Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YARIN Ortadoğu tarihi açısından en belirleyici tarihlerden birisinin yüzüncü yıldönümü. 2 Kasım 1917’de İngiliz savaş kabinesi, tek Yahudi üyesi Herbert Samuel’in itirazlarına rağmen Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un imzasıyla banker Roçild’e, Siyonist Federasyon’un dikkatine sunulması talebiyle bir mektup göndermişti. Tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçen bu mektupla Majestelerinin hükümeti “Filistin’de Yahudi milleti için bir vatan kurulmasına olumlu bakmaktadır ve bu hedefin gerçekleşmesini kolaylaştırmak için gayret gösterecektir” diyerek tutumunu netleştirmişti.

        Lord Balfour bu vatanın kuruluşuna desteğin, “Filistin’de yaşayan ve Yahudi olmayan toplulukların medeni ve dini haklarına ve herhangi bir başka ülkede yaşayan Yahudilerin hak ve siyasi statülerine halel getirecek bir şey yapılmayacağının açıkça anlaşılması” kaydıyla verildiğini de eklemişti. Majestelerinin hükümeti kendisine ait olmayan topraklarda, henüz orada yaşamayan kişilere bir vatan kurma hakkını tanımış oluyordu. Mektubun yazıldığı tarihte Filistin’deki toplam 660 bin nüfusun 600 bini Müslüman ve Hıristiyan Arap, 60 bini Yahudi’ydi. Bunların da yalnızca bir kısmı Siyonist hareket nedeniyle göç edenlerden oluşuyordu

        Avrupalı Yahudilerin milliyetçi hareketi olan Siyonizm bu mektupla uluslararası alanda çok değerli bir meşruiyet ve somut kazanç elde etmişti. İngiltere bir yandan Siyonist harekette vehmettiği güçten yararlanmak istemişti. “Osmanlı İmparatorluğunun Çöküşü: Ortadoğu’da Cihan Harbi” adlı kitabın yazarı Eugene Rogan, İngiliz hükümetindeki bakanların bir kısmının Siyonist hareketin aslında o tarihlerde Avrupa Yahudiliği içinde marjinal bir hareket olmasına rağmen, Yahudi diasporasının ekonomik ve siyasal gücünü temsil ettiğine inandıklarını yazar.

        Bu kararla, özellikle ABD’deki etkili Yahudi çevrelerin de desteğinin kazanılacağını düşünmüşlerdir. Aynı beklenti Rusya Yahudileri için de mevcuttur ancak Bolşeviklerin Balfour Deklarasyonu’ndan 5 gün sonra iktidarı ele geçirmeleriyle Rusya zaten savaştan çekilecektir. Balfour Deklarasyonu’na Osmanlı yönetimi kayda değer bir tepki vermemiş ancak Viyana sefir-i kebiri, eski Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, ABD Başkanı’nın bu harekete destek verdiğini, İngilizleri de ikna ettiğini rapor ederek, Kudüs’ün ne pahasına olursa olsun savunulması gerektiğini önermiştir.

        İngilizlerin Balfour Deklarasyonu’ndaki vaatlerinin bir başka nedeni daha vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki topraklarını ve Anadolu’nun bir kısmını Fransa ve İngiltere arasında nüfuz bölgeleri olarak paylaştıran Sykes-Picot Anlaşması’nda, Filistin uluslararası yönetime verilecekti. 1917’deki pozisyonları 1916’ya göre daha güçlü olan İngilizler, Süveyş Kanalı’ndaki stratejik çıkarlarını koruyabilmek için Filistin’in önemini daha iyi kavramışlardı.

        Bu nedenle savaşın sonunda Filistin’in mutlaka İngiliz denetiminde olmasını sağlamak öncelikleriydi. Bu projede, büyük güçlere bağımlı olan Siyonist hareketi doğal müttefikleri olarak görmüyorlardı. Yani, Rogan’ın bir makalesinde yazdığı gibi, “görünüşte Lord Balfour Filistin’i Siyonist harekete sunuyordu. Aslındaysa, Lloyd George’un hükümeti Siyonist Hareketi, Filistin’i İngiliz yönetimine alabilmek için kullanıyordu.”

        Osmanlı hükümeti Balfour Deklarasyonu’nu çok ciddiye almış görünmüyor. Ayhan Aktar ve Ozan Kuyumcuoğlu ile yazdığımız bir makale için yaptığımız araştırma, basında bu konuda hemen hiçbir şey yazılmadığını gösteriyor. Bolşeviklerin iktidarı almasıyla Rusya’nın savaştan düşeceğini gören Osmanlı yönetimi, bu şekilde Almanya’nın Doğu Cephesi’nde rahatlayacağını ve savaşı kazanacağını hesaplamış. O durumda da Ortadoğu’da kaybedilen toprakların da geri alınabileceğini hesap etmiş olmalılar.

        Yurtdışında yaşadıkları için meseleye daha kapsamlı bakabilen Hüseyin Hilmi Paşa ve Bern Sefiri Fuad Selim Bey ise, Balfour’un tarihsel anlamını doğru değerlendirmişler. Bâb-ı Âli’ye, Yahudilerin bir kısmının da karşı oldukları bu harekete verilen imtiyazların Müslüman ve Hıristiyan Arap dünyasında çok olumsuz yankı yapacağını ve Osmanlı yönetimini zora sokacağı konusunda ciddi uyarılarda bulunmuşlar.

        Diğer Yazılar