Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yarasa çorbasının hemen ardından ortaya atılan ilk iddia virüsün insan yapımı bir biyolojik silah olduğuydu. Sonradan aslında biyolojik silah değilmiş ama insan yapımı olabilirmiş, nedeni de Çin’in aslında hastalıklarla mücadelede Amerika’dan geri kalmadığını gösterme arzusuymuş dendi. İki ülke tıp alanında da rekabet halindeymiş meğerse, ama Çin öne geçeceğim derken virüsü elinden, daha doğrusu laboratuvardan kaçırmış. Orada çalışan bir teknisyen iş çıkışı… Ancak bu teorinin de modası geçiverdi.

        Hemen ardından gündeme virüsün insan yapımı olmadığı, genetiğinin oynanmadığı ama yine de Çin’de bir laboratuvardan sızdığı teorisi geldi. Virüs hakikaten de bir hayvana geçmiş, o hayvanı incelemek isteyen laboratuvardan da bir şekilde sızmış. Son olarak Trump, “Evet Çin yaptı, ama kasten yapmadı,” noktasına geldi.

        Corona virüsünün nasıl dünyayı ele geçirdiğine dair “istihbarat” günden güne değişiyor. Tabii kimin anlattığına bağlı olarak. Çin bir ara virüsün Amerikan ordusu tarafından kasten yapıldığını bile düşünüyordu. Amerika ise virüsten Çin’i sorumlu tutmak için kendi istihbarat elemanlarına yoğun baskı yapıyor. Yeter ki bir şekilde o söz konusu laboratuvardan sızdığına dair bir bilgi kırıntısı, bir istihbarat bulunsun.

        REKLAM

        IRAK İSTİHBARATI UNUTULMADI

        Böylesi benzer bir istihbarat yarışı 11 Eylül’den sonra Irak’ta kitlesel imha silahları (WMD) olduğu konusunda da yaşanmıştı. Türkiye’deki “uzmanlar” da bu konuya ikna olmuş, Amerikan hükümetinin resmi yalanını kamuoyuna pazarlayıp savaşa aracılık etmişlerdi. O dönem George W. Bush hükümeti özelikle Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin (gölge Başkan) baskısıyla kendi istihbarat elemanlarına, Pentagon’a ve Savuna Bakanı’na bu yalanı satma görevini vermişti.

        Oysa Irak’ı yöneten Saddam Hüseyin atıp tutmayı, bire bin katarak anlatmayı seviyordu. “Bende silah yok” dese bölgedeki Arap komşularının gözünde güçsüz duruma düşecekti. “Bende silah var” dese açık açık kendisine müdahale edilmesini sağlayacaktı. Sonuçta tamamen uyduruk delillere dayanarak ABD istediğini elde etti ve Irak’a girdi. Ama sonunda WMD’nin izine bile rastlanmadı.

        Bugün Amerika’daki merkez medya daha temkinli. Güvenilir istihbarat ve dışişleri kaynakları virüsün laboratuvardan sızmasının sadece bir teori olduğunu söylüyor. Tartışılan onlarca teoriden sadece biri; kaynağı da açık istihbarat, yani gazeteler, televizyonlar, hatta sosyal medya. CNN ne biyolojik ne de kronolojik açıdan laboratuvar teorisinin desteklenmediğini haber yaptı.

        Amerikan Başkanı’nınsa yine bir kriz anında benzer bir günah keçisine ihtiyacı var. Virüsün ABD’ye aslında Çin’den değil de Avrupa’dan geldiğine dair çok kuvvetli kanıtlar çıktı. Ama Çin’in virüsün yayılma hızını en başta gizlediği iddiaları da bir hayli kuvvetli. Trump’a güvenmek zor, Çin’e de.

        REKLAM

        Çin’in Başkanı Xi de kendisine tapınılmasını isteyen bir diktatör adayı. Kendi vatandaşlarını puan sistemine tabi tutan, her adımlarını gözleyen ve kırmızı ışıkta geçmekten sokakta işemeye kadar gözlerini üzerinden ayırmayıp ceza kesen bir totaliter sistem yarattı. Ve o da tıpkı Trump gibi sadece kendisine tapınılmasını istiyor, herhangi bir eleştiriye de tahammülü yok. Çin’de gerçekleri yazmak isteyen gazeteciler anında sınır dışı ediliyor örneğin. Nitekim Vuhan’da virüs belirdiğinde Çin hem yaklaşan tehlikeyle ilgili haber yapmak isteyen Batılı gazetecileri hem de bas bas bağıran kendi doktorlarını susturdu. Virüsü ilk fark eden doktorun şüpheli ölümü? Bu konuyu komplo teorisyenlerine bırakıyorum.

        TARAF OLMAK ZORUNDA MIYIZ

        Dünyanın geri kalanı hala Çin’den gelen verilere itibar etmekte zorlanıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün başında iyi niyetli, Kemal Kılıçdaroğlu tipli biri var mesela. Bu iyi niyetinin kurbanı olarak Çin’e güvendi ve pandemi konusunda dünyayı erken uyaramadı.

        Sadece bir hafta içinde Fransa, İngiltere ve onlarca Afrika devleti Çin’i kınadı. Avustralya soruşturma açılmasını istedi. Amerika’da acaba Çin’e dava açılabilir mi tartışması yaşanıyor. (Hukuki olarak mümkün değil.) Japonya en son Çin’in güvenilir olmadığını öne sürerek firmaların oradaki faaliyetlerini durdurmaları için iki milyar dolarlık bütçe ayırdı. İspanya, Çek Cumhuriyeti ve Hollanda ise Çin’in standartlara uymayan tıbbi malzeme sattığından şikayetçi oldu. Öte yandan Türkiye ve Arjantin ise Çin’in virüsle mücadelesini takdir etti.

        Ancak Çin’in virüsle mücadelesinin üzerinde iki sene önceki aşı skandalının gölgesi var. Birçok Çinli anne baba bebeklerine etkisiz aşıların verildiği, hükümetin yüzde 40’ına sahip olduğu ilaç şirketlerinin sorumluluğunu örtmeye çalıştığını öğrenince isyan etmişti.

        Corona aşısı geliştirmek için çalışan Vuhan Enstitüsü bu konuda sabıkalı. Bugün Corona aşısı için dünya devletleriyle yarış halinde olan Çin’in bulacağı aşı da “Çin işi” mi olacak? Özellikle biz Türklerin aşina olduğu, işportada satılan ve daha eve gitmeden kullanım ömrü dolan ürünler gibi.

        Gözüken manzara bir anlamda 11 Eylül’de Irak’a karşı ABD’nin başını çektiği bir Batı koalisyonunun şimdi de Çin’e cephe açtığı gibi. Ama Saddam rejimi gibi Çin de kimsenin gönül rahatlığıyla savunamayacağı bir muhatap. Amerika ne kadar manipulatif olursa olsun, Çin de bir o kadar agresif ve yanıltıcı. Bir orta yol yok bulmak hep çok mu zor?

        Diğer Yazılar