatını yazıp hem İsveççe hem Türkçe yayımlamıştı. Yayımlanmadan okuduğum kitap basıldıktan sonra Stockholm’deki kitapçı dükkânlarında Özkök’ün fotoğraflarıyla sergilenmişti.

        80 yaşında bile enerjisinden hiçbir şey kaybetmemiş, dünyada olan biteni çok iyi takip eden, coşkulu bir adamdı. Stockholm’e çeşitli vesilelerle her yolum düştüğünde baş başa uzun vakit geçirdik, evinin yakınındaki marketten aldığım İsveç köftelerini yerken. Türkiye’den en çok istediği şey zeytin ezmesiydi.

        BECKETT’İN İÇKİSİ

        “Samuel Beckett bunu içerek öldü” diye Beckett’in içtiği içkiden içerdik. Sabah olmayan geceler başka türlü nasıl geçebilirdi? Birkaç sefer arkadaşlarımla gitmiştim evine, ölüm haberinden sonra birlikte geçirdiğimiz o unutulmaz akşamları hatırlattılar.

        Bir seferinde evindeyken yakın arkadaşlarından birinin Fransa’nın en büyük edebiyat ödülü Goncourt’u kazandığını telefonda öğrenip sevincini benimle paylaşmıştı. Romandaki ana karakterlerden biri oydu.

        İstanbul’da Orhan Veli, Sait Faik, Behçet Necatigil, Oktay Akbal’dı yakın arkadaşları. Stockholm’de Demir Özlü’yü onun sayesinde tanıdım. Bir keresinde şaşkınlıkla, “İnanamıyorum, Miro’yu da mı çektin” dediğimde aynı heyecanı paylaşmıyordu, ona göre Miro’yu çekmek sıradandı. Ama Rene Char’ın evinden çaldığı donunu 40 yıldır sakladığını kahkahalarla anlatıyordu.

        Stockholm’deki apartman dairesini yıllar içinde dialar, negatifler ele geçirmişti. İsveç’te elektriğin bile olmadığı bir köy evi daha vardı ve hep bir seferinde de oraya gitme planı yapıyorduk, hiç olmadı.

        MUTLU BİR ÖLÜM

        Birinin ölümünün nasıl sevindirici bir tarafı olabilir? Ama Lütfi Özkök’ün ölümünü öğrendiğimde içimde beliren his mutluluktu. 94 yıl boyunca bir anı bile boşa yaşanmamış bir hayattı onunki. Üstelik birkaç hayatı bir ömre sığdırmayı başarmış, başkalarının imreneceği kadar dolu dolu yaşamış ve birçok hikâye biriktirmişti. Feriköy’de balık satan babasının papaz müşterilerinin teşvikiyle başladığı Fransız okulundan dünya edebiyatının en tepelerine kadar uzanan bir hayat. 94 yaşıma kadar yaşama niyetinde değilim, ama keşke öldüğüm gün onun yüzde biri kadar bir hayat geride bırakabilsem diye düşündüm. Çoğunlukla ayrıcalıklı bir hayattı Özkök’ünki, benim ayrıcalığım da onunla kurduğum özel dostluğumdu.

        ERDOĞAN’A SESLENİYORUM

        LÜTFİ Özkök dünyada Türkiye’de olduğundan daha iyi tanınıyor, dünya ona Türkiye’den daha iyi sahip çıkıyor. Ben yıllardır onun arşivinin Türkiye’ye getirilmesi, hatta bir müze kurulması için uğraşıyorum ve bu uğurda pek çok kişinin kapısını çaldım, mektuplar yazdım. Ama hep bir yerde tıkandım.

        Yıllardır Özkök’ün arşivini satın almak isteyen birçok uluslararası ajans yüksek meblağlar önerdi, o da çocuklarına bu fotoğrafların miras kalacağı gerekçesiyle bütün teklifleri reddetti.

        ULUSLARARASI BİR MÜZE

        Fotoğrafları Nobel Müzesi’nde sergileniyor ama bu eserlerin Türkiye’de de kendilerine bir ev bulmaları çok önemli. Dahası, Türkiye’nin uluslararası sanat haritasındaki yeri açısından da bu koleksiyon getirilmeli.

        Artık biliyorum ki bu işi yapabilecek tek bir kişi var Türkiye’de: Cumhurbaşkanı Erdoğan. Bakın, AKM meselesi yıllardır toplumu bölmüştü ve sonunda Erdoğan devreye girerek, her türlü tepkileri de göz önünde bulundurarak ortaya herkesi memnun eden bir çözüm getirdi. Doğrusu benim gibi yıllardır ısrarla “AKM yıkılmamalı” diye tutturanları bile memnun edecek tatmin edici bir çözüm.

        Biliyorum ki Erdoğan devreye girerse Türkiye geç de olsa Lütfi Özkök gibi bir kültür mirasına sahip çıkar ve dünyanın en önemli edebiyatçılarının portreleri vatanına döner. Doğruya doğru, başka kime sesleneyim?

        **************

        SARDALYE SOKAĞI’NDA BİR GÜN

        DÜN yazım yoktu; çünkü Los Angeles’tan kuzeye doğru sahilden arabayla yol alıyordum. Route 1 denilen ve neredeyse tamamı Pasifik Okyanusu’nun kıyısından ilerleyen bu yol benim için her seferinde hayat değiştiren bir tecrübe.

        Bu ay doktora yeterlilik sınavlarım olduğu için çok yoğun. Öncesinde biraz enerji toplamak, biraz kafa dinlemek için yola çıktım.

        Akşamüstü John Steinbeck’in Büyük Buhran sırasında sardalye konservecilerin hikâyesini anlatan Sardalye Sokağı’ndaydım. Artık turist istilasındaki bu küçücük sokakta bir Steinbeck heykeli var.

        Uğur Dündar’ın da hayatını değiştiren ve sayfalarda okuduğu hayatı görmek için onu buralara sürükleyen bir roman Steinbeck’inki.

        Monterey’den Carmel’e 17 mil boyunca süren manzaralı yoldan ilerlerken California’nın ne kadar büyüleyici bir yer olduğunu bir kez daha düşündüm.

        Boşuna buralara taşınanların ömürleri uzamıyor, hayatları değişmiyor. Arabada ilerlerken bir dolu gerginlik, dert, gündelik sorunları da geride bıraktım ve her şey kolay çözülebilir, hallolur gibi geldi. Gerçi “Big Little Lies” dizisinin karakterleri için durum farklıydı, ama neyse.

        Benim için bir günlük yokluğum aslında bana bir senelik enerji verdi desem yeridir.

        **************

        YÜZMEK ÇOK SIKICI

        FATİH Altaylı’nın köşesinde okudum, Harvard’daki araştırmaya göre en sağlıklı spor yüzmeymiş. Benim de dünyadan koptuğum, en çok huzur bulduğum dakikalar yüzdüğüm zaman. Dakikalar diyorum; çünkü olimpik havuzda bir ileri bir geri yüzme çok sıkıcı.

        Bunu nasıl çözeceğiz? Apple su geçirmez kablolu kulaklık icat edince belki.

        Diğer Yazılar