Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Gözlerim Ekrem İmamoğlu’nu arıyor. Hitabet yeteneği, kitleleri kendisine çekebilmesi, insanları peşinden sürükleyebilmesiyle tam bir politika makinesi. Çok başlaması gereken seçim kampanyasında muhalefetin en önemli kozlarından biri, ama ortada yok.

        Bugüne kadar siyaset konuşmayan Mansur Yavaş bile televizyonlara çıkmaya başladı, seçim için ayrı bir sosyal medya hesabı açtı. Ancak İmamoğlu hakkında daha birkaç hafta öncesine kadar ona destek veren medya kuruluşlarında bile sessizlik var. Eskinden “İmamoğlu şu anda nefes aldı,” diye haber yapanlar onu adeta görmezden geliyor. Gündeme gelmesini çok iyi bilmesine rağmen o da adeta kendisini geri çekmiş gibi. Kendi siyasi kariyerini birkaç sene erteledi diyelim, ama muhalefetin kazanması için hiç hareket etmiyor oluşu şaşırtıcı. Daha da önemlisi olağandışı.

        Bu işte bir iş var derken sorunun yanıtını CHP Genel Merkezi’nde buldum: Ekrem İmamoğlu elini çekmedi, el çektirildi.

        “BİZ SİZİ ARARIZ”

        İmamoğlu birkaç gün önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun Gaziantep ziyaretine katıldı. Ancak bu gezide kendisinin ayrı bir konumu yoktu, aksine diğer milletvekillerinin de olduğu heyetin bir parçasıydı. Seçimi kazandıracak anahtar formülün bir üyesi değil de Genel Başkan’a eşlik eden bir partili gibiydi daha çok. Masanın tüm liderlerinin katıldığı son basın toplantısında da ortada değil, en uçtaydı.

        REKLAM

        Halbuki Altılı Masa’da kriz aşıldığında Cumhurbaşkanı Adayı’nın yanında iki belediye başkanıyla kampanya yapacağı, gittiği yerlerde otobüsün üstünde sadece üç kişinin olacağı vaat edilmişti.

        Sadece iki belediye başkanı ve Kılıçdaroğlu’nun vitrinde olacağı formül epey delindi ama ilk başta Meral Akşener’in de kamuoyuna vaat ettiği buydu.

        Aslında İmamoğlu görev adamı olarak siyasi hırslarını derin dondurucuya kaldırıp çalışmak için hazırlandı. İstanbul Belediye Başkanı’nın olası bir adaylık için zaten elinde kadrosu, oyun stratejisi vardı ve bunları Kılıçdaroğlu ile paylaşmaya hazırdı. Kriz aşılıp seçim formülü bulunduktan sonra da CHP Genel Merkezi’ne giderek kampanyaya ne zaman başlaması gerektiğini sordu.

        Aldığı yanıt şaşırtıcıydı. Bana aktarılana göre CHP yönetimi İmamoğlu’na “Şu anda hizmetlerinize ihtiyacımız yok, biz sizi ararız,” mahiyetinde bir yanıt veriyor. CHP elindeki en önemli kampanya kozunu reddederek İstanbul’a geri yolladı. İstanbul’daki kaynaklarıma göre İmamoğlu’nun 6 Mart’tan beri ön planda olmamasının, bir televizyon programına bile çıkmamasının nedeni bu.

        CHP Genel Merkezi’nin İmamoğlu alerjisi başından beri biliniyor. Onu “beşli çete” diye adlandırdıkları müteahhitlerin adamı olarak görüyorlar. Kemal Kılıçdaroğlu hala televizyonda müteahhitlerin “satın alabilecekleri” siyasetçileri görmek istediğini söyledi. Örtülü mesajın adresi Genel Merkez tarafından alttan alta “İkinci bir Tayyip” diye itham edilen İmamoğlu. (Bu işadamlarına yakın biri bana gülerek “Müteahhittin partisi olmaz,” dedi ve zamanında Mehmet Cengiz’in şirketine Mesut Yılmaz’ın seçim afişini astığını, Adnan Çebi’nin ailece CHP’li olduğunu hatırlattı.)

        REKLAM

        İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu ekibi de uzun zamandır birbirleriyle geçinemiyor. İki grup güç savaşı içinde. İstanbul çocuksu hamlelerle Genel Merkez’e medya üzerinden laf sokmaya çalışıyor. Genel Merkez ise onu Genel Başkan’dan uzak tutuyor ve siyasi geleceğinin önüne barikat örüyor. Kılıçdaroğlu’nun adaylığından sonra İmamoğlu’nun muhalefet medyasındaki etkinliği de epey azaldı zaten. Halk TV’de bile ibre mecburen Kılıçdaroğlu’na döndü.

        Ama İmamoğlu biraz da kendi kendisini bu duruma düşürdü.

        YA İSYAN YA BİAT

        Ekrem İmamoğlu daha İstanbul Belediye Başkanı seçildiği andan itibaren gözü en üst makamdaydı. Sık sık asıl görevini unutup bu işe yoğunlaştı. Kendisine adaylık yolunu medyanın açacağını düşündü ve gazetecilere fazla güvendi. Özellikle Necati Özkan gibi isimlerin stratejileri, niyetini çok çabuk ve bariz belli etti.

