Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu yazıyı yattığım yerden yazıyorum, New York’taki “Pride” yürüyüşünden yeni geldim ve saatlerdir ayakta olduğum için hareket edecek halim yok. Epeydir bu şehirde yaşamama rağmen onur yürüyüşü bana başka bir kuşağın alışkanlığıymış gibi gelirdi. Atalarımız bizim için mücadele verdi, birçoğu hayatını feda etti ama onların açtığı yoldan kısa sürede epey hak kazandık. Epeydir de pride bir hak arama mücadelesi değil, halkın her kesimi için felekten bir gün çalmak, eğlenmek, partilemek için bir bayrama dönüştü.

        Ana akımolan her şeye olan itiraz ettiğim gibi pride’a da muhalefet etmeye başlamıştım.

        Derken New York Times’da pride’ın tarihçesi hakkında Andrew Solomon’ın yazısını okudum. Pride’ın her zaman tüyler, kostümler, abartılı makyajlar, saç modelleri olmadığını, ilk çıkışının çaresiz bir cesaretin eseri olduğunu anlatıyor ve herkesi sokağa çağırıyordu. Haklar kazanıldı ama insanların yaşantıları, cinsel kimlikleri hala siyasi saldırı altında.

        Başkan Trump ordudan trans bireyleri kovmaya çalışıyor; iktidar dini değerler adına kimi işletmelerin eşcinsel müşterilere hizmet vermemesini normal karşılayabiliyor; Amerikan büyükelçiliklerinde gökkuşağı bayrağının göndere çekilmemesi talimatı veriliyor. Amerikan Başkan Yardımcısı ise Trump’ın deyimiyle eşcinselleri asmak isteyen biri. Sadece Amerika’da değil, Iran gibi ülkeler ya da İŞİD’in kontrol ettiği bölgelerde eşcinsellerin uğradığı zulüm de Solomon’a göre onur yürüyüşünün diriltilmesini zorunlu kılıyor.

        O yüzden bu sene ilk kez o da yürüyüşe katılmaya karar vermiş, ben de onu okuyunca tembelliği bırakıp sokağa attım kendimi.

        Keşke bu yürüyüşe İstanbul’da katılabilseydim ama. Ne yazık ki daha birkaç sene öncesine kadar bizde de güle oynaya her çeşit insanın katıldığı bir şenliğe dönüşen onur yürüyüşü bu sene de valilik engeliyle yapılamadı.

        BU BİR HÜKÜMET SORUNU DEĞİL

        Bunun bir hükümet politikası olduğunu düşünmüyorum ve bu konuda tartışmaya da hazırım. 2000’lerin başından beri Türkiye’yi yöneten muhafazakar hükümet belki eşcinsel hakları konusunda adım atmadı, ama bu hakları kısıtlamak, mesela Uganda’da olduğu gibi eşcinselliği yasaklamak, idamla cezalandırmak yoluna da gitmedi. Ama bürokrasideki kimi memurların çeşitli hesaplardan dolayı (mesela yukarıya şirin görünmek) hesap etmeden hadlerini aşacak işlere kalkışabilecekleri, bir şekilde iktidarı da zor durumda bırakabileceklerini de hesap ediyorum. Bazen bir küçük şehrin emniyet müdürü veya valisinin kraldan çok kralcı davranışı hükümete de yük olabilir.

        İstanbul’daki onur yürüyüşünü yasaklatan valinin kararını hükümet elbette engelleyebilir, ama bu da gereksiz bir siyasi risk almak anlamına gelir. Muhafazakar tabana dayanan bir siyasi partinin görünürde bile “LGBT yürüyüşüne izin verdiler” diye gelebilecek eleştirilerin muhatabı olmak istemez. Bunu da haksız bulmam.

        “BANA NE” NOKTASINA GELEBİLMEK

        Ancak bu durum Türkiye’deki onur yürüyüşü için yolların tıkalı olduğu anlamına gelmemeli. Aksine belki de 50 sene önce Stonewall isimli mafyanın işlettiği ve kaçak içki satan ama eşcinsellerin güvenli bir şekilde eğlendikleri bardaki atalarımız gibi işe sıfırdan başlamak gerekiyor. Kostümleri ve makyajı bırakıp, artıkvar olmayan New York ahlak polisinin bastığı barda direnenler gibi bir kutlama değil de bir hak arama olarak yeniden yorumlamalıyız onur yürüyüşünü.

