Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KENDİSİNE Behzat Ç.’nin sansürsüz halindeki o ağdalı küfürleri yollamaya çalışıyorum, ama belki de gerçek muhatap o değil, ona hâlâ bu cüreti gösterme hakkını tanıyan, alan açan medya. O masum üç insanın ölümüne yol açan trafik kazasını bir “performans” olarak görüyor ve kendi kendine bir temsil sergiliyor belli ki. Geçtiğimiz günlerde hapishaneden yolladığı ve Posta’nın herhangi bir vicdani sorgulama yapmadan olduğu gibi yayımladığı mektup çirkin bir oyunun sürdüğünü, medyanın da gönüllü bir şekilde alet olduğunu gösteriyor.

        VİCDAN MESELESİ

        Sadece dizi yazdığı, bir dönem bu dizi çok izlendiği için mi ısrarla üç kişinin katili olduğu görmezden geliniyor? Yoksa varlığı magazin kültürünün sürmesine bağlı olan Posta Gazetesi, kendi doğası gereği bu sefer katil biraz şöhretli olduğu için mi aşırı özenli davranıyor? İnsanların ölümüne o ya da bu şekilde yol açanların gazete sayfalarında böyle ağırlandığına pek tanık olmuyoruz; “Bizim ne eksiğimiz var” demesinler.

        Gazetecilerin bu gibi kritik kararlar aşamasında adımlarını atmadan önce kendi vicdanlarında bir muhasebe yapmaları gerekir. Bu mektubun olduğu gibi, vicdani çerçeveden geçmeden yayımlanması habercilik değil, cezaevinden yönetilen aşağılık bir PR çalışmasına alet olunması sadece. Posta yöneticilerinin üç yakını şöhretli biri tarafından öldürülseydi bu ayrıcalık ona tanınacak mıydı? Bu sorunun cevabı mektubun yayımlanıp yayımlanmayacağını da dikte eder.

        Trafik cinayetinin ortaya çıkmasından sonra kanımı donduran, üç kişinin ölümüne rağmen hâlâ bu karakterin savunulacak tarafı olduğunu söyleyen “hayranlardı”. Birkaç marjinal karakterden bahsetmiyorum, toplu halde orada burada onu savunan bir kitle var ve sesleri epey gür çıkıyor.

        İkinci şaşkınlığımı bu mektubun öylece yayımlanmasıyla yaşadım. Sonuçta Deniz Seki’nin içeriden mektup yollamasını anlarım, okumak da isterim. Ama bir gazete nasıl her şöhretli mahkûmu suça bakmadan eşit değerlendirebilir? Tabii sadece mektubun gönderildiği gazete değil, aynı gün haberi oradan alıntılayan, büyüterek sunan yüzlerce internet sitesi.

        TOPLU ÇÜRÜMÜŞLÜK

        Akıl almaz bir şekilde olay ilk patladığı andan beri Türk medyasında kolektif bir körlük belirdi.

        Neredeyse hemen herkes öldürene odaklandı, bütün haberler zanlının bakış açısından, onun üzerinden verildi. Bir tek Habertürk şöhrete tapınan medya ortamında gerçek insanlara sayfalarını açtı, seslerini duyurdu. HT Pazar, üç kişinin öldüğünü hatırlatıp kaybolan hayatların izini sürdü.

        Bir başka gazetenin aileyle görüşmemiş olması, akıllarına bile gelmemesi sadece kötü gazetecilik ya da haber atlama sorunu değil, yaygın bir çürümüşlüğün sonucu.

        Magazine olan bağımlılık ne yazık ki Türk basınının neredeyse tamamını zehirlemişe benziyor.

