Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Belki tam 10 sene olmadı ama epeydir Ali Babacan adını duyuyorum. Komplo teorisyenlerinin “Amerika onu getirecek” laflarının dolaşımının üzerinden bir süre geçti. Son zamanlarda Ali Babacan hakikaten de yeni bir parti, oluşum ya da her neyse harekete geçmişe benziyor. Net olarak bilmiyoruz, çünkü Babacan’ın olası partisiyle ilgili haberler hep üçüncü kişilerden geliyor. Ancak somut birkaç gelişme de bir hareketliliği doğruluyor: AK Parti’den ayrılması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesi gibi.

        İlk kez dikkatimi yıllar önce Can Dündar’ın hakkında yazdığı övgü dolu yazılardan sonra çeken Ali Babacan’ı bir lider adayı olarak duyduğumdan beri aklıma sadece İsmail Cem geliyor. Nasıl ki şimdi Ali Babacan’ın adı konuluyorsa 90’larda da İsmail Cem’e “Solda umut” diye bakılırdı.

        Medyada yakın dostları olan, Türkiye’nin en bilindik ailelerinden birine mensup İsmail Cem kağıt üzerinde mükemmel bir liderdi. Yabancı dili olan, Batı’yla iyi geçinen, medyanın tam desteğini almış, uluslararası alanda saygınlığı bulunan falan… Bugün hemen hemen Ali Babacan hakkındaki övgülerin hepsi zamanında İpekçi için söylenirdi. Bugün Babacan’ı destekleyen liberal kadro İsmail Cem’i överdi.

        Ancak İsmail Cem hiçbir zaman bir kurtarıcı olmadı, kendisine yüklenen bu kadar beklentiye rağmen solda bir yıldız olarak parlayamadı. Epey bir süre konuşulduktan sonra tek başına alternatif bir parti kurmaya başladığında da başarıya ulaşamadı. Gecikmiş miydi, yoksa resmi tarihin yazdığı gibi Kemal Derviş’in son anda bu yeni hareketi bırakması mı etkili oldu?

        TÜRK TİPİ LİDERLİK

        Kuşkusuz türlü nedenler öne sürülebilir, ama ben hep İsmail Cem’de Türk tipi bir liderlik kumaşı olmadığını düşündüm. Sanki bu kadar tereddüt etmesinde, başkalarının ona yüklediği misyona rağmen epey gecikmesinin nedeni kendisinin de bunu bilmesiydi. İyi bir dışişleri bakanı mıydı, mükemmel bir TRT genel müdürü müydü; bunlar ayrı tartışmalar. Ama asla ve asla Türkiye’de siyaset yapabilecek, yükselebilecek bir lider prototipine uygun değildi. Amerika’da Demokrat Parti’de ya da bir kuzey ülkesinde öne çıkan birsiyasi figür olabilirdi, ama oralarda bile “lider” denebilir miydi, emin değilim.

        İsmail Cem’in en büyük handikabıherkes tarafından sevilmeye oynamasıydı. Fazla sakin, aşırı tedbirli bir siyasetçi oldu hep. Ufuk Güldemir onun bu halini cesaretsizliğine bağlamıştı; gazetecilikten beri İpekçi soyadını kullanmamasını, adeta İpekçi soyadını gizlemesine dikkat çekmişti. İsmail Cem soyadının getireceği türlü riskleri bile almak istemiyordu örneğin. Üstelik tanıdığı herkes ona “Cem” diye hitap ederken. Belki şahsi nedenlerden dolayı haklıydı, ama siyasette risk almadan yükselmek mümkün mü?

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kaderini değiştiren bir televizyon söyleşisini hatırlıyorum. 1994 yerel seçimlerinden önce Show TV’ye çıktı ve gecekonduları yıkmayacağını açıkladı. Hiç kimsenin kazanmasına ihtimal vermediği bir isim o gece hiç beklenmedik, başka hiçbir adayın dillendirmeye cesaret bile edemediği bir meydan okumayla o gece siyasette yolunu açtı. Diğer adaylar kendi aralarında Beyaz Türkler’in gündemini paylaşıp gecekondulara savaş açarken, Erdoğan görmezden gelinen bir oy deposunun desteğiyle aradan sıyrıldı. Aynı geceyi rakip aday İlhan Kesici de hatırlıyor, çünkü bölünen oylarda bu yayının oynadığı kritik rolü ekranda ilk fark edenlerdendi.

        Erdoğan’ın siyaset yaptığı sürede 15 Temmuz’daki FaceTime görüşmesinden “One minute” olayına aldığı risklerin kendisine olumlu getirisini hep beraber gördük.

        KİTLELERİ PEŞİNDEN SÜRÜKLEMESİ ZOR

        İsmail Cem bunları yapamazdı, çünkü yapısı buna müsait değildi. Zaten Türkiye’de seçmenler ideolojiye ya da politik görüşe değil lider kültüne göre oy veriyor; adı ister Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, ister Turgut Özal olsun kendi kültünü yaratan siyasetçi alıp başını yürüyor. Aralardaki isimlerse bir başka lider kültü doğana kadar dolgu malzemesi olarak geçici görev yapıyor.

