Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ŞİMDİ Havana’dan kalan fotoğraflar ve videolara bakıyorum. Fonda Buena Vista Social Club albümlerini andıran melodiler çınlıyor ve Eski Havana’da (Habana Vieja) hemen her mekânda canlı müzik var. İnsanlar sokaklarda dans ediyor, mojito ve daiquiri’ler birbiri ardına devriliyor. Çektiğim fotoğraflarda renkli Amerikan arabaları ve muazzam kolonyalist binalara bakarak hatırlıyorum Havana’yı.

        Çirkinliği ve yoksulluğu belgelememişim, sadece hafızamın derinlerine itmişim.

        Eski Havana’nın o muazzam meydanlarının birine dar sokaklardan vardığımda gözümün döndüğünü hatırlıyorum. Meydanlarıyla ünlü hiçbir Avrupa şehrinde bile bu kadar etkilendiğim bir açık alan olmamıştı. Meydanı çevreleyen ve turistik olduğu besbelli kafelerin birinin terasına oturup daiquiri eşliğinde sadece sokağı izliyorum ve o an neden Küba’ya gelenlerin büyülenerek ayrıldıklarını anlıyorum.

        TURİSTLERE GÖSTERİŞ

        Bir yandan da “Burası bir film seti, turistler için hazırlanmış bir dekor mu?” diye düşünüyorum.

        Bir başka meydanda, bir başka kafede günlüğümü yazarken Havana’nın insanı karmaşık duygulara sürüklediğini not ediyorum. Gerçekten büyüleyici, ama gerçekten acıtıcı da.

        Eğer o ara sokaklara girmeseydim, turistlerin doluştuğu meydanlardan çıkmasaydım belki ben de kalbimi Havana’da bırakmış, devrim masalları anlatıyor olacaktım.

        Oysa o estetik güzelliğin içinde çöp yığınlarının olduğu, kesif bir kokunun insanın burnundan çıkmadığı, insanların neredeyse hiç mobilya olmayan küçücük dairelere doluştuğu sokaklar da var.

        Devrim yardım elini buralara uzatmamış, ne de olsa turistlerin güzergâhı değil. Buna rağmen birileri teraslarda dans ediyor, birileri sokakta portatif hoparlörden eski bir Nelly şarkısı çalıyor.

        Ama tabii hiçbir turist bu gerçekliği hafızasına kazımıyor, seyahatlerden sadece güzel anılar kalsın istiyoruz. Küba’da da güzel fotoğraf malzemesi verecek bolca unsur var.

        ***********

        TÜRK SOLCULARIN KÜBA SEVDASI

        DÜNYANIN hiçbir yerinde Türk olduğumu duyup da heyecanlanan bir başka millet görmedim. Birkaç kere oldu Havana’da. Her “Turquía” dediğimde “Oooo” diye başlayıp hemen futbol kulüplerinden bahsediyorlar.

        Bu sevgi ve sempati karşılıksız değil.

        Türkiye’de kültürel hafızayı eskisi ve yenisiyle solcular inşa ettiği için Küba’ya da mitolojik bir anlam yüklendi. Kökeninde solcu olmanın önkoşulu gibi sunulan Amerikan düşmanlığı yattığı için yıllardır Küba romantik bir ütopya olarak anlatılır.

        KUSURLAR GÖRÜLMÜYOR

        Liberallerin FETÖ’den sivil toplum yaratma çabaları gibi, Che masallarıyla büyülenen solcular da Abdullah Öcalan’ı benzer şekilde romantize etmeye çalışmışlardı.

        Ama nasıl PKK’nın feodal ve milliyetçi yapısı görmezden geliniyorsa, saf bir tavırla Küba devriminin de olumsuz yan etkileri üzerinde hiç durulmadı. Küba’nın kanseri tedavi ettiği efsanesi hâlâ Arif Sağ üzerinden Türkiye’ye pazarlanıyor mesela. Evet, Castro döneminde sağlık hizmetleri konusunda epey yol aldı Küba ama kansere tedavi bulmadı.

        “Commandante” rejiminin epey kabarık insan hakları ihlalleri, adanın hâlâ Rusya tarafından ABD’yi dinlemek için üs olarak kullanılması, devrim liderlerinin bulaştığı yolsuzluklar, halkın fakirlik içinde yaşarken birilerinin sosyalist rejimde bile zengin olabilmesi üzerinde de hiç durulmuyor.

        Çünkü bütün bu gerçeklik, çizilen romantik şablona uymuyor.

