Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ali G, “İnternet Mahir”den esinlendiği Borat ve Brüno karakterleriyle ünlenen komedyen Sacha Baron Cohen’in “Who is America?” diye yeni bir programı başladı üç hafta önce. Amacı Trump Amerikası'nın korkutucu yüzünü ortaya koymak.

        Cohen’in en büyük özelliği kılıktan kılığa girip konuk aldığı isimleri kandırmak.

        Geçen hafta eski Savunma Bakanı ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney’le söyleşi yapıp adının aynı zamanda penis anlamına gelmesiyle dalga geçti ama pek işlemedi. ABD’nin “waterboarding” denen işkence tekniğiyle onu köşeye sıkıştırmaya çalıştı, hatta bir su şişesini “İşkence setimi imzalar mısınız?” diye ona uzattı. En son o şişe e-bay’de satıştaydı.

        İlk bölümde ise “Fauda” dizisinden fırlamış bir İsrailli ajan-asker kılığında Kongre üyelerini “Kinder-guardian” isimli bir silahlandırma programını teşvik etmeleri için kandırdı. Güya İsrail’de üç yaşından itibaren çocukları silahlandırarak çok başarılı sonuçlar alınmış, Kongre üyelerinin birçoğu da bu saçmalığı pek sorgulamadan desteklediler. Hatta sahte reklam filmleri bile çektiler.

        Kongre üyeleri, parçası oldukları bu saçmalıktan “Kandırıldık” diye sıyrıldılar, ama aynı asker karakterinin DEAŞ’la mücadele etme yöntemleri öğrettiği Cumhuriyetçi bir politikacının siyasi kariyeri programdan sonra bitti. Cohen, DEAŞ’ın en çok homoseksüellerden korktuğunu, o yüzden poposunu açarak üzerlerine giderse teröristleri etkisiz hale getireceğini söyledi. Adam da aynen dediğini yapıp donunu indirdi.

        Programın yayınından sonra bir kez daha ekranlarda yer aldı aynı politikacı. İstifa ettiğini açıklamak için…

        İlk başta güldürüyor da. Ama birkaç dakika sonra “Bir dakika, bunlar mı dünyayı yönetiyor artık” diye tedirgin olmamak mümkün değil.

        HER KONU MİZAH MALZEMESİ Mİ?

        Cohen tuzağa düşürdüğü isimlere sahte kimliğiyle önceden ulaşarak belgesel çekeceğini ya da haber programına konuk alacağını söylüyor. Bush yıllarında insanın gözünden yaşlar getirecek kadar komikti bu taktik. Şimdi ise “Gülüyoruz ağlanacak halimize” mizahı eskimiş gibi duruyor.

        Doğrusu, “Who is America”yı ilk izlediğimde pek gülmedim. Bir kere Cohen çok bariz ve kolay hedefler seçiyor. Ama daha da önemlisi ciddi konuları mizah malzemesi yaparak önemini azaltıyor. Adnan Oktar, Kadir Mısıroğlu’nu televizyona çıkarıp dalga geçmek belki güldürebilir, ama zaten kendi başlarına da bir kesim için mizah malzemesi bu karakterler. Kim olduklarını, ne dediklerini zaten biliyoruz. Ayrıca üzerlerinde tepinmeye değer mi?

        Ancak, tıpkı ABD’deki politikacılara inanan insanlar gibi, bizde de bir kesimin dalga geçtiğine diğer kesim inanıyor, ciddiye alıyor. Asıl ürkütücü olan bu gerçek karşısında hala mizah yapılabilir mi?

        TEK MESELE SANSÜR DEĞİL

        Cohen’in yaptığı türden avlayıcı mizah ABD’de Bush yıllarında yeniydi ve bir anlamı vardı. Ama yıllar içinde bu mizahın, hedef aldığı kitleleri öfkelendirdiği, toplumu kutuplaştırdığı ortaya çıktı. Farklı kesimler birbirinden nefret ediyor, dalga geçilen dalga geçenlere karşı diş bileniyor. Dahası, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi ABD’de de komedi evrensel hedefler seçiyordu. Halkın büyük çoğunluğunun gülebileceği birleştirici bir etkisi vardı mizahın. Levent Kırca İSKİ skecini yaptığında mesela, o belediyeyi yöneten partiye oy veren seçmen rencide olmuyor, muhaliflerle birlikte gülüyordu. Şimdi ise dünyanın sürüklendiği kutuplaşma komedinin de elini kolunu bağlıyor.

