Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞBAKAN Binali Yıldırım bir dış politika siyasetçisi değil. Buna karşılık başbakanlık görevini üstlendiğinde en önemli beyanlarından birini dış politika konusunda vermişti. Selefinin hayalciliğinden ve bundan da önemlisi yaptığı yanlışlardan hiç ders almayan kibirli tabiatından dolayı ortaya çıkan duruma müdahale etme gereği duyarak, “düşmanlarımızın sayısını azaltmak, dostlarımızın sayısını artırmak” zorunda olduğumuzu kabul etmişti.

        Başbakan’ın tüm iyi niyetine rağmen olaylar bu yönde gelişmedi. Menfur kanlı darbe girişiminin de etkisiyle şakulü fena halde kayan Türkiye, aslında Cumhuriyet tarihinin en yalnız dönemini yaşar hale geldi. Ülkenin dış ilişkilerinde diplomasinin rolü giderek arka plana itilir, iç politika hedefli bir hitap şekli tüm dış ilişkilere damgasını vururken, Türkiye gerek bölgesel gerekse küresel siyasette de hayli zemin kaybetti. Yaşananların yedi düvelin Türkiye’ye yönelik kıskançlığı, hasedi, düşmanlığı, kini gibi duygusal gerekçelerle açıklanması psikolojik bir rahatlık sağlasa da gerçeklerle tam örtüşmüyor.

        7 Kasım günü başlayacak ziyaret Türkiye-ABD ilişkilerinin dibe vurduğu bir dönemde gerçekleşiyor. İki müttefikin Soğuk Savaş’ın bitmesinden beri süregelen stratejik ayrılıkları bugüne dek iyi kötü halledilebiliyor, ertelenebiliyor, durum idare edilebiliyordu. Bugün varılan noktada krizin hayli derin, hassas müdahale isteyen ve iki ülkenin birbirleriyle ilişkilerini temelden ele almalarına ve gözden geçirmelerine yol açabilecek denli ciddi olduğuna kuşku yok.

        Her şeyden önce iki müttefik arasında güven duygusu neredeyse nakısa inmiş durumda. Bu noktaya varılmasında olayların akışının getirdiği öfkeler, antipatiler, kırgınlıklar kadar tarafların birbirleriyle ilgili kullandıkları dilin, medyaların ilişkilerin kötüye gitmesine katkıda bulunan yaklaşımlarının da payı var.

        Pew Araştırma şirketinin 37 ülkede yaptığı bir araştırmaya göre, Türklerin yüzde 79’unun ABD hakkında olumsuz görüşü var. Ürdün’den sonra ikinci sırada. Yüzde 72, ABD gücünü bir tehdit olarak algılıyor. Amerikan kamuoyu da Türkiye’yi giderek artan sertlikte bir dille otoriter bir yönetim olarak tanımlıyor. Ülkedeki akıllara durgunluk veren suçlamaların, tutuklamaların bu görüşün yerleşmesinde payı olduğuna kuşku yok.

        DİYALOG KANALI

        Türkiye kamuoyu, kanlı darbe girişiminin akabinde ABD’nin verdiği tepkiyi geç ve yetersiz bulduğu ve geçmişteki darbelerde ABD’nin askeri rejimlerden en azından siyasi desteğini esirgemediğini bildiği için Washington’dan kuşkulanıyor. Bu kuşku, PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD/YPG ile ABD’nin girdiği askeri işbirliği nedeniyle katmerleniyor. FETÖ elebaşısı Fethullah Gülen’in ABD’deki varlığı, iadesinin gerçekleşmemesi, Amerikalıların “Verdiğiniz dosyalar Amerikan yargısı açısından yeterli bulunmuyor” itirazlarına rağmen öfkeleri bileyliyor.

        ABD açısındansa; Türkiye’nin İran ve Rusya ile kurduğu yakın ilişkileri, S-400 füzesi alma çabaları, ülkede yükselen anti- Amerikan havada siyasilerin düşmana karşı söylenecek türden sözlerinin payı, tutuklanan Amerikalıların o tarafta birer rehin gibi algılanması ve son olarak Amerikan konsolosluklarında çalışan Türklerin de tutuklanması, sert bir tepkiyi tetikledi. Bunların yanı sıra Washington’da elçilik önünde gösteri yapanların dövülmesinin yarattığı olumsuz hava Türkiye’nin Kongre’deki desteğini de eritip bitirdi. Başkan Trump’ın “İlişkiler hiç bu kadar iyi olmamıştı” sözü de bu bağlamda havada kaldı. Son olarak da Reza Zarrab davasının duruşmalarının yaklaşması, bu davada yaşanabilecek gelişmelerin hem Türkiye siyasetinde hem de ekonomisinde olumsuz etkiler yaratma ihtimali, ilişkilerdeki zehir miktarını da artırdı.

        Yumuşak bir kişiliği olan Başbakan Yıldırım’ın bu denli gergin, karşılıklı anlayışsızlıkla malul bir ilişkiyi bir nebze olsun normalleşme yoluna sokabilmesi ve diyalog kanallarını açması bile büyük bir başarı olacaktır.

        Diğer Yazılar