Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MUHARREM İnce’nin ekranda izlemesi keyifli ama sandıkta karşılığı sınırlı olacak demiştim. “Ben demiştim” diye ego patlaması için vurgulamıyorum bunu. Muharrem İnce’nin aldığı yüzde 30’luk oyu da küçümsemiyorum. Ama sandıklar açıldığından beri şok üstüne şok yaşayan, hayal kırıklığıyla komplo teorilerine sarılan, büyük yıkıntı içindeki muhaliflerin yanılsamasına dikkat çekmek istiyorum.

        Daha önce Ekmeleddin İhsanoğlu ya da Mustafa Sarıgül’ün aday olduğu seçimlerdekine benzer bir yenilginin nedeni seçim öncesi (hatta her seçim öncesi) Türkiye’yi kendi mahallesinden ibaret gören seçmenin körlüğü. Bu mahalle sosyal medya sayesinde daha da genişledi, ama tam da bu sebepten daha da içine kapandı.

        Yaptığı en büyük hata, bir icraat ya da program sunmak yerine “Erdoğan’a laf çakan adam” karakterine yatırım yapmaktı. Tek vaadi “Erdoğan gitsin yeter” olan bir seçim stratejisinin tutması imkânsızdı. Kendi tabanında puan topladı, dışarıdan tek bir oy bile çalamadı.

        İnce’nin televizyondaki hazırcevap hali sosyal medyada ve zaten ona veya partisine oy vermeye hazır kesimlerde olumlu yankılandı, o kadar. Bu yankı odalarında sadece benzer düşünceleri paylaşan insanlar da fanatikleşti, fanatikleştikçe de dip dalgayı göremedi.

        Halbuki bu dip dalga, sosyal medya fenomeni Muharrem İnce ya da solcuların bayıldığı Şeriat Dede’de değil, kek ve çay içilen kıraathanelerde kendini gösteriyordu.

        KEKİN ALTINDA KALDILAR

        Cumhurbaşkanı Erdoğan tek bir mesaj üzerine kampanyasını kurdu: “Bizden önce hiçbir şey yoktu, biz gidersek de her şey çok kötü olur.” Gerçeğin kıdemini yitirdiği bir çağda Erdoğan’ın köpekli ambulans iddialarını yalanlamak hem vakit kaybı hem de tuzaktı.

        Aslında Erdoğan’ın mesajı çok netti, adresi belliydi ve hedefini buldu. Demek ki gerçekten de 15 sene önce evinde buzdolabı, çamaşır makinesi olmayanlar vardı. “Bizde vardı” diye aşağılamak ters tepti. Ortalama seçmenin “bedava” ne bulsa üzerine atlayacağını göremeyen muhalifler çayla, kekle dalga geçtiler.

        Oysa Erdoğan varoşa bir tür yerli Starbucks hayali sunuyordu, bu “üçüncü mekân” aynı zamanda kek simgesiyle bir sınıf atlama vaadiydi de. Simit ve karper peynir değildi sunulan, tıpkı duble yollar ve havalimanları gibi kek de bir sınıf atlama, bir büyüme göstergesiydi. Dün Erbakan’ın kadayıfını anlamadılar, bugün kekin altında kaldılar.

        İnce’nin bir büyük hatası hem zihinlerdeki sanal da olsa oluşan büyüklük algısını küçümsemek, hem de “Yapacağız, yaptık” diyen bir iktidara karşı “Yıkacağız, durduracağız” diye inat etmesiydi. Seçimler zaten bir hayal satma işidir. Ama ayrıca seçmenin sarayla, özel uçaklarla, pahalı arabalarla da bir derdi yok. 1000 odalı bir sarayı gören seçmen kendisinin de büyüdüğüne, zenginleştiğine, ülkesinin 1000 odalık sarayla yönetilmeye layık büyük bir devlet olduğuna inanıyor. Dahası bir gün kendisinin de o sarayda oturabileceği hayalini kuruyor. İnce ise yıkıp küçülmekten bahsediyordu.

        YANILTICI ALKIŞ

        Benzer şekilde bedelli askerlik gibi çok önemli bir konuda da “hayır” dedi. 18 yaşında sandığa gidecek bir erkek seçmen olsaydım bütün diğer meseleleri düşünmeden mührümü bedelliyi kim çıkarıyorsa ona vururdum. Devlet Bahçeli’nin af vaadinin de karşılık bulmadığı söylenebilir mi? En az bir milyon oy demektir af.

