Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı Erdoğan ne yaparsa yapsın, sürdürdüğü bütün politikaları tersine çevirsin yine de Emin Çölaşan’ı memnun edemeyecek. Ama bu Erdoğan’ın şahsına özgü değil. Daha evvel de hiçbir devlet başkanı onu memnun edememişti. Turgut Özal da, Süleyman Demirel de nasibini almıştı sert satırlarından. Sadece siyasetçiler değil, gazeteciler, iş dünyası da Çölaşan’ın gözüne giremiyor, giremez. Bir ara söyleşi yapacak insan bulamamıştı, çünkü kimse karşısına çıkıp yargılanmak istemiyordu.

        Çarşı her şeye karşı misali Emin Çölaşan’ı basında böylesine nevi şahsına münhasır yapan özelliği bu inatçılığı. Bu kadar kavgacı olmasa ilgi çekici bir gazeteci de olmazdı. Dahası, bir örgüte girse ilk gün orada kavga çıkarır.

        Ama her şey bir yana iki gazetecinin rutini ve yapısı herhangi bir örgüte dolaylı ya da doğrudan destek vermeye müsait değil.

        Emin Çölaşan
        Emin Çölaşan

        TANIDIĞIM İKİ ANTİ-SOSYAL GAZETECİ

        Çölaşan’ın görüştüğü insanlar belli, gündelik rutini ortada. Arkadaşları kim, nerelere gidiyor, kimlerle telefonda konuşuyor biliyoruz. Bunları bilmek için özel bir istihbarat çabası da gerekmiyor, hayatını 30 yıldan fazla göz önünde yaşıyor ve yazılarında anlatıyor. Ne yalan söyleyeyim, rutin ve sıkıcı da bir hayat Çölaşan’ınki. Bu rutinde hangi araya örgüt üyeliğini sıkıştırabilir?

        Necati Doğru ona kıyasla daha “kapalı kutu” ve bunu ironik anlamda söylüyorum. Bu kapalılığı anti-sosyalliğinden kaynaklanıyor. Televizyonlara çıkmıyor, gazetecilerin boy gösterdiği ortamlara girmiyor, iş dünyasıyla ya da şöhretlerle ahbap çavuş ilişkisi yok. Medyada çalışıyor ama medyatik değil. Onun günün herhangi bir saati tek başına bir sinemada görebilirsiniz mesela.

        Sanırım, “medya ortamı”ndan da gizliden gizliye tiksiniyor. “Yükselen değerlerin gazetesi” Sabah’ın en şaşalı yıllarında başka köşe yazarları servet yaparken o dışarıda kaldı. Bugün bile Sözcü’nün ne kadar içinde tartışmalı. Onu bir kere Sözcü yemeğinde gördüm, orada bile sıkıldı ve kaçtı.

        Necati Doğru
        Necati Doğru

        Medya “örgütünün” bile dışında kalmayı başarmış biri bilerek ya da bilmeyerek hangi terör örgütüne nasıl üye olacak?

        Zaten hükümet destekçisinden azılı muhalifine kadar Çölaşan ve Doğru’ya FETÖ’cülük suçlamasını ciddiye alan kayda değer isim yok. Neredeyse bu konuda toplu bir konsensüse bile varıldı; kutuplaşmış basında nadir birleşme anlarından biri.

        Benzer şekilde yurtdışındaki FETÖ’cülere bu iddianame sayesinde kendilerini aklama fırsatı doğduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Bizzat biliyorum ki ABD’deki birçok sivil toplum kuruluşunun her gün kapısını çalan gazeteci kılığındaki FETÖ militanları “Bakın Atatürkçü, laik iki gazeteciye bile FETÖ’cü deniyor, bu suçlamalar boş” diye propaganda yapmaya başladı. Çölaşan-Doğru olayıyla FETÖ liderinden Amerikan basınında aniden “rejim muhalifi” gibi yüksek bir payeyle bahsedilmesinin zamanlaması tesadüf mü?

        AMA O YAZILARI YAZDILAR

        Ama Doğru da Çölaşan da iddianamelere giren o yazıları yazdılar… 17-25 Aralık sürecini okuyamadılar, hükümetin devrileceğini hesap ettiler. O dönem Hürriyet gazetesi de abartılı derecede bu operasyonların yanında duruyordu mesela.

        Bazen olayların sıcaklığıyla büyük resmi görmek mümkün olmayabiliyor; birçok ayrıntı toz bulutu arasında kayboluyor.

