Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Amerikan toplumu yaklaşık bir buçuk sene önce “Critical Race Theory” adlı bir kavramla tanıştı. O gün bugündür CRT aşağı, CRT yukarı. Donald Trump en büyük CRT düşmanlarından ama ne olduğunu biliyor mu, emin değilim. Bilmemesi son derece anlaşılır, çünkü CRT akademide bile o kadar yaygın kullanılan bir kavram değil.

        Az-çok okuyan biriyim, yüksek lisans sırasında birkaç sene önce karşıma çıktı ilk kez; ucu bir şekilde ırkçılığa dokunan bir çalışma yaptığım için CRT etrafında birleşen bir çalışma grubuna dahil olunca öğrendim ne olduğunu. Akademide değilseniz bilmeniz de gerekmiyor zaten. Özetle sistemin ırkçı kökenleri olduğunu, ırkçılığın kanunlara, kurumlara ve kültüre işlediğini savunuyor. Dolayısıyla bir değerlendirme yaparken ırkçılığın ve beyazların üstünlüğünün baskın olduğunu gözden kaçırmamamız gerektiğini öneriyor.

        Trump’ın danışmanları şeytani bir hamleyle CRT’den hayali bir öcü yarattı ama. Okullarda CRT öğretildiğini, çocukların bu kavramla zehirlendiklerini iddia ettiler ve bunu seçmenin kafasına soktular. Geçen sene “Black Lives Matter”protestolarıyla ülke genelinde oluşan ırkçılığa yönelik bilinçlenme ya da “uyanış” (wokeness) CRT düşmanlığıyla gölgelendi. En basit örnek de Virginia’daki valilik yarışı oldu: Cumhuriyetçi vali anne-babaların çocuklarına okutulacak kitaplar hakkında söz sahibi olmalarını söyledi, seçim sonucunu belirleyen de müfredat tartışması oldu.

        REKLAM

        UYANIŞ TERS TEPİYOR

        Aslında ortada böyle bir sorun da yok, bu müfredat tartışması da yoktan icat edildi ama insanlar inandı ve ona karşı örgütlendi. Kültür savaşlarından beslenen Amerikan sağı okullarda okutulan kitapları sürekli gündemde tuttu. Böylece anne-babalar çocuklarının beyninin yıkandığına inanmaya başladı. Demokratlar ya da “uyanmış” kişilerse bir türlü pozisyonlarını açıklayamadılar. Okullarda CRT öğretilmediğini bile anlatamadılar. Ama karşılığında ne öğretildiğini de bir türlü açıklayamadılar.

        Ben bir örneğe tanık oldum. Amerikan okullarında bu “uyanış” dalgasından sonra endişeli makulleri haklı çıkaracak birtakım gelişmeler yaşanmaya başladı. Bir akrabama lisedeki İngilizce edebiyat dersinde geçen sene Trevor Noah’ın “Born a Crime” adlı otobiyografisi ders kitabı olarak okutuldu örneğin. Güney Afrikalı bir komedyen olan Noah her gece mizahi haber programı sunuyor, kendi hikayesi de siyah anne ve beyaz bir babanın çocuğu olması. O yıllarda böyle bir çiftleşme apartheid’a göre suçtu. Kitabı sesli dinledim, gayet ilginç. Ama edebiyat dersine nasıl girer, aklım almıyor. Gerçi ABD’de bazı anne-babalar Toni Morrison’ın “Beloved” (Sevilen) adlı başyapıtı okutuluyor diye de infiale geçti ama Noah’nın eğlencelik kitabının okutulmasının gerçekten özrü yok.

        Irkçılık konusunda bilinçlenme gerekli ama ABD’de “wokeness”ın ayarının kaçtığını düşünüyor endişeli makuller. Netflix dizilerinden gazetelerin Pazar eklerine kadar bir senedir her şey ama her şey ırk ve ırkçılığa karşı toplumu eğitme üzerine kurulu. Yüzyıllarca görmezden gelindiği doğru siyahların; ABD’nin rock müzikten yemeğe siyah kültürünü çalarak kurulduğu da ortada. Ama yılların eksikliğinin bir senede her diziye uysa da uymasa da siyah bir karakter yazarak, gazetelerde sadece siyahlarla ilgili konulara yer vererek çözüleceğini düşünmek zorlama.

