Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİZİM lisedeki o matematik hocasının neden popüler olduğunu hiç anlamadım. Bütün okul arkadaşlarım onu sever, hayranlıkla bahsederlerdi. Sadece bir dönem bizim sınıfın matematik dersine girmişti ve ben özel olarak bir parıltısını görmemiştim. Kötü biri değildi, kötü bir öğretmen de. Ama özel olarak iyi bir öğretmen de değildi.

        Hakkında çeşitli efsaneler oluşmuştu; aslında çok zengin olduğu, Kadıköy’de dershane açtığı, okulda sadece zevk için ders verdiği gibi... Ondan ne öğrendim, hatırlamıyorum. Matematikte hep zorlandım, ama onun dersinden geçmiştim. Demek ki özel olarak öğrencisini zorlayan biri değildi.

        ORTANIN SOLU

        Aklımda tek kalan, o dönem Milliyet okuru olduğuydu. Eskiden de renksiz olan bu gazeteyi neden okuduğunu sorduğumda da köşe yazarlarını söylemişti, “Özellikle Yalçın Doğan’ı okuyorum” cümlesi aklımda kalmış. Demek ki tam “ortadaydı”, hatta “ortanın solu”. Ama doğrucuydu belli ki. Tam olarak bir ideolojisi var mıydı gerçi, emin değilim.

        Kadıköy’deki bir biracıda bir keresinde gördüğümüz ve uzak bir masadan bize kadeh kaldıran o muydu, yoksa bu bir şehir efsanesi miydi? Geçmişin bulanıklığı arasında çıkarmam zor. Ama o profile uygundu, yapmışsa şaşırmazdık.

        İnsanların hayatını erken yaşlarında olumlu veya olumsuz yönde değiştiren öğretmenleri vardır. Bir ilkokul öğretmeninin tek bir sözü bambaşka bir dünyanın ufkunu açar. İlkokul dördüncü sınıfta böyle hayran olduğum bir İngilizce öğretmenim vardı mesela. Kendi görevini aşırı ciddiye alıp aşağılık kompleksinden insanı beden ve resim dersinden sınıfta bırakmaya çalışan bir öğretmense sanat ve spora düşman eder. Böylesine de denk geldim; şişmanladım ve çöp adam bile çizemiyorum. Bizim matematikçi ise ne hayatı değiştiren ne de karartan cinstendi.

        Fizik öğretmeni Muharrem İnce de onu andırıyor bana. Aşırı aşina olduğum bir karakter gibi. Bu bir öğretmen prototipi değil, bir Türkiye profili. Ondan çok var ve hepimiz yakından tanıyoruz. Öğretmen, bankadaki müdür yardımcısı, apartmandaki komşu, annemizin bayramdan bayrama gördüğümüz ikinci kuzeni gibi çeşitli şekil ve formlarda karşımıza çıkarlar.

        ANLAT ABİCİM

        İşte o Türkiye’dir. Bira içer, göbek atar, tarlada çalışır, orucunu tutar ve namazını kılar. Kesin kahveye gidiyordur, maç izliyordur. Ondan fizik öğretmeni de olur, cumhurbaşkanı da. “Yapabilir miyim” diye tereddüt etmez, NASA’yı da yönetir, Devlet Tiyatroları’nı da... Sinemada biri canlandırsa kesin Şener Şen’in gençliği olurdu. Fazlasıyla “Neşeli Günler”deki Ziya değil mi?

        “Muharrem Abi, anlat bakalım Trump’a nasıl postayı koydun... Muharrem Abi, anlat bakalım İkinci Dünya Savaşı’nı nasıl kazandın...”

        O da anlatır... Okul aile birliği toplantılarında, berberde, göbek atmaktan gömleğinin sırılsıklam olduğu o düğünde.

        Egosu tavanda olmadığından anlatırken karşısındakini ezmez de. “Bunlar hiç iş bilmiyor, halbuki şunu yapacaksın, bunu alacaksın; al işte enflasyon sıfır” diye 15 dakikalık bir tiradına herhangi biri “Haklısın abi” diye onay verse yeter.

        Doğrusu, güzel de anlatır. Basit, yalın, anlaşılabilir, halk dilinde, tepeden bakmadan, süslü cümleler kullanmadan. “Simülasyon” ve “projeksiyon” yoktur lügatinde, “Esnaf kan ağlıyor” ve “Enflasyon canavarı” kıyısında yüzer kelime dağarcığı.

        Sözleri karşılık da bulur, inandırıcıdır da. Eğitim seviyesinin yerlerde süründüğü bir ülkede herhangi bir üniversiteye gitmiş olması bile taşrada önünde ceket iliklenmesi için sebeptir. O meşhur aile düğününde uzaktan akrabalar “O fizik öğretmeni” diye hayranlıkla bakar ona.

        Hakikaten de az kilometre yaptığı Renault Flash modeli arabasını satsa alınır; gerçekten de kaza yapmamıştır, çizik bile yoktur kaportada. Ama Renault Flash her zaman bir Renault Flash’tır.

        ***********

        #USTALARASAYGI

        YALÇIN DOĞAN DEMİŞKEN

        TÜRKÇE yazı yazmanın en zor taraflarından biri zaman kipini tutturmaktır. “Yapmış” ya da “Yapmıştır” yazıda kötü duruyor, “Yaptı” deyince yazı akışını kaybedip statikleşiyor. Yalçın Doğan şimdiki zamanı gündelik yazıya uygulayan ilk köşe yazarı oldu sanırım.

        Eğer ben dahil herhangi bir köşe yazısında geçmişte olan bir olayın “yapıyor, gidiyor, anlatıyor” diye şimdiki zaman kipiyle aktarıldığını görürseniz bu “Yalçın Doğan gibi yazı yazma rehberi”nin etkisidir.

        ***********

        KİM BU TELEVİZYONCU KANKA?

        HAKAN Şükür, ABD’ye kaçtıktan sonra ilk kez New York Times’a söyleşi verdi. Pazar günü spor ekinde yayımlanan söyleşide en ilginç taraflardan biri, sık sık Türkiye’den telefonda konuştuğu bir televizyoncu olduğu iddiası. Televizyonlardaki tartışma programlarına çıkıp yorum yaptığını anladığımız ve yazıda “television personality” diye tarif edilen Şükür’ün kankası kim acaba?

        “Şükür yakın zamanda Türkiye’de televizyonlara çıkan bir arkadaşıyla konuşmuş ve ikisi de Türkiye’de işlerin iyi gitmediğinde fikir birliğine varmışlar” diyor yazıda. “Daha sonra arkadaşının bir Türk gazetesine verdiği söyleşide hükümeti övdüğünü görmüş.”

        Belli ki hemen her gün konuşuyorlar, ki Şükür “Daha önceki gün onu aradım, ‘Neden böyle dedin?’ diye sordum” diyor. Kaç zamandır söylüyorum, FETÖ meselesi daha bitmedi. Kriptolar hâlâ ayıklanmadı. Hakan Şükür gerçekten doğruyu mu söylüyor, bilmiyorum ama üzerinde durulması gerekiyor.

        Diğer Yazılar