Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YAŞAR Gaga’nın hastanede olduğuna dair haberi çok geç aldım. Öğrendiğimde aklımdan ilk olarak “Sezen Aksu’nun hayatı ne kadar zor oldu” cümlesi geçti. Türkiye’nin bir dönem en sevilen sanatçısıydı, ama özel hayatında hep tarif edilmez acılar yaşadı. En sevdiklerini kaybetti. Ve şimdi bu listeye, bu acılara bir de Yaşar Gaga eklendi.

        Sezen Aksu’yu Sezen Aksu yapanlar birer birer bu dünyadan ayrıldı.

        ZOR YILLAR

        Bir dönem hayatını paylaştığı, en güzel şarkıları besteleyen Onno Tunç uçak kazasında 1996’da hayatını kaybetti.

        En yakın arkadaşı Meral Okay kanserden öldüğünde 53 yaşındaydı. Uzay Heparı ise motosiklet kazasında can verdiğinde sadece 25’ti.

        Uzun süre Sezen Aksu’nun vokalistliğini yapan, sonradan kendi başına yoluna devam eden Harun Kolçak’ı geçen sene kaybettik.

        En güzel Sezen Aksu şarkılarının sözlerini yazan Aysel Gürel yakın çevresinden en uzun yaşayan oldu, 2008’de 79 yaşında öldüğünde hâlâ birçok gençten daha enerjikti. 1970’lerde Sezen Aksu’yu keşfeden Atilla Özdemiroğlu da 2016’da vefat etti.

        Hepsi ama hepsi Sezen Aksu’nun çok yakınıydı, ama onunla daima inişli çıkışlı bir ilişkileri oldu.

        Küsmeler bazen mesleki rekabete de yansıdı. Onno Tunç ondan ayrıldığında neredeyse ona inat olsun diye Nilüfer, Zerrin Özer ve Zuhal Olcay’a yaptığı albümlerle hit makinesine dönüştü.

        Harun Kolçak’ın ömrünün son yıllarında hemen hemen hiç ilişkisi yoktu Aksu’yla.

        BİR GÖLGE GİBİ

        Bütün bu isimler içinde Yaşar Gaga’nın yeri ayrıydı. O kendisini hep Sezen Aksu’ya adadı, zaman zaman cezalandırılıp uzaklaştırılsa da hep geri döndü. Karşılığında da neredeyse hiçbir beklentisi olmadı. Zaman zaman ona “ayıp olmasın” hissi veren yatırımlar yapıldı, albüm çıkartıldı, şarkılar söyletildi. Hiçbir zaman tutmadı. Başından beri Sezen Aksu’nun bir gölgesi olarak yaşamayı tercih etmişti zaten.

        Bütün herkes gittiğinde geride kalan hep o oldu.

        Sezen Aksu’nun bir dönem yaşadığı Ulus’taki villası ünlü oyuncuların, şarkıcıların, gazetecilerin sık sık uğradığı, eski eşlerin ve yeni sevgililerin bir arada eğlendiği, her gece partilerin yapıldığı bir popüler kültür mabediydi. Hemen herkesin yolu o evden geçti, 90’lara o ev damga vurdu. Gürültü hiç eksik olmazdı...

        Ulus’taki ev çoktan tarihe karıştı, Sezen Aksu şarkılarına da konu olan Kanlıca’daki yalısına taşındı. Zamanla kendisini dışa kapadı, ortalarda görünmemeye, medyaya konuşmamaya, evinden pek çıkmamaya başladı. Gelen gidenler azaldı, o büyük klan zaman içinde dağıldı. Ölümler, acılar, ayrılıklar, küslükler derken Sezen Aksu şimdi tam anlamıyla yalnız başına bir kadın.

        ***********

        İSİM GİZLEME

        İSTANBUL’da CEO isimli bir barda kaçak içki bulunmuş, sahibi “C.Ç.” tutuklanmış. Haberi veren kimi gazeteler barın adını gizliyor, kimi açık açık yazıyor. Hiç kimse işletmecinin adını yazmamış.

        Kaza yapan otobüs firmalarının deşifre edilmesi gibi bu mekânın da tutuklanan işletmecisinin de adını açık açık yazmak sadece haberciliğin bir gereği değil, bir kamu görevi oysa.

        Mekânın adını gizleyenler kimi neden koruyor? Oraya gidip kaçak içki servis edilen müşterinin bunu bilme hakkını elinden alamaz medya.

        ***********

        BU CÜMLE NEDİR?

        ELİMDE Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Arthur C. Danto’nun yazdığı “Andy Warhol” kitabı var.

        Şu cümlenin içinden çıkamadım:

        - “1960’ların başlarında, New York’ta ya da civarlarında, çoğu birbirini tanıyorsa bile ancak uzaktan tanıyan pek çok ressamın, neden halk için tanıdık imgelerden -gazetelerde çıkan çizgi-romanlardaki karikatür imajlardan ya da herkesin kullandığı tüketim ürünlerinin reklam logolarından veya film yıldızları gibi ünlülerin tanıtım fotoğraflarından ya da hamburger ve Coca-Cola gibi Amerika’daki herkesin kaçınılmaz olarak bildiği şeylerin resimlerindenkendi tarzlarında sanat yapmaya başladıklarının net bir açıklaması yok.”

        Sanırım “Yabancı dil bilen herkes kendini çevirmen zannediyor” anlamına geliyor.

        ***********

        #DİZİÖNERİSİ

        TARİHİN EN BÜYÜK İSTİHBARAT ZAAFI

        TÜRKİYE’de sağcısından solcusuna yaygın Amerika düşmanlığında dünya lideri ülkenin monoblok bir yapı olduğu yanılgısı hâkim. Oysa geçen hafta başlayan ve ABD’de Hulu’da yayınlanan “The Looming Tower” dizisi bile Amerika’nın çeşitli kurumlardan oluşan, bu kurumların yer yer birbiriyle çatıştığı, her kurumun kendine göre ayrı bir gündeminin olduğu karmaşık bir yapı olduğunu gösteriyor.

        Üzerinden yıllar geçmesine rağmen dev istihbarat ağının 11 Eylül’ün nasıl gözden kaçırdığını sorguluyor “The Looming Tower”. Yayımlandığında Pulitzer Ödülü kazanan Lawrence Wright’ın olağanüstü gazetecilik kitabının dizi uyarlaması. FBI ve CIA arasındaki çatışma ve işbirliği eksikliği sonucu Amerika tarihin en büyük saldırısını engelleyemedi.

        AMERİKAN TARAFI

        Bu büyük istihbarat zaafı ABD’nin kolektif belleğinde bastırdığı bir konu, ama bir yandan da bugünkü dünyanın nasıl şekillendiğinin miladı. Paradigma uçaklara kulelerin dalmasıyla değişti ve etkilerini hissetmeye devam ediyoruz.

        Kitabını daha önce sahnede tek kişilik oyuna, daha sonra da bir belgesele uyarlayan Lawrence Wright bu sefer de aynı malzemeyi dizide kullanıyor. Ama biraz farklı. Dizi tamamen Amerikan perspektifinden, kurum içi çatışmalardan yola çıkıyor ve ana unsurları FBI ile CIA yöneticileri. Oysa kitapta başaktör Usame bin Ladin ve sayfaların çoğu El Kaide’nin gelişmesine ayrılmıştı. Dramatik unsur olarak birçok bölüm de kurgulaştırıldı ama özü gerçek; “The Looming Tower” da belgesel ile dizi arasındaki o muğlak alanda duruyor. Bu açıdan da heyecanlı ve öğretici.

        Diğer Yazılar