        Stonewall’ın 50 yıllık hikayesindeki aşılan en önemli eşik geniş kitleleri eşcinsellere hak vermenin kimseye zararı dokunmayacağına ikna eğitmek oldu. Birinin haklarına kavuşmasının bir başkasının haklarının çiğnemesi anlamına gelmediğini gördükçe muhafazakar insanlar bile bunu mesele etmemeye başladı, LGBT+ hakları bu sayede geldi.

        Bizde de toplumun geneli eşcinselliği mesele etmemeye, umursamamaya, ilgilenmemeye, “Bana ne, ne yaparlarsa yapsınlar” noktasına gelince engeller aşılacak. Papa bile yargılamıyorsa Türk halkı ve devleti de bunu becerir, eminim.

        REKLAM

        ***

        Müttefik kuvvetler

        Bu süreçteki en kritik dönemeç bütün sosyal hareketlerde olduğu gibi ittifaklar kurmaktan geçiyor. Türk eşcinsel hareketinin de hızla kendisine yoldaş bulması, bu işe sanki sıfırdan başlıyormuş gibi sarılması gerekiyor. LGBTQIA+ gibi uzun harfler dizisinde A harfi “ally” yani “müttefik” kelimesini temsil ediyor. Hareketin dostları payesi LGBT+ bireylerin hayatını kolaylaştıran, onlar için mücadele eden insanlara veriliyor. Önemi sanıldığından daha da büyük bu müttefiklerin.

        Türkiye’de bu hak hareketinin epey müttefiki var aslında.

        Parti programında LGBT+ hakları olan HDP daha fazla konuşmaya zorlanabilir; Ertuğrul Kürkçü bir kere Meclis kürsüsünden konuşma yapmıştı ama devamı gelmedi. AK Parti’nin eski aile bakanı Fatma Şahin ilk kez LGBT+ derneklerinden bir temsilciyi toplantıya davet etmişti mesela. İktidar milletvekillerinin de kapısı çalınmalı, muhalefette ise eşcinsel haklarını adeta dava edinen eski milletvekilleri Melda Onur ve Mehmet Sevigen gibi isimlerin yerine gelenlere bu beklenti hatırlatılmalı. Ben arkadaşım Utku Çakırözer’e sesleneyim mesela buradan…

        Medyaya da bu konuda tam saha pres uygulanabilir, köşe yazarlarından televizyon programcılarına teker teker kapılarını çalarak dava ve hakların gerekleri anlatılabilir. Eşcinsellerin başka sektörlere kıyasla nispeten yine en rahat iş bulabildikleri alanlardan biri medya, hatta muhafazakar medyada bile görev alıyorlar: Sabah’ın Washington temsilcisi kimliğini gizlemeyen bir gazeteciydi mesela. Medya yöneticilerinin LGBT+ çalışanlarının haklarını sağlaması konusunda bir bilinç oluşturmak o kadar da zor değil aslında.

        Benzer şekilde iş dünyasından da açık açık destek almak için patronların çalınmalı. Bülent Eczacıbaşı’ndan Ferit Şahenk’e, Ömer Koç’tan Hüsnü Özyeğin’e iş dünyanın liderleri hak arayışına destek çıkmalı.

        Bomonti’nin gökkuşağı şişesi gibi küçük jestlerin bile büyük önemi var. Kanyon binasına gökkuşağı renkli bayrak asmak ne büyük bir jest olur mesela, ya da yeni yapılacak İstanbul Modern’e. Eczacıbaşı ailesinin hiçbir itirazı olacağını zannetmiyorum. Fibabanka sadece bu aya özel gökkuşağı desenli kredi kartı çıkarsaydı ya da…

        Böyle böyle bir normalleşme, alışma mümkün olacak, bireylerden gruplara, gruplardan topluma yayılacak ve tabandan yukarıya hak arayışına karşılık bulacak.

        Diğer Yazılar