Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ortaköy’de, köprünün hemen ayağındaki köşkün kapısında “Arabic Club” yazıyor, ama burası bir zamanlar İstanbul’un en gözde gece kulüplerinden biriydi. Adını binyılın başında yaygınlaşan son derece tehlikeli bir parti kimyasalından alan Crystal’dan Pazar günü güneş doğduğunda çıkmak, partinin hiç bitmemesi, ya da kapıdan içeri gün doğarken girmek epey sıradandı. Elektronik müzik hiçbir zaman benim ortamım olmadı, o yüzden kentin partici takımında olduğu gibi Crystal nostaljisi yok bende. Belki bir-iki defa gitmişimdir, onu bile tam hatırlamıyorum. Ama Crystal’in bir dönemin İstanbul’undaki yerini çok çok iyi biliyorum. Şimdi o yerde “Arabic club” yazısını görünce de hem gülümsüyorum tarihin bu kötü şakası karşısında, hem de öfkeleniyorum.

        TÜRKİYE’NİN DEĞİŞİMLERİ GİBİ

        Ben Crystal olarak hatırlıyorum ama 80’lerin sonu 90’ların başında bir başka kesim için, yine gece hayatında ayrı bir önemi vardı bu köşkün. Eski bir Türk filminde, sanırım Zuhal Olcay’dı “Ortaköy Ziya’ya gidiyorum,” diyen. Belki de o değildi ama darbeyi atlatan Yeşilçam’ın solu irdelediği bütün filmler de, oyuncular da birbirinin aynısıydı zaten o yüzden fark etmez. Ülkenin gidişatı üzerine içki içerek sohbet ettikleri mekanlar da sayılıydı. Filmler mi mekanlardan çıkıyordu, mekanlar mı filmlerden bugünden bakınca kestirmek zor ama tıpkı Çiçek Bar ya da Ece gibi bir dönemin entelektüel hayatının simgesiydi Ortaköy Ziya.

        “Akşamüstleri arada sırada uğranıp bir kadeh içerken hem dinlenilecek hem de dostlarla karşılaşılacak ideal bir yer,” diye anlatıyor o yıllarda Cumhuriyet’te Bekri Çeşnici mahlasıyla mekan tanıtımları yazan Ali Sirmen. “Ziya Bar’da sinemamızın, yazınımızın, basınımızın ünlülerine rastlayabilirsiniz.” Murathan Mungan, Haluk Bilginer, Şahin Kaygun, Şahika Tekand, Serdar Ateşer sayılan müdavimlerden birkaçı.

        Şimdi nerelerde bu insanlar? Onların takıldığı mekanın elektronik müzik mabedi olması zaten absürttü, ama yine de aynı köşkün bir gün “Arabic Club” olacağını orada içkisini yudumlayan hiçbir entelektüelimiz öngöremezdi.

        Mekanların da modası geçiyor elbette, insanlar başka yerlere gitmek istiyor, yeni semtler keşfediyor, eski sevgililer gibi bir zamanlar müdavim olunan yerler de hızlıca unutuluyor. Hiçbir şey sabit kalmıyor elbette, ama sırf bu köşkün yaşadığı değişim fazlasıyla Türkiye’nin kimlik bunalımını da yansıtıyor gibi.

        80’lerden 90’lara geçildiğinde solculuk yerini reklamcılığa bırakmıştı, Ziya Bar gibi yerlerde “kimlik” tartışması yapılıyordu. 2000’li yılların başında asla bitmeyeceğini bildiğimiz bir parti başlamıştı, toplumda muazzam bir özgürleşme hissediliyordu, birçok tabu devrilmişti, gençler belki de Türkiye tarihinde ilk kez eğlenmek için sokaklardaydı ve hiçbirimiz uyumuyorduk adeta. İşte Crystal tam da böyle bir zeitgeist’a karşılık gelmişti belki. Ama bu sefer köşkün yaşadığı değişim basit bir arz-talep ilişkisiyle açıklanamaz.

        Eğer bugüne kadar Türkiye’nin bir Avrupa mı yoksa Ortadoğu ülkesi mi olduğuna dair bir tartışma sürüyorsa Ortaköy safını çoktan belirlemiş. Arap sermayesine tapınan dünyanın başka şehirleri de var; sırf para uğruna bu görgüsüzlüğü, zevksizliği alttan alıyorlar. Londra’nın Knightsbridge semtindeki nargileciler aklıma geliyor ilk olarak. Cannes’daki otellerin önüne park etmiş Suudi Arabistan plakalı ultra-lüks arabalar falan hep paraya kolayca teslim olan insanın zayıflığının sonucu doğdu. Ama yine de Arap sermayesinin ziyaret ettiği hiçbir şehir tam olarak Arap’laşmadı, Arap kültürü en fazla mevcudun içinde kendine yer buldu.

        TURİSTİK EŞYA OLARAK MSB

        En azından ben lüksle özdeş şehirlerin hiçbirinde farklı boy ve çeşitlerde çerçevelenmiş Suudi veliaht prensi Muhammed bin Selman portreleri, telefon kılıfları görmedim. Eğer bir gün çeşitli MBS ürünlerine ihtiyacınız olursa Ortaköy Meydanı’nda kolaylıkla bulabilirsiniz. Bizim ülkemizin liderinin posteri satılıyor olsa anlarım, bütün ülkeler kendi liderlerinden ya da kraliyet ailelerini pazarlar. Ama bir ülkede bir başka ülkenin liderinin ürünlerinin böyle yaygın bir şekilde satıldığına hiç rastlamamıştım. Türkiye’de Donald Trump posteri satılması da absürt bir durum olur. MBS ise ayrıca özel bir vak’a. Ülkemizde kendi resmi görevlilerinin işlediği vahşi bir cinayetin talimatını vermiş, bu cinayet de yanına kar kalmış biri.

        Bu kadarı hangi “Arabic” sermaye aşkıyla açıklanabilir?

        Bu absürtlüğün merkezinin Ortaköy Meydanı olması daha da acıklı. Daha önce de birkaç kere yazdım, Ortaköy Meydanı’nın düzenlenip halka armağan edilmesinden sonra burada çok simgesel bir konser verilmişti 90’ların başında. Bir 19 Mayıs günü 90’lar Türkiye’sinde özgürlüğün tadını alan gençler orada Bulutsuzluk Özlemi konserine katılmışlardı. Adını Mümtaz Soysal’ın Deniz Gezmiş ve arkadaşları için yazdığı bir makaleden alan grup, bir başka kuşak gencin bulutsuzluk özleminin sözcüsüydü sahnede. Şimdi aynı gökyüzünde “Arabic Club” bulutları var.

        Diğer Yazılar