Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        JEAN Baudrillard, “Simülakrlar ve Simülasyon” adlı kitabında Amerikan basınının Watergate skandalını abartılı ele almasının ileride yaşanabilecek başka benzer skandalları hafifletme etkisine yol açtığını yazıyor. Watergate’i “skandal” diye tanımlayan bu dil bir ahlak simülasyonu oluşmasına neden. Medya mensupları sanki kendileri bu mertebeye ulaşmış gibi siyasilerin tabi olduğu birtakım ahlaki kriterler belirlediler ama bunları sadece Nixon’ın şahsında tarif ettiler.

        Nixon ve ekibi “ahlaksız” onun dışındakiler de “ahlaklı” sayılıyordu bu mantığa göre. Bütün kötülüklerin sorumlusu Richard Nixon olduğuna göre hiç kimse ne önce ne sonra kötülükte onunla eşdeğer sayılamazdı artık.

        Türk basını da yıllarca Abdullah Öcalan’a “bebek katili” damgasını vurarak kötülüğünün aşırı uçta olduğunu vurguladı. Bebekleri katledecek bir canavarla hangi kötülük yarışabilirdi? Bu dil tüketildiğinden, katliamda yıllar sonra Öcalan’ı ve PKK’yı katbekat aşan IŞİD terörü ortaya çıkınca yeteri kadar şaşırtmadı.

        Nixon alt tarafı rakip partinin odasını dinletmişti ve bugün bakıldığında gerçekten tarihin en büyük skandalı mıydı?

        11 Eylül’den sonra George W. Bush kanunsuz bir şekilde herkesi dinleme emrini vermişti ve New York Times bu haberin tam bir sene üzerine yattı. Yıllarca tekrarlanan ve bilinçaltına kazınan ezberde hiç kimse Nixon kadar yozlaşmış olamayacağından Bush dünyayı yalan savaşa, Amerika’yı borç batağına sürüklemesine rağmen itibarı yara almadı. Watergate’te de Nixon üzerinden ayrık otlar temizlendi ama sistem aynen sürdü.

        ERDOĞAN YENİLSEYDİ

        17-25 Aralık süreci de Erdoğan’ı asla kötülüğüne erişilemeyecek bir düşman olarak göstererek onun ardından gelecek herkesi peşinen aklamayı hedefliyordu. Konuşmalarını dinlediğimiz o müteahhitlerin hemen hiçbiri Erdoğan dönemi ürünü değil, başka hükümetlerden teknede ihale alacak kadar içli dışlı olmuş figürlerdi mesela. Operasyon başarıya ulaşıp sistemi FETÖ yönetseydi ihaleler terör örgütünü finanse etmeye yarayacak, itiraz etme kapasitesini Erdoğan’a karşı doldurmuş toplum da yerine gelenleri sorgulamayacaktı.

        Medya sanki rüşvet geçmişte yokmuş ve gelecekte olmayacakmış, rakip siyasiler de kendileri bu düzenden muaf ve hiç kire bulaşmamışlar gibi ahlak pornografisini sahiplendiler. Sonunda müteahhitlere büyük hassasiyetin doğduğu bir süreçte anamuhalefet hem de Kadıköy’de bizzat bir müteahhidi belediye başkanı yaptı, İstanbul’a önerdiği isim ise Şişli’nin adını Keten İnşaat olarak değiştiren Mustafa Sarıgül’dü. 17-25 Aralık’la hiçbir şey kıyaslanamayacağı yer ettiği için muhalefetin “Biraz pastanın tadına biz bakalım, sıra bize gelsin” tadındaki girişiminin üzerinde durulmadı nitekim.

        DAVA BİR YANILSAMA

        Kimileri New York’taki duruşmanın ışığında yeniden yolsuzluk soruşturması açılması gerektiğine inanıyor. Halbuki, İSKİ skandalının bir medya gösterisiyle (seks, para, ne ararsanız var) ele alınmasının toplumda dönüştürücü bir etkisi olmadığı gibi sonrasında gelen, mesela, Melih Gökçek ya da Ataşehir Belediye Başkanı gibi figürlerin de kanıksanmasına yol açtı.

