Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Pazar günü pek haber olmadığı ve yazı işlerinin büyük bölümü çalışmadığı için de gazeteler ertesi gün şişirme çıkar. Hürriyet yazı işlerinde de 3 Kasım 1996 böyle bir gündü. Ertuğrul Özkök izinliydi, o gün de masada Nurcan Akad oturuyordu. Sıradan haber akışı içinde hep beraber yine de gazeteyi bağlamışlar, birinci sayfayı hazırlamışlar ve çok da geç olmadan evlere dağılmışlardı. Akad o sıralar daha Gümüşsuyu’na taşınmamış, pek çok başka gazeteci gibi medya plazalara daha yakın Ataköy’de yaşıyordu.

        O Pazar akşamının sıradanlığını MİT görevlisi Mehmet Eymür’ün telefonu bozdu. “Sizin gazeteye bu akşam bir trafik kazası haberi geldi mi?” diye sordu. Akad’ın haberi yoktu, gazeteden yeni çıktığını ama arayıp öğreneceğini söyledi. Hemen haber ajansının yetkilisini aradı, hakikaten de Susurluk yakınlarında bir Mercedes’in kamyonun altında kaldığını, arabanın içinde de dört kişinin olduğunu fark ettiler: Sedat Bucak, Hüseyin Kocadağ, Gonca Us ve “Mehmet Özbay” isimli biri. Akad tekrar Eymür’ü aradı, böyle bir haber geldiğini söyledi. “O Mehmet Özbay var ya, kim biliyor musun?” dedi Eymür. “O aslında Abdullah Çatlı.” Bu ismi solculuk yıllarından bilen, TİP’li öğrencilerin katliamını hiç unutmayan Akad şaşkınlık geçirdi. Bir kere çoktandır unutulmuştu, bir de o arabada ne işi vardı?

        REKLAM

        Tarihe “Susurluk Olayı” olarak geçen o kazanın Hürriyet’in birinci sayfasına taşınması ve tüm Türkiye tarafından duyulması o tek bir telefon konuşmasına dayanıyor. Büyük bir gazetenin yazı işleri müdürüyle MİT’in kontterör daire başkanının geçmişe dayalı bir hukuku olmasa belki de bu olayı hiçbir zaman öğrenemeyecektik.

        GÜVENİLMEZ KAYNAK

        Nurcan Akad bu an’ı medya tarihini tanıklarıyla aktaran “Yayınlanması Kaydıyla” podcast’inin son bölümünde aktarıyor. Söyleşide başka ilginç detaylar da var: Olay patladıktan sonra Hürriyet’in birinci sayfası yıkılıyor. Ayşe Arman hemen gidip kamyon şoförüyle söyleşi yapmak istiyor ama Uğur Dündar’ın ekibi şoförü çoktan İstanbul’a getiriyor. (4 Kasım 1996 günü bu haber Türkiye’de sadece iki gazetede var. Hürriyet dışında Radikal’de Ertuğrul Mavioğlu da bunun sıradan bir trafik kazası olmadığını fark ediyor.)

        O gece birinci sayfayı yıkarken Nurcan Akad’ın en büyük tereddüdü “Mehmet Özbay” adlı kişinin gerçekten Abdullah Çatlı olup olmadığı. Neredeyse doğrulatmanın imkanı yok, haberin tek kaynağı Eymür. Ama o da yeteri kadar güvenilir değil.

        Toy bir gazeteci “MİT yetkilisi yalan mı söyleyecek?” deyip sorgulamaz. Ama Marksist gelenekten gelen Akad tam da MİT görevlisinin yalan söyleyeceğini, gazetecileri kullanabileceğini biliyor ve güvenmiyor.

        Belli ki o gece birkaç gazeteciyi daha aramış Eymür. Ama Akad’ı araması da tesadüf değil. Kamuoyunda “Birinci MİT Raporu” olarak bilinen belgenin sızmasının ardından Akad’ın Tempo dergisi için yaptığı bir söyleşide tanışıyorlar. Kavga dövüş bir söyleşi bu. Ancak daha sonra zaman zaman telefonlaşmaya devam ediyorlar. Eymür iyi bir haber kaynağına dönüşüyor, sık sık bilgiler aktarıyor. Akad bu bilgileri her iyi gazetecinin yapması gerektiği gibi not alıyor. Susurluk’taki kaza olduğunda da o not defteri nihayet işe yarıyor.

        REKLAM

        Bu söyleşide benim en çok ilgimi çeken de üst düzey bir MİT yetkilisiyle bir gazetecinin ilişkisi. MİT ve medya mensupları arasındaki bağ her zaman tartışma konusu olmuştur. Ezelden beri kimi gazetecilerin bizzat MİT tarafından kullanıldıkları iddia edilir, ama hiç kimse bunu kanıtlayamaz. Her ülkede istihbarat görevi medyayı yanıltmak, manipülasyon yapmak, mesajı yönetmektir. Ama istibharat olmadan da gazetecilik yapılmaz.

        ÇÖZÜM NE

        Oysa gazeteci herkesle ilişki kurabileceği gibi MİT üyeleriyle sık sık kayıt dışı ya da arka planı öğrenmek için görüşebilir. CIA ajanıyla da görüşür, MOSSAD’la da. Önemli olan kendisini devlet içindeki kimi iktidar odaklarına kullandırtmamak, mesafeyi korumaktır. En önemlisi de kuşku duymaktır.