        Benzer bir romantizmden, Venezüella’da kendi dikta rejimini kuran Hugo Chavez de nasibini alıyor. Venezüella halkına çektirdiği zulümler kapkaranlık siciline işleyen diktatör de sırf Amerika düşmanı diye Türk solcuları tarafından kahramanlaştırıldı.

        Solcu naifliğinin diktatör sevdası, beni kendi inandığım değerleri ve hep hayalini kurduğum bir siyasi sistemin uygulanışını sorgulamaya itti.

        ***********

        HUZURLU VE GÜLER YÜZLÜ

        KÜBA’nın o güzel insanları belki de devrimin en güzel yüzü. İstanbul’da yerini bilmediğim, sadece namını duyduğum mahallelerin benzeri yerlerde dolaştım Havana’da. Ara sokaklarda, karanlıkta, gece yarıları... Başıma hiçbir şey gelmedi; turistler özel bir polis koruması altında zaten.

        Ama daha da şaşırtıcı olanı, bir hafta boyunca kavga eden, tartışan, gerilen insan görmemem. Ne gece ne gündüz... Bir tek yüksek ses, bir bağırış, gerginlik olmaz mı? Turistlerden değil, halkın kendisinden bahsediyorum. Kübalılar kavgayla işlerini yürüten bir millet değil demek ki. Çoğu insan nazik, yardımsever ve güler yüzlü.

        BİZLE KIYASLAYINCA

        Oysa İstanbul’da sokağa çıktığınız anda bir kavganın ortasına düşmemek imkânsız. Taksiye binmenize, trafikte kalmanıza bakıyor.

        Havana’da belki zenginlik yok, ama huzur var. Belki de bu huzur yüzünden her gidenin zihninde bir masal ülkesi gibi kalıyor Küba.

        Tabii bir de Türkiye’den gidince insan ferahlık ve renk görüyor. Tek tip binalardan, olmayan kent meydanlarındansa rengârenk arabalar ve apartmanlar, parklar ve meydanlar insanı kolaylıkla büyülüyor.

        ***********

        GİTMEDEN OKUNASI BİR KİTAP

        YEME-içme konusunda bana Anya von Bremzen ve Megan Fawn Schlow’un “Paladares” kitabı yol gösterdi. Küba’nın özel işletmelerinde sunulan yemek tariflerinden oluşuyor kitap, ama aynı zamanda aşçıların ve mekânların hikâyesini de anlatıyor. Dahası Küba’nın gıda tarihine dair çok önemli bilgiler de var. Bir yemek kitabı olduğu için de ciltli, büyük ve ağır. Taşıması kolay değil.

        iPad’ime indirip neredeyse hiç şaşmadım ve çok az yerde yanıldım.

        Adresleri ve gördüğüm en güzel lokanta olan Amigos Del Mar’dan görüntüleri blogumda bulabilirsiniz bugün.

        ***********

        YİNE GİDER MİYİM?

        O korkunç havalimanında geçirdiğim dört saatin sonunda bu ülkeye bir daha adımımı atmayacağımı düşünüyordum. Birkaç gündür Buena Vista Social Club dinleyip fotoğraflara bakarken yine giderim diyorum. O güzel beyaz kumlu plajları, güler yüzlü insanları özleyeceğim.

        İmkânım olsa gidip birkaç ay da kalmak isterim, ama internetin yaygın olmaması elimi kolumu bağlıyor.

        New York’a üç buçuk saat gerçi, ama öyle zırt-pırt gidilecek bir yer değil. Belki birkaç sene sonra değişimi görmeye giderim yeniden. Belki de bir daha hiç uğramam ve hafızamda yaşatırım.

        Gerçi nisan ayında Raul Castro’nun görevden ayrılışını gazeteci olarak yerinde izlemek için kaşınmıyor değilim ya...

        ***********

        SEVDİM... SEVMEDİM...

        - İNSANLARIN sıcaklığını, kibarlığını, hiç kavga etmemelerini çok SEVDİM.

        İyi yemeğin ve içkinin sadece ayrıcalıklı bir kesme hitap etmesini SEVMEDİM.

        - En alt sınıftan gelen bir gencin bile eğitimli ve bilgili oluşunu SEVDİM.

        İnsanların sırf adaya para bırakacaklar diye turistlerin her türlü kaprisine katlanmalarını SEVMEDİM.

        - Vedado bölgesinde sadece iki dolara yediğim yarım ızgara tavuğun lezzetini çok SEVDİM.

        Gelir adaletsizliğini körükleyen özel işletmelerin adada mantar gibi bitmesini hiç SEVMEDİM.

        YARIN: İkinci Castro da gidiyor şimdi ne olacak?

        Diğer Yazılar