        İsmail Cem’de olmayan lider kültü Ali Babacan’da da yok. Babacan’ın İsmail Cem’e benzerliği ise aşırı tedbirli oluşu. 2015’ten beri hiç tweet atmamış birinden bahsediyoruz Ali Babacan’dan konuşurken. Sarsıntının ve tartışmanın hiç eksik olmadığı Türkiye’de net, keskin bir pozisyon almamış bir siyasetçi; hep güvenli kıyılarda kaldı, hiç göze batmadı, hiç risk almadı. Böyle bir siyasetçinin Türkiye gibi bir ülkede kitleleri alıp peşinden sürükleme, yeni sisteme göre yüzde 50 artı bir oy alabilme ihtimali var mı? Arkasında istediği kadar medya ya da dış destek olsun…

        Olmadığını Ali Babacan da biliyor, ama yine de bu yola giriyor.

        Peki neden?

        Benim bazı tahminlerim var.

        REKLAM

        ***

        Eski sistemin yeni başbakan yardımcısı

        Eski sistem işlese Ali Babacan’ın kuracağı parti belki bir koalisyon hükümetinin kurucu ya da küçük ortağı olabilirdi. Hatta birkaç sene görev yapan, sonra koalisyon ortaklarının arası bozulunca istifa etmek zorunda kalan bir başbakan ya da yardımcısı mesela. Ancak başkanlık sisteminde bu mümkün değil.

        Ama Ali Babacan’ın yüzde 50 oyu olmadığı ortada. Sadece onun değil mevcut siyaset sahnesinde şu anda çoğunluğu peşinden sürükleyebilecek biri lider yok gibi. Bugün seçim olsa Ekrem İmamoğlu için çok erken mesela.

        Babacan istediği kadar AK Parti’den milletvekili transferi yapsın, parti bölünsün… Fark etmez. Zaten sandık sonuçlarının da gösterdiği gibi bir AK Parti’nin oyu var, bir de Erdoğan’ın şahsına, lider kült’üne verilen oy. Erdoğan’ın oyu da hep partisinin oyundan daha yüksek oldu. AK Parti seçmeni olmayanlar bile bu lider kült’ünün etkisinde kalabildi.

        Anladığım kadarıyla Ali Babacan ve arkadaşları yola çıkarken Erdoğan kültünün zayıfladığına yönelik bir hesap yapıyor. Kamuoyu araştırmalarının yanı sıra İstanbul seçimi de bu tezi destekleyebilir. Eğer Babacan’ın düşündüğü gibi Erdoğan’ın şahsi oyu yüzde 50’nin altına düştüyse siyaset meydanında bir boşluk doğduğu da söylenebilir.

        LİBERALLERİN GÜNDEMİNE DİKKAT

        Önümüzdeki aylarda özellikle liberal çevrelerin anayasaya değişikliği tartışmasını açacağını tahmin ediyorum. T24 yazarları mesela… Kemal Kılıçdaroğlu şimdilik ipucu vermiyor, ama yakında muhalefet cephesinden de daha yüksek sesle “Eski sisteme dönelim” sesleri yükselmesi kaçınılmaz olacak. Taban gücü sınırlı bir siyasetin nüfuz alanına sahip olmasının tek yolu Türkiye’nin dönem dönem yaşadığı istikrarsız koalisyonlardan geçiyor ne de olsa. Yeni hareket tüm yatırımını Erdoğan sonrası seçmenin makul bir figüre yönleneceğine yönelik yapıyor olabilir, ama bu doğru olsa bile Ali Babacan en fazla geçiş döneminin bir siyasi figürü olarak siyasette yer alır gibi geliyor. Açıkçası bu bile fazlasıyla cömert bir tahmin, zira İsmail Cem’e bu kadarı bile nasip olmamıştı.

        Hele hele medya, Batı, liberaller ve aklınıza gelebilecek bütün destekle yola çıkan Cem Boyner’in Yeni Demokrasi Hareketi’nin talihi bundan bile beterdi.

        Tarihteki örneklerden ders almakta fayda var, ama Türk siyasetinde tahmin yapmak hiç kolay değil. O yüzden buraya bir şerh de düşmem zorunlu. Zira 90’ların sonunda ArtıHaber dergisinde Ruşen Çakır yazdığı bir analizde Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Bedrettin Dalan” olabileceğini iddia etmişti. Sonrası malum.

        Değişmeyen tek bir gösterge var ama: Hasan Cemal kimi desteklerse o kaybeder. Yazılarına bakmadım henüz ama bugünlerde bir Ali Babacan övgüsü gelirse / geldiyse o hareket ölü doğmuş demektir.

        Diğer Yazılar