        Devlet içindeki her kurum ve kişinin kendisine özgü ayrı bir gündemi, amacı vardır. Woodstein’i besleyen Derin Gırtlak’ın yıllar sonra FBI yöneticisi Mark Felt olduğu ortaya çıktı. Böylece tüm dünya Watergate sızıntılarının altında kurum içi bir koltuk kavgası olduğunu anladı. Washington Post’un haberleri Felt’i FBI’ın başına taşımadı belki ama gazetecileri keyfinden beslemedi. Bütün büyük haberler böyle sızıntılardan, bu sızıntılar da hemen her zaman kişisel hesaplardan dolayı çıkar.

        Nitekim Nurcan Akad da Eymür’den sadece bir kaynak olarak besleniyor, Abdullah Çatlı’nın Mercedes’te olduğunu Kanal D geç saatlerde verdikten sonra Hürriyet kullanıyor. Yakın tarihten önemli bir medya dersi.

        İki not

        • Nurcan Akad söyleşinin bir bölümünde Yavuz Gökmen’in Tansu Çiller hakkında efsaneleşen “Sarışın güzel kadın” ifadesinden rahatsızlığını anlatıyor. “Hiçbir erkek siyasetçi için ‘yakışıklı esmer adam’ yazıldığını görmedim,” diyor. Kafamda birden ampul yandı. Bundan sonra o ifadeyi ben kullanayım beri. “Yakışıklı esmer adam” keşke tutuklu olmasa…
        • Bir dönem Rahmi Turan’ın Hürriyet’in başına geçmesinden sonra aralarında Ertuğrul Özkök’ün olduğu Ankara ekibinin istifa etme kararı aldığını anlatıyor Akad. Ancak Özkök son anda istifa etmekten vazgeçiyor. “Özkök sizi son anda nasıl satmış,” diye bu olayı ekipteki Serdar Turgut’a sordum. “O sabah Özkök’e ben senin yerinde olsam istifa etmezdim,” dediğini aktardı. Nitekim çok kısa bir süre sonra Özkök de Hürriyet’in başına geçti. Tarih böyle anlarda alınan ve o an sıradanmış gibi gözüken kararlarla yazılıyor.

        "Kadınım" nasıl "Adamım" oldu

        "Kadınım" nasıl "Adamım" oldu
        0:00 / 0:00

        Türk pop’uyla ilgili birkaç video arasında gezinirken YouTube algoritması karşıma Ceylan Ertem adlı bir şarkıcının kanalını çıkardı. Türklerin vasata, kötüye her zaman ilgisi vardır. Milyonlarca kişinin takip ettiği bir kanalı var, başka şarkıcıları konuk alıp bilindik şarkıları düet yapıyor. Bu şarkılar albüm olarak yayınlanmış.

        Söylediği şarkılardan biri Levent Yüksel’in seslendirdiği Uzay Heparı bestesi, sözleri Sezen Aksu’ya ait “Kadınım.” Ancak Ertem şarkıyı söyleme kısmı kendisine geldiğinde sözlerini “Adamım” diye değiştiriyor.

        Ne var bunda değil mi?

        Herhalde Sezen Aksu bu şarkıyı “Adamım” diye yazmayı, kendi şarkılarını söylediği iki albümde de yeniden yorumlamayı bilirdi değil mi? Ama yapmadı, çünkü “Kadınım” sözleri her ne kadar bir kadın tarafından yazılsa da bir erkeğin bakışını anlatıyor. Şarkının sözleriyle oynamak DNA’sını bozmak gibi. Ama bu demek olmuyor ki bir kadın bu şarkıyı seslendiremez.

        Dünya müzik tarihi kadınlar için veya kadınlar hakkında yazılmış şarkıların kadınlar tarafından seslendirildiği örneklerle dolu. Joan Baez’in sesinden “Suzanne” aklıma geliyor. Baez kendi kendine Leonard Cohen’in eserini, ne bileyim, “Süleyman” diye değiştirmeye cüret etmememiş. Teoman bile bir erkeğe yazılan “Serserim Benim” şarkısını komplekssizce olduğu gibi söyledi. Dünyanın en büyük şarkısıcısı Taylor Swift de “folklore” albümünde isim vermesine rağmen anlattığı aşk hikayesindeki cinsiyetleri özellikle muğlak bırakıyor.

        Bir kadın “Kadınım” şarkısını söylese Cat Power’ın Keren Elson’la düet yapıp muazzam bir lezbiyen aşk ballad’ına dönüştürdüğü Serge Gainsbourg ve Jane Birkin’in“Je t’aime.. moi non plus” şarkısının İngilizce yorumu gibi bir başyapıt bile olabilirdi.

        Ertem’inki sadece hadsizlik değil, aynı zamanda korkaklık. Bir kadın olarak “Kadınım sen mutlu oldun mu, bu deli adamı unuttun mu?” sözlerini olduğu gibi seslendirmekten “millet ne der” diye korkmuş besbelli. Dylan ve Cohen şarkılarını yorumlayan Joan Baez ve Judy Collins’in aklından bile geçmeyen ilkel, taşralı kaygılar bunlar.

        Ama biri itirazın, isyanın, barışın sesi Joan Baez. Diğeri ise YouTube şarkıcısı.

        Diğer Yazılar