Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Daha önce Habertürk’te yayın yönetmenliği yapan Selçuk Tepeli gazeteci olduğu kadar çiftçi, bazen çiftçiliği gazeteciliğinin önüne geçebiliyor, bazen çiftçiliği sayesinde gazetecilikte pek çoğumuzun ilgilenmediği konularda detaylı bilgisi oluyor, bunu mesleki avantaja döndürüyor. İklim değişikliğine hassasiyeti buradan geliyor mesela. Türkiye’nin tarım politikalarına, ya da daha doğrusu kendi kendine yetebilen tarım ülkesinin yok edilmesine tepkisi de. Tarım onun için şahsi bir mesele, bir tutku, bir yaşam biçimi. İnsanı hayatta tutan birkaç şey tutkuyla bağlı olduklarıdır, bunların elinden alındığını görmesi onu isyana sürükler. Hayatta hiçbir tutkusu, ilkesi ya da inancı olmayan bunu anlayamaz.

        Geçen hafta Fox ana haber bülteninde aniden parlayıp tarımın yok edilmesiyle ilgili haberden sonra elindeki kağıtları fırlatıp masadaki bardağı devirmesi, bardağın içindeki suyun—her ana haber sunucusu viski içmiyormuş işte—kameraya sıçraması mükemmel bir televizyon anıydı. Ama planlı bir hareket değil, aksine içten, derinden gelen bir isyanın dışavurumuydu. Gazetecilik insanı robotlaştırmaya zorlayan bir iş. Duygularımızdan arınmamızı, haber öznesi veya konusuyla aramıza mesafe koymamızı, önümüzde insan öldürülse bile soğukkanlılığımızı korumamızı şart koşuyor. Bunlar gazeteciliğin kabul görmüş evrensel kuralları. Ama bu kurallar ancak yılda bir-iki büyük haberin olduğu ülkelerde anlam kazanır. Askerinden öğretmenine, dizi oyuncusundan çiftçisine daimi bir post-travmatik stres bozukluğu altında yaşanan bir ülkede er geçen hepimizin bir gün kontrolü kaybedip delirmesi kaçınılmaz.

        TAHAMMÜL BİR YERE KADAR

        En aklı başında, sakin gibi gözüken gazetecilerin bile bir tahammül sınırı olduğunun ilk örneği Selçuk Tepeli değil. Kendi adıma bir gün herkesin kontrolünü kaybedebileceğimi ilk fark etmem Oktay Ekşi’nin Hürriyet’teki son yazısı oldu. Basın tarihine yazdığı bir hakaretten dolayı işine son verilmiş olarak geçti bu olay, ama başlangıcından bitimine adım adım çok ilginç gelişti.

        İktidarın yaptığı özelleştirmelere tepki yazısı yazan Ekşi yazısını baskıdan önce okurken son bir düzeltme yapıyor. Yazılı basında böyle bir adet var, eski kuşak köşe yazarları taşra baskısından sonra kendi yazılarını basılı kağıtta görüp üzerinde oynar. Başyazar Ekşi’nin de belli ki içine sinmiyor bu yazı. Daha çarpıcı olmasını istiyor, sonuna pek çok kişinin hakaret olarak yorumladığı o cümleyi ekliyor. Açıkçası hakaret olarak algılamamak da mümkün değil “Bu zihniyet anaları da satar,” cümlesini. Şaşırtıcı olan Ekşi gibi onlarca sene baş yazarlık yapmış, gazetecilik örgütlerinde görev almış, serinkanlılığı ve ağırbaşlılığıyla bilinen, üstelik de çok sevimli olan tecrübeli bir ismin bile bile böyle bir cümleyi son anda eklemesi. Bu cümlenin nasıl sonuçlara yol açacağını bilecek kadar kontrollü. Ama demek ki gördükleri karşısında duyduğu öfkeyi tam yansıtamadığını düşündü tokat atmak değil, makineli tüfekle ortalığı taramak istedi.

        O dönem Oktay Ekşi’yle aynı kuşağa ait insanlarda gördüğüm bir ruh haliydi bu. Bu isyanı kendi aile büyüklerimde bile gözlemledim. Asker olan bir büyüğüm ısrarla akşam haberlerinde orduya keyfi operasyonlar düzenleyen FETÖ’cü savcının tutuklanmasını istiyordu, ömrü yetmedi. Gerçi savcı hala tutuklanamadı ama en azından onun terörist, operasyonların da kumpas olduğu ortaya çıktı. O kuşak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına, emeklemesine, belli bir yere gelmesine tanıklık eden, savaşlardan geçen, ağır bedeller ödendiğini gören insanlardan oluşuyordu. Öfke ve isyanları bildikleri, çimentosunda katkılarının olduğu ülkenin ayaklarının altından çekilip alınmasınaydı.

        Zaman değişiyor, ama Türkiye hiç hayal ettiğimiz yere varmıyor. Aksine hep bildiğimiz, hatırladığımız, özlem duyduğumuz idealden biraz daha uzaklaşıyor. Bir yandan da biraz daha absürtleşiyor.

        GÜNDEMDEN TAMAMEN KOPMAK

        Türkiye’de isyan bir hak olmadığı için başkaldıran her dönem bedel öder, o kuşak da seslerinin yükseltmenin karşılığını aldı. İlhan Selçuk gibi son yıllarını sevdikleri ülkeye umutsuzluk içinde veda ederek geçirdiler örneğin. Bugün hala en ufak bir tweet’ten bile hapse girilebilen bir ülkede isyan etmemek çoğumuza öğretildi. İşin ironik yanı bu ülke her geçen gün zorbalıktan saçmalığa çok geniş bir yelpazede isyan malzemesi veriyor: Dolar kuru 16 TL, ÖTV’nin KDV’si, yurtdışına çıkış parası. Veya tarım arazilerinin hoyrat inşaatçılık için yok edilmesi. Seç beğen al. Her haber bardak fırlatmalık ama o kadar çok ki bardak yetmez.

        Benim kendi kendimi koruma yöntemim seçmemek, beğenmemek, almamak. Epeydir bir haber merkezinde çalışmadığım, gündemi takip etmek zorunda olmadığım için ayrıcalıklı ve korunaklıyım. Zaman zaman televizyona çıktığımda sadece bir-iki dakika haberlere kulak misafiri oluyorum, o bile beni delirtmeye yetiyor. Onun dışında çok uzun zamandır ne televizyon izliyorum, ne gazete okuyorum. Olan bitene şöyle bir bakıyorum, kendi rutinime dalıyorum. Bir gün biter diye umuyorum; pek çok kişinin bir gün biteceğini umduğu için sakinleştirici yutmuş gibi köşelerine sindiğini düşünüyorum. Bir gün bitmezse peki, ne olacağını tahmin etmek dahi istemiyorum.

        Kendi adıma gündemden kopmanın dışında akıl sağlığımı başka nasıl koruyabileceğimi zannetmiyorum. Türkiye gündemine meditasyon yetmez. İşi her gün haber okumak, haberi aktarmak, anlatmak olan biri nasıl dayanıyor aklım almıyor. Selçuk Tepeli bardağı devirdi diye kıyamet kopuyor ya, sürahiyi devirse az kalırdı. Mickey Mouse olsa delirir.

        Diğer Yazılar