        REKLAM

        Benzer bir durum LGBT+ hareketi için de geçerli. Sağcıların sözcüsü Fox News bir süre önce Miami yakınlarında bir ilkokul öğretmenin sınıfı “gay bara” götürmesine isyan etti. Gittikleri yer gay bar değil. Gökkuşağı bayraklı, herkesi dahil eden, LGBT+ müşterilerin kendilerini daha rahat hissetmeleri için hizmet veren bir yer. Herhangi bir lokantadan tek farkı biraz daha gökkuşağı renklerine sahip olup “Gel her ne olursan gel…” düsturunu benimsemesi.

        Açıkçası, ilkokul çocuklarının burada ne işi olduğunu ben de anlamıyorum. Sadece gökkuşağı bayraklarından dolayı değil, bir müze ya da hayvanat bahçesi gezmesi gibi bir lokantaya gitmenin pedagojik değerini kavrayamıyorum. (Ayrıca bıraksınlar gay bar'ı da kendi kendimize keşfedelim, bu keşfin heyecanını elimizden almasınlar.)

        LGBT+ spektrumuna sürekli eklenen ve benim bile takip edemediğim harfleri sormayın bile. Her geçen gün bildiğimizi düşündüğümüz kavramlar yeniden tanımlanıyor ve hepimizin adapte olması bekleniyor. Artık ABD’de herhangi bir iş başvurusunda size hangi zamirle hitap edileceğini önceden söylemeniz bekleniyor. Kendilerini ne erkek ne de kadın olarak tanımlayan “non-binary” insanların benimsediği “they” (onlar) tekil anlam da kazanmaya başladı. Yetişmek o kadar zor ki; yanlışlıkla “they” yerine “he” veya “she” diye diliniz sürçtüğünde aniden linç ediliyorsunuz. Bu tavır davaya güç mü katar yoksa desteği mi azaltır, “onlar” düşünsün.

        Yıllar önce canlı yayında birisinin dili sürçüp “Bülent Bey” demişti, Ersoy da “Sen çok gerilere gittin,” deyip kahkahayı basmıştı. Şimdi böyle esprilere, alttan almalara yer yok. Onun yerine had bildirme ve her yerde insanı uyandırma-eğitme yarışı var. “Onların” var olma ve tanınma hakkı ayrı, ama topluma uyum için biraz süre tanınması gerekiyor. Bu acelecilik ve inat ters tepiyor işte.

        MAKULÜ ANLAMAK MÜMKÜN

        Hayatım boyunca “ortadan,” sağından ve solundan nefret ettim, mümkün olduğu kadar uçta durmaya, radikal azınlığın parçası olup sesini duyurmaya çalıştım. Azınlık olduğum için bunun yazgım olduğunu da düşündüm. Birkaç senedir ABD’de başlayan “uyanış” beni bu yüzden heyecanlandırdı. Nihayet görmezden gelinenin sesinin duyulmaya başladığını, geçmişle hesaplaşılacağını düşündüm. Ama şimdi o uyanışla benim uyanışım arasında bir ahenk sorunu olduğunu düşünmeye başlıyorum. Yaşlanıyor muyum? Sanmıyorum.

        En basitinden ben bile LGBT+’deki nüanslara tam olarak hakim değilken agresif bir şekilde hayatında bu kavramları duymamış insanlardan bunu beklemek ne derece adil bilmiyorum. Sonuçta insanların çoğunluğu makul, ortada. Bu onları sıkıcı ve sıradan hatta bilgisiz ve cahil kılıyor olabilir. Ama makule ulaşmanın yolu onları yargılamak, dövmek, küçümsemek olmamalı herhalde. Artık pes ettim. Her dakika yargılanma, iptal edilme, yanlış anlaşılma korkusuyla yaşamanın ifade özgürlüğüyle bağdaşmadığı ortada. Ama bu ortamı da bizzat kendi mahallem yaratıyor.

        Amerikan solu daha iyi bilmiyormuş işte, makulü hafife aldıkları anda kaybettiklerini gördüler. Şimdi tıpkı Türkiye’deki muhalefetin seçim mağduriyetlerinden sonra olduğu gibi “Biz nerede hata yaptık?” diye dövünüyorlar.

        Diğer Yazılar