        Üç kişinin ölümüne yol açmasına rağmen hâlâ onu savunacak hayranlar çıkabiliyor, çünkü yıllar içinde magazine tapınan medya tarafından beyinleri uyuşturularak bu hale getirildi bu insanlar. Saygın işadamı muamelesi yapılan mafya babaları, hayattaki tek başarı ölçütünün nasıl olursa olsun sadece çok para kazanmak olduğunu dayatan bir “renkli hayatlar” dili, sahte çıkar evliliklerinden yaratılan yapay peri masalları, her türlü yozlaşmanın üzerini örtecek ikiyüzlü bir ahlakçılık, annelikten dine her şeyin tanıtım malzemesine dönüştürüldüğü ve yapanın yanına kâr kaldığı bir düzende katillerin kahramanlaştırılmasına geldik. Bir saniye durup düşünelim.

        **************

        ASIL KÜLTÜREL MİRAS BURADA

        GEÇEN hafta kaybettiğimiz uluslararası fotoğraf sanatçımız Lütfi Özkök’ün eserlerinin İsveç’ten Türkiye’ye getirilip bir müzede sergilenmesi gerektiğini yazmıştım. Çağrıma ilk yanıt veren Fox TV’deki sabah haberlerinde İsmail Küçükkaya oldu. Sanata çok değer veren Küçükkaya, ekranda Özkök’ü tanıttı ve bu işi takip edeceğini taahhüt etti.

        Biz gazeteciler kendi aramızda tartışırız, ama zaman zaman da ortak değerler konusunda uzlaşırız.

        İsmail’in programını izlerken Lütfi Özkök gibi dünyadaki birçok değerli ismin aslında Türkiye’de neden yeteri kadar tanınmadığını da düşündüm. Cumhurbaşkanı Erdoğan bile sık sık kültür-sanat alanında Türkiye’nin geri kaldığından yakınıyordu. Oysa dünyada Özkök gibi adları kendi ülkelerinde yeteri kadar bilinmeyen ama büyük başarılara imza atmış birçok Türk var.

        Zamanında yurtdışına giden, hiçbir torpil ve lobi faaliyeti olmadan kendi kendilerine bir şeyler başaran, büyük isim olan bu kuşak reklamı, tanıtımı bilmediği için mi?

        Dahası, dünyada sınırların hâlâ sıkı sıkıya korunduğu bir dönemde, bugünkü imkânların hiçbiri olmadan, yetenekleri dışında başka hiçbir desteğe dayanmadan elde ettikleri başarı çok daha anlamlı ve büyük.

        Bu değerlere sahip çıkılmadıkça, bir devlet politikasıyla mirasları korunmadıkça zaman içinde iyice unutulacaklar.

        ARİF MARDİN

        Yurtdışında isim yapmış Türklerin en bilinenlerinden Arif Mardin bile bizim ülkemizde yeteri kadar tanınmıyor. Adı, önemli işler yaptığı biliniyor, ama Mardin bizde tanındığından çok daha büyük, çok daha önemli biri, dünya müziği için. Hatta Amerika’da popüler müziğin seyrini değiştirdi bile denebilir. Üstelik bunu en zor zamanda Türkiye’den çıkıp, arkasında yeteneğinden başka hiçbir desteği olmadan başardı.

        Arif Mardin olmasaydı Bee Gees’le özdeşleşen o falsetto ses belki de hiç ortaya çıkmayacaktı; en basit örnek bu.

        **************

        AJDA’NIN HALKA İNME ISRARI

        AJDA Pekkan’ın en büyük özelliği, bir fantezi satmasıydı: Ortaya çıktığından beri ulaşılamaz hayali bir kahramandı sarışın kadın. Büyülü adı, sürekli değişen görüntüsüyle herkesten birkaç adım ileride oldu.

        Neden kendisine layık görülen o dev şatodan halka inmek için çabalar peki? Poposuna değil, mutfakta poz vermesine takıldım ben. Yemek yapan herhangi biri o mutfakta hiçbir şeyin pişmediğini anlar. Zaten Ajda’dan da kimse yemek pişiren kadın olmasını beklemiyor, hatta zaman içinde yaratılan o “Ajda” karakteri mutfağa bile girmemeli. Süperstar tencere başında durur mu hiç? Hangi masal prensesi mutfağa girer?

        Diğer Yazılar