Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başbakan Binali Yıldırım’ın Washington ziyaretinin ardından Türkiye’nin 2018 yılında atması gereken çok adım var. ABD ziyareti Ankara ile Washington ilişkilerinin yüksek gerilim hattından çıkarılması gerekliliğinin hükümetin en üst düzeyinde görülmesini sağladı. Soçi’de Suriye’nin geleceğini tartışmak için yapılacak toplantıya Rusya’nın, Ankara’nın tüm itirazlarına rağmen PYD/YPG’yi davet etme ısrarı Türkiye ile Rusya arasındaki güya stratejik işbirliğinin sınırları hakkında bir fikir veriyor.

        Irak Kürt Yönetimi Bölgesi’ndeki bağımsızlık referandumu sırasında ve ardından yaşananlar Türkiye’nin sert itirazı ve Barzani’nin rulman dağıtması aynı zamanda Ankara’nın güney komşumuzdaki en yakın ve bağımlı müttefikini de yitirdiği anlamına geliyordu. Üstelik Irak’taki karmaşadan ve iktidar boşluğundan en çok yararlananın Türkiye’nin Astana sürecindeki ikinci ortağı İran olduğu da sır değil. Ankara’nın Suudi Arabistan ve İsrail gibi İran’ın güçlenmesine isterik bir cevap vermemesi yerindedir. Ancak eğer dersimiz jeopolitik, strateji veya benzerleriyse İran’ın, Türkiye’nin hem doğu hem de güney komşusu olmasının pek de hoş bir durum olmadığını kavramak zor olmaz.

        Suriye’de “Fırat Kalkanı”nın gerek ABD, gerekse Rusya’nın zorlamasıyla ancak sınırlı bir çerçevede yapılabilmiş olması da diğer güney komşumuzun geleceği üzerinde cografyanın sağladığı avantajlar dışında Türkiye’nin fazla ağırlık taşımayabileceğini düşündürüyor. Burada bir başka sorunsa Rusya’nın, Türkiye’nin hem kuzey hem de güney komşusu haline gelmesidir.

        Ankara’nın genelde büyük yatırımlar yaptığı ve yatırımlar konusunda beklentilerinin yüksek olduğu Katar’ın da halihazırdaki durumu, giderek agresifleşen ve devletinin/rejiminin niteliğini değiştirmek isteyen genç bir prensin iktidar hamleleri ve hasmane tutumu nedeniyle pek parlak değil. Ankara’nin Riyad ile bir çatışma alanı daha açması hiç mi hiç akıllıca olmayacaktır.

        Bu tabloya baktığınızda, ekonominin dışa bağımlılığını ve kırılganlıklarını aklınıza getirdiğinizde eğer alternatif bir gerçeklik anlayışınız yoksa kendi başına buyruk hareket eden bir Türkiye de “Avrasyacı siyasetlerle Rusya ve Çin’in eşit ortağı olacak bir Türkiye” de ancak ham hayaldir. Üstelik Batı ile ilişkilerindeki gerginlik ve çatışmacı ortam Türkiye’yi komşuları indinde daha güçsüz bir hale de getiriyor.

        Batı’nın göreli olarak zayıfladığına, ABD’nin Avrupa ile ilişkileri gevşettiğine, Washington’un dünyadaki ağırlığının azaldığına ve itibarının giderek daha fazla aşındığına şüphe yok. Ancak Batı sisteminin ve onu oluşturan unsurların yarın oyundan düşeceklerine dair ciddi bir ihtimal de yok. Bu nedenle de Türkiye açısından hâlâ makbul partner olarak görülmesi gerekir.

        O zaman Türkiye’nin kendi konumunu hayalcilikten uzak şekilde gözden geçirmesi, Batı ile ilişkilerini yeni bir temele oturtarak tanımlayabilmesi mutlak şekilde gereklidir. Demokrasilerin krizine rağmen bu yeni işbirliğinin ancak değerler, ilkeler üzerinden ve özellikle hukuk üstünlüğüne inanan bir sistemin Türkiye’de gerçekten tesis edilmesine bağlı olarak inşa edilebileceğini de anlamak şarttır.

        Diğer Yazılar