        Türkiye’de pek çok komedyen ekranlardan uzaklaştırılmalarını siyasi baskıya ve sansüre bağlıyor; büyük ölçüde haksız değillerdir söylediklerinde. Tabii bir kısmının (mesela Yasemin Yalçın ya da Hamdi Alkan) hiçbir zaman komik olmayıp sadece bize dayattırıldığı gerçeği de var. Ama bütün bunların ötesinde küresel bir iklim değişimi de etkili. Komedinin sancılarını sadece Türkiye değil, bütün dünya yaşıyor. Çünkü artık güldürmüyor; gülecek olanlar bile o noktayı geçti, endişelenme ve öfke aşamasına geldi.

        ***

        Trump’ın Türkiye tehdidi haber mi?

        Amerikan Başkanı Donald Trump’ın ve yardımcısının Türkiye’ye yönelik tehditlerine kendi ülkelerindeki ve bizdeki gazetecilerin yaptıkları yoruma bakıyoruz. Türkiye haklı olarak öfkeli, basın da bu hassasiyeti yansıtıyor. Sonuçta koca bir ülkenin lideri bir başka ülkeye açıkça şantaj yapıyor.

        Ama New York Times gibi gazetelerde aşırı sükûnet hakim. Hatta Trump’ın sözlerinin ciddiye alınır bir tarafı olmadığı, altını doldurmadığı da vurgulanıyor. “Adam konuşuyor işte” diye yaklaşılıyor adeta.

        Basının Trump’a yaklaşımı konusunda bir değişime de işaret ediyor bu haberlerin tonu. Önceleri her tweet’ine kanun muamelesi yapılır, üzerinde uzun uzun durulurdu. Birçok medya eleştirmeni de “Bu adamı bu kadar ciddiye almayın, her tweet’i büyütmeyin, siz büyüttükçe o da ilgi manyağı olduğu için daha da abartıyor” derlerdi.

        Bir sene önce olsa, Trump’ın Türkiye’ye tehditleri Times’ın birinci sayfasında manşet olurdu, uzun uzun analiz yapılırdı. Şimdi kısaca geçiştiriliyor. Acaba Amerikan basını artık tweet’lere nasıl yaklaşılması konusunda yeni bir yol mu arıyor? Trump’ın birçok tweet’inin altının boş olduğu zamanla anlaşıldı. Ama birçok tweet’inde de gerçek yaklaşımını yansıtıyor.

        Bu durumda gazetecinin nerede duracağı da belirsizliğini koruyor. Başkan’ın her ağzından çıkan haber midir?

        Bana kalırsa haberdir, ama nasıl çerçevelendiği, ne kadar abartıldığı, büyütüldüğü önemli. Times’ın yaptığı gibi haberi verip ama içinin boş olduğunu verilere dayanarak açıklamak gerçek habercilik.

        ***

        Dinlenmesi gereken son yaz şarkısı

        Yıllar önce DJ Jazzy Jeff ve Fresh Prince (sonradan Will Smith olarak ünlenen yıldız) bir şarkı yaptı ve bir daha da eşi benzerini kimse üretemedi. “Summertime” bahçedeki mangal partilerinin, plajların, yelkenliyle sonsuzluğa doğru ilerlemenin, uzun araba yolculukların, ya da kendi kendine parkta yürümenin fon müziği oldu ve hiç ama hiç eskimedi.

        Bundan 100 sene sonra bir yaz şarkısı kalırsa bu “Summertime” olacak.

        1991 yazında çıkan bu şarkıdan sonra ilk kez onun etkisine erişeceğini, en azından tahtını zorlayacağını düşündüğüm bir başka parça çıktı geçenlerde. Günümüzün en üretken ve yaratıcı sanatçısı oan Childish Gambino iki şarkılık “Summer Pack” adıyla bir single çıkarttı. İçindeki “Summertime Magic” de “Feels Like Summer” da önümüzdeki yıllarda tekrar tekrar dinlenecek.

        “Feels Like Summer”a ilk dinlediğimden itibaren bağımlısı oldum. Böylesi çok az denk geliyor artık… Tabii şarkının fena halde ton ve hissiyat olarak kasıtlı olarak “Summertime”ı andırdığı, ama o yaz tınılarına rağmen biraz daha karamsar olduğu ortada. Hem aşina hem çok yeni…

        İlerleyen yıllarda en az “Summertime” kadar çok çalınacak bu şarkı. Bundan sonra başka yaz şarkısı yapılmasına da, dinlenmesine de gerek yokmuş kadar kuvvetli.

        Diğer Yazılar