Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türk siyasetinin ezeli sorunu solun liderliğine en uygun kişi önceki gün kaybettiğimiz efsanevi anayasa profesörü Mümtaz Soysal’dı. Solu birleştirebilir veya eski rejimde mükemmel bir Cumhurbaşkanı olabilirdi mesela. Ama siyasette ulaştığı en yüksek mertebe Dışişleri Bakanlığı oldu. Daha başka yerlerde, daha yüksek makamlarda görev yapsaydı, hakikaten solun lideri olsaydı nasıl bir Türkiye olurdu?

        Bu görevlere talip olmadı da değil. Adı sosyal demokratların liderliği için sık sık geçti, ama mediokriteye, Türk siyasetinin ayak oyunlarına dayanamadı ve hep uzaklaştı. Medya onu hep huysuz gibi gösterdi, oysa sadece ilkelerinden vazgeçmiyordu. İlkelerinden vazgeçmemek de bir politikacı için eksi puan—hele hele bu topraklarda.

        DİNOZOR VE DEVLETÇİ

        Bakmayın bugün Mümtaz Soysal’ın arkasından ağıt döşeyenlere, özellikle de “hocamız” diyerek kendisini anan liberallere. Zamanında ona az çektirmediler. Ne devletçiliği kaldı, ne dinozorluğu.

        90’lı yıllarda Türkiye bir liberal hayale dalmış, içeride özelleştirmeye gözü kapalı inanmış, dışarıda da teslimiyetçi bir dış politikaya hapsolmuştu.

        Mümtaz Soysal özellikle üç konuda direndi: Birincisi, ülkenin telekomünikasyon ağının özelleştirilmesine ve bunun doğuracağı sakıncalara karşı tek başına savaş açtı, Anayasaya Mahkemesi’nden bu kararı iptal ettirdi. Diğer inadı Kıbrıs konusundaydı. Akdeniz’de son derece stratejik bir ada olan Kıbrıs birçoklarına kalsa gözden çıkarılmalıydı, ama bizzat Denktaş’ın yanında durarak adanın özerkliğini savundu. Son olarak da, o döneme kadar belki de ABD’ye kafa tutan ilk Dışişleri Bakanı’ydı.

        Dört ay görev yapmasına rağmen hala Washington DC’de Mümtaz Soysal etkisini, onunla uğraşmanın ne kadar zor olduğunu hatırlar Türkiye konusundaki kıdemli isimler. Çünkü Türkiye’ye kişilikli bir dış politika çizgisi getirmek için uğraşmıştı. Bu kadar karakter Tansu Çiller’e fazla geldiği için de kendi tabiriyle vuruşarak çekildi.

        İşte o zamanlar ne hakaretlere uğramıştı ama Türk liberalleri tarafından.

        Bugün ise Türk Telekom’un iflasından tutun da ABD-Türkiye ilişkilerine, Akdeniz’de petrol arayan Türkiye’nin uğradığı saldırılara bakıldığında hocanın ne kadar öngörülü ve haklı olduğu anlaşılıyor. Bir de her dönem yanılan liberallerin o gün de Türkiye’yi nasıl yanılttıkları. Evet, o zaman da bugün olduğu gibi kafaları çalışmıyordu.

        HALK ADAMI ROLÜNÜ OYNAMADI

        Mümtaz Soysal’ın solun lideri olmasının önündeki tek engel ilkeleri değildi, Türkiye’de siyaset yapış tarzına kendi karakteri müsait değildi. Çoğunluğunu eğitimsiz seçmenin oluşturduğu Türkiye’de ancak şehirli bir kesme hitap edebilirdi. Oysa Türkiye’de hemen her alanda kazandıran formül taşralılıktan geçer.

