Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Uzun yıllar yanında çalıştığım Tuğrul Eryılmaz’dan aldığım ilk ders yazılarımda isim vermeyi öğrenmekti. Babıali geleneğinde “Birilerinin de yazdığı gibi” türü imalara karşı, Eryılmaz bana “Bahsettiğin kişinin adını vermekten neden çekiniyorsun?” derdi. Yıllar sonra aynı tavsiyeyi Eryılmaz’ın “Gazetecilik adına çok şey öğrendim”dediği Hıncal Uluç’tan da duydum: “Övsen de yersen de biri hakkında yazmaya değer bulduysan adını ver.”

        Asu Maro’nun Eryılmaz’la yaptığı uzun söyleşiden oluşan “68’li ve Gazeteci” kitabında da bol bol isim geçiyor; yumruklarını savurmaktan hiç geri durmamış.

        Kimler yok ki… Hepimiz nasibimizi ucundan köşesinden almışız.

        Tuğrul Eryılmaz
        Tuğrul Eryılmaz

        Eryılmaz aslında basın çalışanlarının çok iyi tanıdığı ama okurların adına sadece künyelerden aşina olduğu bir gazeteci. Kamuoyu için bir Ertuğrul Özkök ya da Hasan Cemal gibi “celebrity” değil, ama medya mahallesinde en az onlar kadar efsanedir. Nokta, Yeni Gündem, Sokak gibi dergileri yönetti ama en çok da Radikal İki’yle tanınır.

        En önemli özelliği de hemen hiç kimsenin Eryılmaz’a kayıtsız kalamamasıdır. Ancak o da aynı şekilde hiç kimseye kayıtsız kalmaz ve ağzına geleni doğrudan söyler. Ondan öğrendiğim ikinci ders de bu olsa gerek; aklına ne gelirse söylemek.

        Medya tarihi ve dedikodusu dolu olan kitabı iştahla bir günde okudum; bir isim denizi adeta, seç seçebildiğini.

        • Bir ara dostluk kurduğumu düşündüğüm ORHAN PAMUK çok kendi merkezli bence. Aslında tüm bu dönem yazarları böyle galiba benim tanıdığım. Aynı şey MURATHAN MUNGAN’da da var.

        • Ben patronlarımla ilgili çok kötü konuşmam ama iyi de konuşmam. Bir tek HANZADE DOĞAN hakkında hep iyi konuşurum. O gittikten sonra benim de de yıldızım söndü. AYDIN DOĞAN ve VUSLAT DOĞAN SABANCI için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Aydın Doğan basın dışı işleri için medyayı kullanan patronlardan biriydi, sağladığı imkanların bir sürü gazeteciyi bozduğunu düşünüyorum.

        • Bende böyle bir alışkanlık var, bunu kabul ediyorum. [Basındaki] her kötülüğün başında ERTUĞRUL ÖZKÖK olduğunu düşünmek benim işimi kolaylaştırıyor ama galiba da öyle.

        • Çok abuk sabuk şeyler söyleyebiliyorum bazen. Apo’nun yakalandığı gün “Birinci raunt Türkiye’nin” yazalım dedim manşete. MEHMET Y. YILMAZ bakakalmıştı, cevap bile vermedi.

        UĞUR MUMCU sürekli Nokta’ya gelip giderdi ve o aralar bizim aramız hiç iyi değil onunla. Katledildiğinde kahrımızdan öldük, salt bir köşe yazarı değil iyi bir araştırmacıydı. Ama çok Kemalist buluyoruz, bu kadar basit. Çünkü o zaman böyle Atatürk düşmanlığı filan da yok. Biz laik insanlarız, laikliğin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz ama “Atam kalk da ben yatam” durumu bizi öldürüyor.

