Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ADETA komedinin güldürmesi gerekmediğini kanıtlamak için popüler kültürde var olan Gülse Birsel’in yeni dizisi “Jet Sosyete” tarih kadar eski bir formüle dayanıyor: Köyden indim şehre. “Beverly Hillbillies”den “The Jeffersons” a kadar ABD’deki benzerlerinden bire bir uyarlanan bu formül yıllarca Tekin Akmansoy’un “Kaynanalar” dizisini tek kanallı yıllarda ekrana dayattı. Özel televizyon yıllarında “Sonradan Görmeler” adıyla benzer bir sosyete eleştirisi yapmaya çalıştı Akmansoy, ama bu sefer pek tutmadı. Yıllar önce Kutluğ Ataman da bir televizyon dizi projesi üzerinde çalıştığında aklına gelen Alem gibi dergilerde poz veren kadınları tiye almaktı.

        Belli ki tuttuğu düşünülen bir formül ki bir maden gibi sık sık kazılıp yeniden önümüze konuyor. Sahte sosyeteyi, sınıf atlamayı mizah malzemesi yapanlar da otomatik olarak kendilerini daha üstün ve tepeden bir konuma yerleştiriyorlar. Ya da öyle olduklarını düşünerek kendilerini rahatlatıyorlar.

        MESAFE KOYAMADI

        Daha önce kendi bildiği ve içinden geldiği dünyaları (moda dergileri, Cihangir Cumhuriyeti) ekrana taşıyıp başarılı olan Gülse Birsel garantili olacağını düşündüğü bu kıyıya çekmiş belli ki kayığını. Ancak bu sefer kendi izleyici kitlesinde de dizinin komik olmadığına, esprilerin tutmadığına, sadece dekorun ve ışığın ön plana çıktığına dair eleştiriler yükseliyor. Kim bilir, belki esinlenecek yabancı dizi kalmamıştır.

        Ama asıl sorun Gülse Birsel’in bu sefer seçtiği konuyla arasına yeteri kadar mesafe koyamaması. Başarılı bir hiciv, içinde geldiğin dünyaya dışarıdan bakabilme yeteneğine eriştiğinde ortaya çıkıyor. Yıllarca dergicilik yapıp o alanda iddiası kalmadıktan sonra “Avrupa Yakası” nda o dünyayı mizah unsuru haline getirmesi tuttu. Artık Cihangir’e kendisini kanıtlamak zorunda hissetmediği için de “Yalan Dünya” başarılı oldu. Ama Birsel’in İstanbul’daki “jet sosyete”yle henüz hesabı bitmemiş gözüküyor.

        Tesadüf bu ya, GQ Dergisi’nin “Yılın Adamı” ödül töreni tam da “Jet Sosyete” nin yayınlandığı haftaya denk geldi. Bu törende Birsel’e de “Yılın Kadını” ödülü verildi. Bu ödülü hak etmek için ne yaptığını merak edenlere hemen söyleyeyim, dizisi aynı grubun kanalında yayınlanıyor. Türkiye’de takılı kaldıkları halde kendilerine bir başka şehirde (tercihen New York) yaşıyormuş havası veren, yıllardır içine düştükleri yanılsamadan bir türlü çıkamayan bir grup özentinin kendilerini tatmin ayiniydi GQ gecesi.

        ÇAKMA KÜLTÜR

        Ülkenin en bilinen, en anaakım grubu MFÖ’ye “kült” diyecek kadar şirazenin şaştığı bu ödüller İstanbul’daki birçok etkinlik gibi eşin dostun birbirlerini karşılıklı övme ve ağırlamalarından ibaretti. Gerçek bir Condé Nast moda editörüne kalp krizi geçirtecek rüküşlükteki konuklar aslında “Jet Sosyete” adlı bir diziye kolaylıkla malzeme edilebilirdi. Kırmızı halıda yürüyüp ayaküstü kameralara söyleşi verenlerin kendilerini ciddiye almaları bile başlı başına bir komedi unsuru.

        Çakma kültürün kutsandığı İstanbul’un moda-medya-sanat üçgeninde sistemin işleyen parçalarından biri olan Gülse Birsel nasıl jet sosyeteyle dalga geçebilir artık? Bizzat o da süslenmiş, kırmızı halıda yürümüş ve sahte gülümsemelerle kameralara poz vermiş. Dahası, sistemin getirilerinden gayet memnun olduğu da ortada. Son yıllarda medyanın koşulsuz şartsız sadece övdüğü kim var?