        Taşralı değilseniz bile taşralı görünmek esastır. Bülent Ecevit ise muazzam bir prodüksiyonla kendisini halk adamı “Karaoğlan” olarak yarattı. Bu formül popüler kültürde bile değişmez. Levent Kırca ve Kemal Sunal’ın başarısı hep “halk tipi” görünmeleriydi, kendi hayatlarında böyle yaşamasalar bile. Bu formülü erken çözen Barış Manço köşkünde antikaları, yüzüklerini parlatıp klasik müzik dinleyen, yarı zamanlı Brüksel’de yaşayan biri olmasına rağmen bir halk ozanıymış (“Barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa…”) gibi kendisini kabul ettirmeyi başardı.

        Mümtaz Soysal bu prodüksiyonlara girecek, siyaset uğruna kendini dönüştürecek biri değildi. Siyasetteki son durağı kendi partisini kurarken ilk olarak öpüşme yasağı getirdi mesela.

        Düşünebiliyor musunuz hocanın terli erkeklerle oy uğruna şapır şupur öpüştüğünü? Bağdaş kurup yer sofrasında çay içtiğini, seçmene oy uğruna iki anahtar, bir liralık mazot gibi boş vaatler vaat ettiğini…

        Halkın çıkarlarını korumak için illaki bağdaş kurmak, çay hüpletmek, yer sofrasına çömelmek gerekmiyor oysa. Paragraf uzunluğundaki kitap cümleleriyle konuşan, beslenme programı bile halktan son derece kopuk bir Barack Obama geliyor aklıma. Bugün ABD tarihinin en iyi başkanlarından biri olarak anılıyor çünkü halktan kopuk Obama halka daha önce hiç kimsenin başaramadığı sağlık sigortasını getirdi. Mümtaz Soysal’dan dan teknik çözümler, sorunlara idari odaklı yaklaşımlar üretecek, mükemmel bir teknokrat lider olurdu.

        Ama bu prototipin o zaman bile alıcısı yoktu Türkiye’de. Ya da olmadığına inandırıldık.

        CUMHURİYET ELİTİNİN ÖNEMİ

        Mümtaz Soysal tipik bir elitti. Elit olmaksa sanıldığının aksine küçümsenecek değil, özenilecek bir konumdur. İyi okullarda okumak, kendini geliştirmek, genç insanların önünü ve ufkunu açmak, daha fazla öğrenmek ve üretmektir elit olmak, servet yapmaktansa. Ve her toplumun ilerlemek için böyle bir öncü sınıfa ihtiyacı vardır. Mümtaz Soysal’ı yaratan da Cumhuriyet’in eğitime, Batılılaşmaya, muasır medeniyet seviyesine verdiği önemdi.

        Ancak liberal ideoloji Cumhuriyet kazanımları hep küçümsedi, dalga geçilecek sloganlara indirgedi. Mümtaz Soysal’ın siyaset yaparken uğradığı saldırılarla son yıllarda çok popüler olan “seküler elit” eleştirilerinin kökeni aynıydı. Birtakım yarım akıllı yabancı muhabirler ve onları besleyen liberallerin yönlendirmesiyle hayali bir canavar yaratıldı. Bu düşmanlık aslında vasatın kendi yetersizliğini örtme bahanesi, bu eksikliğin doğurduğu öfkesinin yansımasıydı.

        Vasatın egemenliğine savaş açıp kaybeden pek çokları gibi Mümtaz Soysal da yenilerek gitti bu dünyadan. Bir anlamda kendi hayatında da “vuruşarak çekildi,” ama en azından izinden gidenlere bıraktığı miras mücadeleden, savaşmaktan ne olursa olsun vazgeçmemek oldu. Liberal gericiliğin pek çok aydınlık insanı pes etme noktasına getirdiği, şevkini kırdığı, kendi ülkesinde elini taşın altına koymak yerine değmez diyerek çekilmeye zorladığı da ortada.

        Bugün Mümtaz Soysal’ı ananların ikiyüzlülüğü de burada: Hem hayatları boyunca Cumhuriyet eliti diye küfredip hem de bugün Mümtaz Soysal’ı rahmetle anmak olmaz. Dışişleri bakanıyken bir yabancı gazetecinin ‘Şahin misiniz güvercin misiniz’ sorusuna “I am not a bird” diye yanıt vermişti hoca. Hakikaten de kuş değildi.

        Diğer Yazılar