        Sonuçta seçim kampanyası mazlumlara yapılır ve İnce mazlumu yok saydı. Sınırlı vizyonuyla tam da altını dolduramadan “Endüstri 4.0” ya da “kuantum” diyerek kentli seçmene, kendi kitlesine, hatta kendisinden bu konuda çok daha ilerideki zihinlere propaganda yapmaya çalıştı. Beni, benim gibileri mi etkileyeceğini sanıyordu?

        Vaktini diploma, Gülen ziyareti gibi hiçbir altyapısı ve karşılığı olmayan boş tartışmalarla harcadı. Karşılığı beş yüz bin “like” olsa ne fark eder, sandıkta işlemiyor işte. Kendi tribününün yanıltıcı alkışına yenildi, gaza geldi. “Ooo abicim, büyüksün başkan” diyenlere ve medya ilgisine kandı.

        Sonuçta 30 yıllık siyasi hayatında ne Erdoğan kadar usta, ne de Türkiye’yi onun kadar iyi tanıyormuş. Çok iyi zeybek oynuyor ama. Bana ne! Başından beri kaybedecekti ve kaybetti.

        ***********

        ASIL MESELE EKONOMİ

        BILL Clinton’ı başkan seçtiren sloganı danışmanı James Carville buldu ve tarihe mal oldu: “The economy, stupid.” Asıl meselenin sadece ekonomi olduğunu kendi kendine hatırlatmak için yazdığı bu not Clinton’ın tek bir mesaja yoğunlaşmasını sağladı.

        Muharrem İnce’nin hem tek bir mesajı yoktu hem de ekonomi konusunda neredeyse hiç söz söylemedi. En kritik dönemeç olan son 10 günde tek bir vaatte bulunmadı, İstanbul mitingini adeta harcadı.

        SOĞAN, PATATES DESE

        Halbuki aynı partiden İlhan Kesici hiç söylemediyse en az beş kere adayların sadece ekonomiye yoğunlaşmaları gerektiğini vurguladı. İnce’nin aşırı özgüveni ve medya ilgisiyle sosyal medyaya bağımlılığı en yakınındaki kafası çalışan insanları bile dinlemesini engelledi.

        Muharrem İnce sadece patates ve soğan dese, hiçbir şey söylemeyip sadece ekonomi tartışsa oy sınırlarını genişletebilirdi. Ekonomik sıkıntı yaşayan geniş halk kitlelerini ve AK Parti seçmenini etkileyemedi sonuçta.

        Doların yükselmesine, işadamlarının yatlarını satmasına, artan sebze fiyatlarına rağmen seçmen sandığa giderken kendi kendine düşünüp tarttı: “Türkiye’de ekonomi kötüye gidiyor ve bunu çözecek kişi de Recep Tayyip Erdoğan’dır” diye yine ona şans verdiler.

        ***********

        ABD’DEN DE ANLAŞILIYORMUŞ

        GEÇEN hafta izindeyken Türkiye’den çok uzaklardaydım, yakın arkadaşlarıma, “Bu seçim birinci turda bitecek” diye mesaj attım. Hepsinden, “Yok canım” yanıtını aldım. Kimse inanmak istemiyordu, binlerce kilometre öteden ise ben hiç şüphe duymuyordum.

        Hayır CIA bana bu bilgileri önceden vermedi!

        Pazar günü İstanbul’a geldim, havalimanından çıktıktan sonra da sadece şöyle etrafıma bakarak seçimin ilk turda biteceğinden, Erdoğan’ın zaferiyle sonuçlanacağından hiç şüphe duymuyordum.

        ASIL GÖREMEYENLER

        Ne yazık ki Türkiye’deki muhalif çevre kendi içine o kadar hapsolmuş durumda ki gerçekleri görmek istemiyor, inadına söyleyeni de linç etmeye hazır. Bu seçimde sosyal medyada CHP faşizmini gördüm “laik troller” sayesinde. Bakamıyorlar, baktıklarını da göremiyorlar çünkü. Seçim öncesinden beri yazdığım yazılar ortada... Yediğim küfürler de...

        E ne oldu şimdi? Onca küfürle “Sen Türkiye’yi okuyamıyorsun” diye bana saldıranlar?

        Dışarıdan çok daha net görülüyor Türkiye.

        Diğer Yazılar