        Tarihin bir ironisi Çetin Altan’la Emin Çölaşan’ı da aynı kayığa bindiriverdi. Altan, 12 Mart’ın hemen akabinde müdahaleye övgüler düzmüştü çünkü “solcu darbe” sanıyordu. 9 Martçılar’ın ekarte edildiğini görememişti, gerçek birkaç gün sonra ortaya çıktı. Dahası, Altan o günlerde iktidardan o kadar nefret ediyordu ki önceliği sadece devrilmesiydi. Darbe ona da bedel ödetti ama. Aslında 17-25 Aralık başarıya ulaşsa FETÖ’nün ilk kellesini alacağı isimlerden biri de Emin Çölaşan olurdu, ama “Ne olursa olsun Tayyip Erdoğan gitsin” inadı onun gözünü kör etti.

        “Böyle gazetecilik olur mu” denebilir, gazetecinin kendisini iktidarın bir karşıtı (veya yandaşı) olan bir taraf olarak görmesinin sakıncaları üzerinde saatlerce tartışılabilir. Aynı zamanda bu gibi köşe yazarlarına basının çeşitliliği olarak da bakılabilir, basının kendi içinde dengeli bir yayın politikası yürüterek çok sesliliği sürdürmesi gerektiği de söylenebilir.

        Ben bu öngörüsüzlük ve tek boyutlu bakış açısında iki gazetecinin yaşam tarzının, hayata yaklaşımlarının, rutinin esiri olmalarının da etkili olduğunu düşünüyorum.

        Ama şimdi bu tartışmanın ne yeri ne zamanı. Asgari entelektüel ahlak işin içine hapis ihtimali, yargılama falan girince bu tartışmanın ertelenmesini şart koşar.

        Eğer bir hesaplaşma gerekiyorsa bu keşke basın koridoruna, tarihe ve kamu vicdanına bırakılsaydı.

        ***

        Enis Berberoğlu ve Utku Çakırözer’e sesleniyorum…

        Mecliste genel yayın yönetmenliği yapmış iki deneyimli meslektaşım. İkisinin de siyasete girme maceraları zorunlu oldu, beğenin beğenmeyin asıl işlerini yapamaz hale geldiler.

        Ancak ikisinin de siyaset macerası benim için bir hayal kırıklığı oldu. Vatandaş kimliğimden değil, gazeteci kimliğinden bahsediyorum.

        Milletvekillerinin sahiplendikleri bir ya da birkaç konu olur, görev yaptıkları süre boyunca da bunun peşinde koşarlar. Berberoğlu ve Çakırözer’in de basın özgürlüğünün bir numaralı neferi olmaları gerekmiyor mu Meclis’te? Hadi Berberoğlu’nun siyasi macerası tutuklamalarla yarım kaldı, daha rahat nefes bile alamadı.

        Ama Çakırözer’in canla başla basın özgürlüğünün geçmesini sağlayacak yasaların, Amerikan Anayasası’nın bir numaralı ek maddesi gibi ifade özgürlüğünün korunması için canla başla mücadele etmesini beklerdim. Her şeyi bırakıp sadece bunun için mücadele etse mesele dört yılda… En azından yeri göğü inletse… Herhalde ikisi de gazeteci olarak neyin nasıl gündeme getirileceğini biliyordur.

        Hiçbir çabaları yok da demiyorum. Ama yeterli değil. Ve benim kulağıma bile gelmediyse yok hükmündedir.

        Zira iki meslektaşım da gazetecilikte ve siyasetteki şu altın kuralı bilir: Bir şeyi yapmak kadar sunmak da önemlidir.

        Var mısınız “1 numaralı ek madde”nin bir benzerinin Türkiye’de yasalaşması için uğraşmaya?

        ***

        Elon Musk fare doğurdu

        Günümüzün en abartılan Silikon Vadisi “deha”sı Elon Musk’ın toplu ulaşım sorununa çözüm olacağını iddia ettiği tüneli önceki gün görücü karşısına çıktı. Amerikalı gazeteciler bir millik tüneli gezdi ve hemen hepsi sonuçla dalga geçmeden duramadı.

        Güya yayaları ve araçları aynı anda taşıyacak bir tünel olacaktı. Onun yerine saatte 50 mil hızla giden bir Tesla arabaya dolduruldu insanlar ve bir gazetecinin tabiriyle “sanki taşlık yolda ilerlerler” gibi tünelin sonuna vardılar.

        Elon Musk
        Elon Musk

        Musk’ın amacı saatte 4000 aracı 155 mil hızla taşımak, ama uzmanların işaret ettiği gibi Londra’da Victoria hattı metrosu 20 bin kişiyi taşıyor aynı sürede.

        Kısacası Elon Musk dedikleri tüp geçidi icat etti yeniden. Üstelik bunu da 18 ayda başardı, normal şartlarda bu tarz bir inşaat sekiz ay sürerken.

        Elon Musk’ın şirketi “Boring Company”nin icatları hakikaten de adından anlaşılacağı gibi sıkıcı çıktı.

        Diğer Yazılar