        Birsel’in güvenli formül diye düşündüğü bu haliyle tehlikeli bir zemin aslında. Güldürmek ile gülünç olmanın farkı.

        ***********

        AHLAKEN YARGILAMA

        GÖZDEN kaçmasın. Önceki gün Star yazarı Ahmet Kekeç de Nazlı Ilıcak ve Ahmet-Mehmet Altan kardeşlere verilen cezanın orantısız olduğunu yazdı.

        “Ben kanaatimi daha önce yazmıştım” diyor Kekeç. “O kişilerin FETÖ’cü olduklarını düşünmedim. Dolayısıyla, ‘Oh olsun’ diyenlerden değilim ve kararı sevinçle karşılamayı hem ayıp, hem küçültücü sayarım.”

        Kekeç, ceza alan gazetecilerin kimi siyasi pozisyonlarının sorunlu olduğunu da hatırlatıyor. Ama hapiste çürümek dışında bir alternatif öneriyor: Ahlaken yargılanmaları gerektiğini söylüyor.

        Aslında kamu vicdanında bu yargılama çoktan yapıldı ve gereği düşünüldü. Müebbet hapis, uzun vadede kamu vicdanını da yaralayacaktır.

        ***********

        BRAVO BERRAK

        BERRAK Tüzünataç’ın GQ gecesindeki kıyafeti, bizzat geceyi düzenleyen NTV tarafından “davetkâr” bulunmuş. Üstelik temanın kadına şiddet olduğu gecede!

        Tüzünataç da haklı olarak isyan etti ve NTV’ye özür diletene kadar da pes etmedi. İnat etmese “davetkâr kıyafet” ifadesinin yer aldığı tweet silinecek ve konu kapatılacaktı.

        Sadece kendisine yönelik yakışıksız bir tanımlamaya değil, erkek egemen sisteme isyan ediyor. Kadınların seslerini yükseltmelerinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor.

        ***********

        SON KALE DE YIKILDI

        DOLCE&Gabbana bir reklam kampanyasında asker tıraşlı aşırı maskulen erkeklerin parmaklarına siyah oje sürüp kullandı. Will Smith’in stil ikonu oğlu Jaden iki sene önce parmaklarında ojeyle bir dergiye poz verdiğinde yer yerinden oynadı. Jaden Smith cinsiyet arasındaki ayrımları yıkan, şartlandırmalarla oynayan ve ezberleri yerle bir eden bir figür ve 17 yaşından beri devrimci.

        Jean Paul Gaultier de yıllar önce etek giyerek iki cins arasındaki duvarları sarsmıştı. Riccardo Tisci’nin tasarladığı deri kilt’i Kanye West bir turne boyunca hiç üzerinden çıkarmadı.

        Ama oje son erkek tabusu olarak kaldı. Halbuki Seal’dan Brad Pitt’e, Johnny Depp’ten Harry Styles’a kadar birçok ünlü erkek oje sürdü.

        70’lerde David Bowie, Lou Reed, 90’larda da Kurt Cobain oje süren erkeklerdendi. Şimdi rap yıldızı Vic Mensa öncü.

        5000 YILLIK TARİH

        Mic.com’un araştırmasına göre erkeklerde oje yeni değil, beş bin yıllık tarihi var. İsa’dan önce 3200 yılından kalma tabutlar incelendiğinde erkeklerin oje sürdüğü anlaşılmış. Çin’de ve Mısır’da üst sınıflar cins ayrımına bakmaksızın oje sürerlermiş. Ojenin nasıl sadece kadınlara ait bir dekoratif unsur olduğuna dair pek kanıt yok, ama 1800’ler Fransa’sında ağırlıklı olarak kadınların sürdüğü biliniyor.

        Erkeklerin manikür-pedikür yaptırmaları, bunun normalleşmesi bile epey zaman aldı. Çoktandır erkek kuaför salonlarının kendi manikürcüleri var.

        Oje konusunda ise hâlâ bir önyargı hâkim; erkeklerin saçını boyaması, küpe takması ya da kaşlarını alması gibi ama bu da pek uzun süreceğe benzemiyor. Cinsiyet ayrımının şeklen yok olduğu çağ bu.

        Diğer Yazılar