Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Peyton Gendron adlı 18 yaşındaki genç önceki gün evinden çıkıp hiç üşenmeden 321 km yol kat ederek New York’un Buffalo şehrine gitti. Orada özellikle seçtiği Tops adlı bir süpermarkete girdi, 13 kişiye ateş açtı, 10 kişiyi öldürdü. Amerika’da dönem dönem seri katillerin çıkması ya da toplu katliam yapılması yeni değil. Sinemalardan konserlere, okullardan alışveriş merkezine kadar birisi kolayca sahip olduğu silahla çeşitli nedenlerden dolayı öfkesini kusuyor, masum insanlardan öç alıyor. Hepsinin kendine göre bir nedeni var. Gendron’un saldırısının altında yatansa beyaz ırkın soykırım tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı, yerlerine siyahların geçeceği. Buffalo’ya gitmesi, Tops’ı seçmesi kasıtlı. Bir gece önce süpermarketin çevresinde dolaşıp etrafı yokluyor; özellikle siyahların yaşadığı ve siyahların alışveriş yaptığı bir yer olduğundan emin olduktan sonra ertesi gün gidip ateş açıyor.

        Katil 18 yaşında olunca dijital ayak izini tespit etmek de hiç zor olmadı. O yaş grubundaki pek çok genç gibi Gendron’un da yazdıkları yakalanmasından sonra ortaya çıktı. 180 sayfalık bir metinde “değiştirme teorisi” olarak bilinen ırkçı bir ideolojiyle kafayı bozduğu, kendi kendine olmayan bir korku yaratarak—beyaz neslinin soyunun tükenmek üzere olduğu gibi—nefret suçu işlemeye karar verdiği anlaşıldı. ABD’de son yıllardaki silahlı saldırıların yüzde 60’ı beyaz ırkın üstünlüğünü savunan aşırı uçlar tarafından işleniyor. Her katliamın altından da bir şekilde “değiştirme teorisi” çıkıyor.

        FRANSA’DAN İTHAL

        “Değiştirme teorisi” sadece ABD’de değil, dünyanın başka yerlerinde de ırkçılar arasında benimsenmiş halde. 2019’da California’nın Poway şehrindeki sinagog saldırısı, Yeni Zelanda’da 51 kişinin ölümüne yol açan cami katliamı, El Paso’da bir mağazada 50 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırı, Pittsburgh’da bir sinagogda 11 kişinin öldürülmesinin altında hep aynı panik yatıyor: Bir azınlık grubunun—Yahudiler, Müslümanlar vs.—toplumu ele geçirip beyazları yok edeceği korkusu. Gendron’un yazdıklarından beyazların soyunun tükenmesinin nedenlerinden biri ırklar ve dinler arası evlilikler, bu düşünceleri başka ırkçılar da benimsiyor.

        Aslında bu ideoloji ABD’ye Fransa’dan ithal. Renaud Camus’nün İngilizceye dahi çevrilmeyen kitabı kısa sürede Amerikan ırkçıları tarafından YouTube’da, politikacıların ağzında, hatta çok izlenen televizyon programlarında tekrarlanmaya başladı. Bu sayede yayıldı, kendisine kitle buldu.

        Camus pek çok ırkçı Fransız gibi göçmenlerin çocuk yapmasından, nüfusunun artmasından endişe duyuyor. Fransa’nın kısa süre sonra tamamen Müslüman bir ülke olacağını iddia eden çok satan romanlar var. Marine Le Pen’in neredeyse Cumhurbaşkanlığı seçildiği son seçimlerden sonra toplumdaki bu endişenin ne kadar yaygın olduğunu anlamak mümkün. Göçmenlerden, farklıktan, çeşitlilikten korkanlar aşırı sağı güçlendiriyor. Le Pen, Orban gibi figürler dünyada istikrarlı bir şekilde oylarını artırıyor. Türkiye’de mültecilere yönelik tepkinin siyaseti nasıl ele geçirdiğini, tartışmanın merkezine oturduğunu görüyoruz. Ümit Özdağ tek başına günlerdir gündemi belirliyor. Dünyanın iyi bir yere gitmediğine dair yeteri kadar örnek var elimizde.

        BEYAZLARIN MAĞDURİYETİ

        “Değiştirme teorisi” ırkçılığın şeklini de değiştiriyor. Bugüne kadar beyaz ırkçılar kendilerinin diğerlerinden daha üstün olduklarını iddia eder, nefretlerini küçümsemeye dayandırırlardı. Bütün diğer ırklar beyazlardan daha altta olduğu için yok edilmeliydi. Madison Grant’in “The Passing of the Great Race” kitabı ABD’nin sadece Batı Avrupa’dan göçmen almasını sağlayan 1924 yılındaki kanununun altyapısını hazırladı. Aynı kitap Adolf Hitler’e de ilham kaynağı oldu.

        “Değiştirme teorisi” beyazların üstünlüğünü değil, mağduriyetinin altını çiziyor. Camus daha önceki katliamların birinde New York Times’a yolladığı mesajda düşüncelerinin hala arkasında olduğunu da ama şiddeti onaylamadığını, kendi önerisinin şiddet içermediğini iddia ediyor. Ancak kitabı okumadan, içeriğini kulaktan duyma öğrenenler yaptıkları katliamın teorik açıklamasını Camus’nün satırlarıyla yapıyorlar.

        Irkçılığı cehaletten ayrı düşünmek mümkün değil, bu açıdan yazdıkları nefret manifestosunda “değiştirme teorisi”ne atıfta bulunanların tam olarak ne anladıklarını bilmediklerini varsaymak da şaşırtıcı değil. Bir zamanlar Türkiye’de bir kitabın bomba kadar tehlikeli olabileceği konuşulmuştu. Şimdi dünyanın karşısında galiba gerçekten bomba kadar tehlikeli bir kitap var.

        Diğer Yazılar