Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Aydın Doğan’ın torunu Aydın Doğan Yalçındağ bir medya patronunun ailesini anlatan ve Murdoch’lardan esinlenen “Succession” dizisini duyunca “Biz de bunun Türkiye uyarlamasını yapalım,” diyor. Bir medya patronu, dört kızı ve damadı hakkında bir dizi satmaya hazırım sahibi olduğu Blu TV’ye. Bir başka dijital platform kurucusu, GAIN’in sahibi Gözde Akpınar ise Filli Boya’yı 1.4 milyar TL’ye satmadan önce altı sene boyunca reklamları bizzat yaptığını söylüyor: “Avrupa Yakası”nda duvara sıçrayan kahvenin kolayca silinmesi, o anda Filli Boya reklam bandı geçmesi onun fikriymiş.

        “Avrupa Yakası”nın yaratıcısı Gülse Birsel’in bugünlerde derdiyse dizisinin tekrarlarından telif alamamak. Cüneyt Özdemir ona dava açmasını öneriyor.

        Bu arada Özdemir beğenmediği bir dizinin yapımcısıyla İzzet Çapa ve Demet Akbağ’ın kardeşinin yönettiği yerli diziler odasında kavga ediyor. Ancak benim bu kavgadan sabaha karşı 5:00 gibi haberim oluyor, Gülsel Birsel konunun detaylarını tam 10 saattir yayın yapan Şebnem Bozoklu’nun odasında İrem Derici, Gonca Vuslateri, korkunç sesiyle yataktan Franszıca şarkı söyleyen Esra Dermancıoğlu, artık göbeklendiğinden şikayet eden Rıza Kocaoğlu ve kimi markaların kendisine bedava ürün yollamasını dilenen Enis Arıkan’a anlatırken. “Apış arası beyazlatıcı” kremi hakkında konuşmaya geçmeden hemen önce.

        REKLAM

        KİMİ ARARSANIZ ORADA

        Aman efendim, kimler kimler gelmiş… Eski başbakanlardan, Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu değil mi o? “Herkes istediğini sorsun,” diye ordaymış. Bir de Atilla Taş’la buluşacaklarmış. İçkiyi fazla kaçıran köşe yazarları, evde oturmak zorunda kalmaktan ne yapacağını şaşırmış dizi oyuncuları, Kuşum Aydın ve girmedik oda katılmadık sohbet bırakmayan, kendisine mikrofon verildiğinde mutlaka şarkı söyleyen, kendisine mikrofon verilmediği –pandemide dijital medyanın geleceği odası gibi– ortamlardan hemen sıkılıp kaçan Gülben Ergen de burada.

        Burası Clubhouse.

        Sadece ünlüler değil, Cefi Kamhi’den Tayfun Bayazıt’a iş dünyasından isimler, Güliz Onursal gibi bir dönem haber yapılan sosyetik isimler de katılmadan duramamış. Tarabya’daki bu tavernada bir tek orgun başında gelenleri karşılayacak Arif Susam eksik, ama onun yerini her dinlemek için geleni “Aaa kimler de aramızdaymış,” diye karşılayan moderatörler dolduruyor. Herkes ama herkes Erol Köse’den korkuyor: Odaya girip ortalığı karıştıracak mı diye… Nitekim o da girip ortalığı karıştırıyor.

        Öyle bir ortam ki, elinizi sallasanız kendilerine CEO, ‘entreprenuer’ ve ‘founder’ diyenlere çarpıyor. 20’li yaşlarında, adlarını ilk kez duyduğum birtakım İnternet sitelerinin ‘founder’ ve ‘editor-in-chief’leri medyanın geleceğini tartışıyor örneğin. “2015’teki Hürriyet Pazar efsaneydi be abi,” medya tarihine hakimiyetleri.

        Reklamcı, sosyal medya uzmanı, girişimci ve benzeri türevlerdeki birtakım tipler araya mutlaka ama mutlaka İngilizce sözcükler sıkıştırarak dijital platformların, özel olarak Clubhouse app.’inin, pandeminin bir şey bir şeye etkisi üzerine kendilerini çok ciddiye aldıkları belli paneller düzenliyorlar.