        Türkiye şimdi Baudrillard’ın tarif ettiği simulacra’nın üçüncü aşamasından geçiyor. Bir yerlerde işaretler gerçekmiş gibi görünüyor, imge ve görüntülerinin hâlâ bir karşılığı varmış zannediliyor. Oysa New York’taki dava bir umut simulacrum’u, bir suret sadece. Dördüncü aşamada gerçeklik tamamen ortadan kalkacak, topluma da bu yetecek. Taklidin kendisini gerçekmiş gibi gösterme gibi bir derdi bile olmayacak.

        Peki ne yapmalı?

        Adalet Ağaoğlu’nun dediği gibi intihar etmeyeceksek içelim mi? Oğuz Atay, “Ne yapmalı” sorusuna cevap vermek için ömrünü adadı ama kendi arkadaşlarını bile ikna edemedi, “tutunamadı”. Murathan Mungan’ın “Yüksek Topuklar”daki karakteri Nermin sıkça Akmerkez’e giderek hayat yorgunluğunu yenmeye çalışıyordu. Douglas Coupland’ın “X Kuşağı” ise çöle yerleşerek kendi gerçekliklerini bulmaya çalıştı.

        Ne yapmalı, hakikaten bilmiyorum. Telefonu kapatıp doğaya çıkarak başlayabiliriz.

        *************

        #GülseBirsel

        ABARTILI ÖVGÜ SEZONU AÇILDI

        GÜLSE Birsel’in yeni filmi vizyonda... Hürriyet yazarlarından okuyalım.

        - Ayşe Arman: Yılın komedisi, mutlaka izleyin.

        - Ertuğrul Özkök: Bu filmi öveceğim, kendimi hiç tutmadan, sansür etmeden çok öveceğim.

        - Ahmet Hakan: Gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim, “mutlaka gidin ve izleyin” diyeceğim bir filme kavuştum.

        - Melis Alphan: Translara dair görmeye alışık olduğumuz kalıpların dışında.

        - Müge Akgün: Senaryo, oyuncu seçimi dört dörtlük.

        Normal şartlarda vizyona giren filmi değerlendirmek sinema eleştirmenlerinin işi, sosyolojik bir etkisi ve sinemanın ötesinde bir haber değeri varsa elbette ayrıca değerlendirilebilir.

        SEZEN AKSU TAKTİĞİ

        Hürriyet’in profesyonel sinema eleştirmeni Uğur Vardan’ın yazısına baktım, pek de filme bayılmamış gibi. Demek ki o kadar iyi değil. Vardan, usturuplu bir şekilde senaryonun “esinlenmelerini” de yazmış, “selam gönderen” diye. Merak ettim bu selamı... Yıllar önce “Avrupa Yakası”nda “Seinfeld”e fazlasıyla “selam gönderen” bir el mankeni hikâyesi vardı...

        Gülse Birsel’e Türk basını tarafından verilen bir “açık çek” var, komik olmasa da, esinlense de hiçbir şey işlemiyor ona. Çünkü basındaki en birinci kuralı uyguluyor: Öncelikle seni her şartta kollayıp kayıracak gazeteci arkadaşlar edin. Sanırım Sezen Aksu okulundan mezun.

        *************

        GAZETECİLİK BUDUR

        MUHARREM Sarıkaya bizim gazetede Naim Süleymanoğlu’nun Japonya’da bir kızı olduğu haberini patlatınca “Eyvah” dedim, şimdi Habertürk’ü takip eden bir başka gazete kızı bulacak.

        Sarıkaya’nın ne yapıp edip gizemli kızı bulacağından şüphem yoktu. Ama ya birisi daha önce davranırsa diye endişe ediyordum.

        HABER YARIŞI NEREDE?

        Tabii Türkiye’de gazeteciliğin böylesine bittiğini öngörememiştim. Muharrem Sarıkaya ilk yazısında gerekli bilgileri verdi, rakip gazete yöneticisi olsam ne yapar eder bunun izini sürerdim.

        Ama böyle bir gazetecilik, bir haber rekabeti kalmadı.

        Bu işlerin nasıl yapılacağını dün Muharrem Sarıkaya adım adım anlatmış işte. Sadece Naim’in kızını bulmakla, aileyle temasa geçirmekle yetmedi aynı zamanda bir gazetecilik dersi de verdi. Gazeteciliğin nasıl yapıldığını unutanlara ders olsun.

        Diğer Yazılar