        HINCAL ULUÇ sağcıydı ama bazı haberler konusunda o kadar doğru şeyler söylüyordu ki. Ondan mesleğe dair bir sürü şey öğrendim. Hiç unutmam, ekonomi sayfası yapacağız, şunu demişti: Bakın arkadaşlar, siz benim cebimden kaç lira çıkacak, benim cebime kaç lira girecek, bunu söylemezseniz isterseniz dünyanın en güzel ekonomi sayfalarını yapın hiç kimsenin umurunda olmaz.

        AHMET ŞIK tanıdığım en cesur, dürüst, araştıran gazetecilerden biridir, onu da siyasete kaybettik.

        • [İlk çıktığında Nokta] hakikaten çok kötü, ne olduğu belirsiz bir ucubeydi. Çünkü CANAN BARLAS var başında, iyi bir şey çıkması mümkün mü?

        HALUK ŞAHİN’i fazla sistem içi buluyorduk. İyi bir adam ama risk almayı hiç sevmediği için ya da beceremediği için onunla beraber [Nokta] biraz renksizleşmeye başladı. Çünkü çok fazla CHP’li gibi insanlar bulaşmaya başladı işe.

        SALİH MEMECAN Amerika’dan gelmiş, nasıl Amerikalı. Türkiye’ye dair çok az şey biliyor. Çok iyi bir çocuktu. Bence hala iyi bir çocuk ama ne gazeteciliği Allah’ını seversen?

        GÜLAY GÖKTÜRK’ün Nokta’da başlaması için ERCAN ARIKLI’nın oluru gerekiyor. “Bunu nereden buldunuz, bari dışarıda otursun” demişti. Bir şekilde kılığını kıyafetini sevmedi.

        • Nokta, “Yılın İnsanları”nı seçiyor. Vallahi billahi CASTRO kazandı gelen oylarla, Ercan Bey [Arıklı] geldi, “Çocuklar bizi kurşuna dizerler” dedi. Castro’yu aşağıya atıp GAHDHI’yi birinci yaptık.

        • [Nokta’ya] ENGİN ARDIÇ’ı HİLMİ YAVUZ getirdi, Boğaziçi’nden öğrencisi miymiş neymiş, peşinde geziyor. Daha sonra [Nokta’da çalışan] insanlar aleyhine kitap yazdı. Acayip kadın düşmanı bir kitaptır, gerçekten okurken insanın yüzü kızarır. Orada bana hiç bulaşmıyor mesela. Bende ne kadar çok bulaşacak şey var aslında ama bir şekilde kadınlara kafayı takmış durumda.

        • Nokta’yı hızla dibe götürenler, bana bayağı düşmanca davrandılar. Resmen sabote ettiler. Başta HAŞMET BABAOĞLU. Tabii, vahimdir bunlar.

        DUYGU ASENA müthiş bir kadındı. Kadınca dergisini yapıyor ben de habire İngiltere’de feministlerin neler yaptığını anlatıyorum. Ama o hala KADİR İNANIR çıplak poz verir mi, onu düşünüyor.

        • Yazarlığı bir yana PERİHAN MAĞDEN başka insanları hiç kale almayan bir kadın. İnsanları, yani kendi türünü sevmiyorsan hayat çok zor.

        İPEK ÇALIŞLAR çok iyi arkadaşım ve hakikaten hala da sevdiğim bir insan, ama ona yaşlılık iyi gelmedi diye düşünüyorum. Uzun süre Mao’cu olması onun tamamen eksenini kaydırdı.

        • Bana sorarsan “Türkiye’nin en iyi gazetecilerinden biri kim” diye, SEDAT ERGİN’dir derim. Ama keşke biraz daha mizahı ve isyanı olsaydı.

        • Şimdi millet YAZGÜLÜ ALDOĞAN’a kızar, yok Kemalist’tir yok budur diye. Doğru da olabilir ama askeri rejimin ilk gadrine uğrayanlardan birisidir.

        ORAY EĞİN’den ötürü de bana çok kızarlar ama ben onun hakkında konuşmak bile istemiyorum.