        REKLAM

        Ancak bu “upward swing” sandıklarının tam bir “sewage hole” olduğu konusunda ciddi endişelerim var. Gerçi hepimiz hafta sonu elimizde tuzlukla meraktan girdik.

        Aslında aylardır ABD’de patlamıştı Clubhouse; pandemi yüzünden Soho House’lara gidilmediği bir dünyada ayrıcalıklı (“exclusive” diyeyim) bu ortamda ünlülerin kendi aralarındaki sohbetlerine katılmak bir statü sembolü olmuştu. Çok “sought after” bir davetiyeyle girilen bu uygulama hafta sonu Türkiye’de dev bir kartopu gibi büyüdü. O peşinde çok koşulan davetiyeden bolca var şimdi, sanırım yakın zamanda da Türkiye bu uygulamanın dünyada en çok kullanıldığı yer olacak.

        BİZİM KÜLTÜRÜMÜZE ÇOK UYGUN

        Bir kere, yazılı kültüre hala adapte olmakta zorlanan bizim kültürümüzde boş konuşmaya yer var. Clubhouse da bir “agora” değil, daha çok mahalle kahvesi, altın günü, konken saati… Anladınız ortamı. Uygulama son derece basit: Birkaç kişinin –kaç kişi size bağlı– telefon konuşmasına dışarıdan kulak misafiri olmak, muhabbete de başkalarını katmak gibi. Bir tür gönüllü Telekulak.

        80’li yıllarda telsiz modası çıkmıştı, “Brek… brek… arkadaş arıyorum arkadaş…” diye başından kalkılmaz, hatta ‘manita’ peşinde bile koşulurdu. İnternet geldikten sonra Türklerin bu ortama en büyük katkısı mIRC’daki #zurna kanalı oldu, ama düzey hızla düştü. 2000’lerin ortalarında Twitter’a akın etmişti Türk ünlüleri, şimdi arkalarına bakmadan kaçıyorlar. Instagram’da “monetization” doyum noktasına ulaştığı için de belki voliyi buradan vururuz diye Clubhouse’a akın ediliyor şimdi. Yakında burayı da belaltı muhabbetlerinin ele geçirmesi kaçınılmaz.

        REKLAM

        Ancak bütün bu uygulamaların ortak noktası, ya da “big picture”in işaret ettiği daha acıklı bir durum var. Çetin Altan geyiği gibi olacak ama, gerçekten asıl sorun Türklerin hala birey olmaya geçişi tamamlayamaması gibi gözüküyor. Türkler tek başlarına vakit geçirmeyi bilmiyor; pandemideki sokağa çıkma yasağı ikna edici olmayan bahane bu app’in popülerliğini açıklamak için. Tıpkı iktidar baskısından kaçıp özgür bir alana kavuşma arzusu gibi… Telsiz ya da mIRC varken AK Parti yoktu. Kendimizi kandırmayalım, geyiği seviyoruz biz.

        Ünlü-ünsüz, zengin-fakir de fark etmiyor. Şebnem Bozoklu’nun tam 10 saat süren yayını Çehov provasıyla başlamış, ama sonradan 10 saatlik geyik muhabbetini tercih etmiş. Çok başarılı bir iş kadını olan Akpınar’ın sabah 8:00’den sabaha karşı 4:00’e kadar “dinleyici” ya da “konuşmacı” olduğunu görünce demek ki aklı başındaki birçok insanın bile vakti çok kıymetli değil diye düşündüm.

        Kitap okumak, film izlemek, hatta hiçbir şey yapmamanın keyfini almak –dolce far niente– yerine neden insan dün telsizin bugün de telefon uygulamasının başında oturur? Hepimizin canı gerçekten bu kadar sıkılıyor olamaz.

        Ne yazık ki, “Hotel California” gibi Clubhouse adlı Silikon Vadisi tuzağından da “check out” yapsanız bile ayrılamıyorsunuz. Metafor değil yaptığım. Ciddi ciddi bu çukurdan kendimi kurtarmak için hesabımı silmek istedim, ama uygulama buna “şimdilik” izin vermiyor. Belki bugün Clubhouse’da bir odada “WhatApp bizim ‘data’mızı ‘collect’ mi ediyor?” diye tartışılırken, bu konu da gündeme gelir.

        Diğer Yazılar