        Siyasi hırs ayıp değil, günah değil. Ama İmamoğlu eğer gerçekten yükselmek istiyorsa bir sene öncesinden Kılıçdaroğlu’na bayrak açmalıydı. Tıpkı Bülent Ecevit’in İsmet İnönü’yü devirmesi gibi bir dönemin bitirip yeni bir sayfayı açan isim olabilirdi.

        Bunun bir yolu parti tabanında çalışmak, delegeleri kendi tarafına çekmekti. Medyaya harcadığı enerjiyi partiye harcamadı. Bunun sonucu da seçmende, medyada karşılığı var ama parti tabanında yok. Tam da bu yüzden CHP Genel Merkezi onu ileride genel başkan olmasın diye dışarıda tutabiliyor ve başı ağrımıyor.

        Dahası, İmamoğlu fazlasıyla Meral Akşener’le saf tutan bir görüntü verdi. Saraçhane’de otobüs üstünde Akşener’le yaptığı gövde gösterisi belki muhalefetin diğer unsurları veya CHP tabanı arkasında dursa anlamlı olabilirdi. Ama ters tepti. Dahası, Akşener’le verilen yakın görüntü HDP’nin desteğine mal oldu. İmamoğlu’nun önünde iki seçenek vardı: ya isyan ya biat. İsyan etmedi. Bunar karşılık tam biat da etmedi. Krizin çıktığı gece “Meral Akşener’e ayıp olur,” diye Kılıçdaroğlu’nun adaylığına imza vermemesi CHP’de bardağı taşıran son damla oldu. İşin ironik tarafı, CHP’liler İmamoğlu’nun Akşener tarafından kandırıldığını düşünüyor. İYİ Partililer ise İmamoğlu’nun son ana kadar Akşener’i oyalayıp ortada bıraktığı inancında.

        Doktor doktor baksana

        Doktor doktor baksana
        0:00 / 0:00

        Dr. Doğu Perinçek, Dr. Fatih Erbakan aday olan isimlerden bazıları. Prof. Dr. Ersan Şen ise TV starı. Bunlar ilk anda aklıma gelenler, ama televizyonu açtığınızda ya da siyasete baktığınızda müthiş bir doktor enflasyonu var.

        Zor kazanılmış bu unvanlarla sahipleri haklı olarak gurur duyuyor. Kimileri büyük ihtimalle kendilerine daha fazla itibar ve inandırıcılık sağladıklarını da düşünüyorlar. Jill Biden da herhangi bir “first lady” olmadığını göstermek için, Amerikan teamüllerine aykırı biçimde kendisinden “Dr. Biden” diye söz edilmesini istiyor. (Zaman ne çabuk değişti, Yale’den J.D. derecesi bulunan Hillary Clinton’ın eşinin soyadını kullanması ve daha fazla ev kadını gibi gözükmesi için ne baskı vardı.)

        Pek çoğu uykusuz gecelerde edinilmiş bu akademik unvanların gerçek hayatta hiçbir karşılığı yok, üzgünüm. Genel kitleler “doktor” dendiğinde tıp doktoru zannediyor zaten akademi dışında bu unvanları kullanan uzmanları. Hiçbiri tıp doktoru olmadığı gibi, pek çoğu doktora konuları ya da akademideki uzmanların alanlarının dışında konularda da söz alıyorlar. “Ecz. Özgür Özel” var bir de, hiç eczacılık konusunda konuştuğuna rastlamadım.

        Bu prof., doç. ve dr.’lar uzmanı oldukları konularda konuşsalar bile akademik unvanların sadece üniversitedeki sıralamada, kadro ve kıdem açısından bir önemi var. Doktora yapmış ve gazetelerde yazan Serdar Turgut, Soli Özel, Mahfi Eğilmez gibi isimler ise bu unvanlarını kullanmıyor. Prof. unvanına sahip rahmetli Güngör Uras gibi. Umberto Eco da sadece adı ve soyadıyla biliniyor.

        Batı’da kamusal alanda söz alan, gazetelere yazı yazan akademisyenler gündelik hayatta karşılığı olmadığı için bu unvanlarını kullanmazlar. Çünkü bu unvanların sadece akademinin sınırları içinde karşılığı olduğunu bilirler. Dahası sözlerine ağırlık kazandırmak için de bu unvanlara sığınmazlar. İnsanın söyleyecek sözü değerliyse bunu ayrıca parıldatmak için akademik unvana ihtiyacı yok. Benzer şekilde, istediği kadar akademik unvanı olsun adının önündeki ibareler boş konuşan birini parlatmaya yetmez.

        Televizyonda ya da gazetelerde akademik unvanlarını kullananlar İngiliz mahkemelerinde peruk takan avukat ve hakimlerin duruşma salonunun dışında da aynı kostümle dolaşmalarına benziyor biraz. Keşke televizyonlar bu isimler konuk olduklarında unvanlarını kullanmasalar ve bu zorlama alışkanlık da bitse.

        Diğer Yazılar