        ***

        This is a pencil

        Celal Şengör’ün İngilizce konuştuğu bir video’su viral olmuş, sosyal medya geyiği dönüyor. Baştroll ne yapsa olay oluyor zaten, ama bu sefer çoğunluk hayranlıkla bahsediyor ondan. Ana dili gibi konuşuyor ve epey de belirgin bir İngiliz aksanı var. Ne Madonna’nınki ne Elif Şafak’ınki kadar zorlama…

        Celal Şengör
        Celal Şengör

        Bizimki gibi üçüncü dünya ülkelerinde yabancı dil bilenlerin önünde düğme iliklenir, o yabancı dili ana dili gibi konuşanlaraysa hayranlıkla bakılır. Aksansız konuşanı anlamayanla bazen dalga geçilir; Amerikan koleji mezunu Ayşe Arman ekranda ilk hecesini Türkçe “kan” gibi okuyup “Congratulations” demesi olay olmuştu mesela. Halbuki Amerika’da ‘o’lar ‘a’ gibi okunur. Ekim ayı anlamına gelen “October” kelimesinin ilk hecesi iktidar partisiyle aynıdır örneğin.

        Ama neyin nasıl okunduğunu, telaffuzu en çok bizim gibi İngilizceyi sonradan öğrenenler mesele eder. Aksan bir az gelişmiş dünyalı kompleksidir. Ortaokulda ABD’den Türkiye’ye döndüğümde aksansız konuşurdum, aksansız konuşmaya dikkat ederdim mesela. Sonradaki yıllarda bozuldu tabii, bense hiç umursamamaya başladım.

        Hele hele yetişkin olarak Amerika’da düzenli olarak yaşamaya başladıktan sonra…

        Burası bir göçmen toplumu olduğundan herkesin kendine ait bir aksanı var. Zaten ülke kendi içinde bile farklı şivelere ayrılıyor. Hawaii ve Endonezya’da büyüyen, okula New York ve Cambridge, M.A.’de giden Barack Obama kendi “tuhaf aksanıyla” dalga geçer. Queens doğumlu Donald Trump tıpkı Brooklyn’li Bernie Sanders gibi r’leri yutarak konuşur; New York aksanı İngilizceye Brooklyn’e yerleşen Yahudilerin etkisinden doğdu.

        Baltimore’da geçen “The Wire” dizisini Amerikalıların çoğu bile altyazıyla izler öte yandan. Netflix’teki “Bodyguard”ı da altyazıyla izledim ben… Keza Ken Loach’un İskoçya’da geçen filmleri de New York’ta hep altyazılı vizyona girerdi.

        Amerika’da ünlü olan göçmenler ise aksanlarını değiştirmeyi, düzeltmeyi hiç düşünmezler. Halbuki isteseler bu çok kolaydır, ama aksanlı konuşmak birkaç açıdan avantaj sağlar bu isimlere: Göçmen olarak başarılı olduklarını vurgulamak ve kendilerini ayırmak, farklı bir özellikleri olduğunu göstermek için. Dahası, aksan talk-show’larda üzerinde konuşulacak bir malzeme bile olur.

        Arnold Schwarzenegger’i aksansız düşünmek mümkün mü? Ya da Oxford mezunu Arianna Huffington’ı kendisiyle özdeşleşen ağır Yunan aksanıyla…

        Üniversitede asistanlığa başlamadan önce de bizlere aksanlarımızdan utanmamız, bildiğimiz gibi konuşmamız öğütlendi. Doğrusu, hayatı boyunca aksansız konuşmaya özen göstermiş biri olarak büyük bir şoktu bana. Ama sonradan ben de kompleks yapmamayı öğrendim. Artık düzeltmeye bile çalışmıyorum.

        Birçok kişi Şengör’ün aksanını görüp “Bizimki de İngilizce mi” diye düşünüyor. Önemli olan doğru konuşmak, illa bir İngiliz ya da Amerikalı gibi konuşmak değil. Tabii bu Fatih Terim’in “tabele” İngilizcesi anlamına da gelmiyor.

        Diğer Yazılar