Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yazarımızın dün teknik bir nedenle yayınlayamadığımız yazısıdır.

        HRANT Dink bundan 11 yıl önce, 19 Ocak 2007 günü öğleden sonra, devletin pek çok biriminin haberdar olduğu hatta dahil olduğu bir organize cinayete kurban gitti. Bugün bunu bu netlikte söyleyebilmemizi FETÖ soruşturmalarına ve bu çeteye mensup olanların işledikleri suçların sergilenebilmesinin artık mubah sayılmasına borçluyuz. Dava henüz bitmiş değil. Ne zaman biteceği de meçhul.

        Türkiye’de Hrant Dink öldüğünden beri doğanların ve o gün 6 yaşında olanların toplam nüfus içindeki payı yaklaşık yüzde 30. Yani Türkiye nüfusunun neredeyse üçte birinin böyle bir insanın yaşadığından haberi yok. Varsa da onun kimliğini, dediklerini, inandıklarını bilme, öğrenme, peşinden gitme imkânları çok sınırlı. Hrant Dink’in hangi şartlarda bu ülkede neyin mücadelesini yapmış olduğunu, dedikleri rahatsız edici bulunsa bile ekranlardan bile taşan samimiyetinin, gerçekliğinin ülkedeki nefret ve suskunluk duvarlarını yavaş yavaş nasıl yıkmaya başladığını anlamaları zor.

        Hrant Dink bir yazı dizisinin içinden cımbızla çıkarılmış bir cümle nedeniyle mahkemeye verilmiş; bilirkişinin, daha sonra dava Yargıtay’a gittiğinde Yargıtay Başsavcısı’nın suç unsuru olmadığını savunmalarına rağmen “Türklüğe hakaretten” hüküm giymişti. Bekleneceği gibi bir öfke ve nefret şelalesinin altında kalmış, üzerine yağan hakaret ve tehditlere göğüs germeye çalışmıştı. Korkuyordu ve korkmakta da haksız değildi.

        GÜVERCİN TEDİRGİNLİĞİ

        O dev gibi adamın son yazısında şiirsel bir şekilde dile getirdiği korkusunun sebeplerini belki bugün anlamak daha kolaydır. Şöyle yazmıştı: “İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey bakanlar?.. Bilir misiniz?.. Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?” O iç paralayıcı, ölümünden önce yazılıp bir gün sonra yayınlanan vasiyet gibi yazının sonundaki güveninse hiç gerçekçi olmadığı, romantik bir hayale tekabül ettiği de o meşum öğleden sonra anlaşılmıştı.

        Şöyle bitiyordu yazı: “Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”

        Hrant Dink’in öldürülmesinin kötü hem de çok kötü bir olay olduğunu, o felaketin yaşandığı anda zaten biliyorduk. Ne var ki tarihteki bazı olayların tüm etkileri gerçekleştikleri anda anlaşılmaz. Dönüm noktası sayılacak anlar uzun, hem de çok uzun zaman dilimlerine yayılarak etkilerini gösterirler. Agos Gazetesi kurucusu ve başyazarının katli bu anlardan birisiydi.

        Ancak 19 Ocak’taki cinayetin ardından gelen tepki, böylesine menfur ve feci bir olayın daha hayırlı bir yerlere gidilebilmesinin önünü açabileceği hayalini de yaşatmıştı çok insana. 23 Ocak 2007 günü İstanbul caddelerinden insan seli olarak akan yüz binin üzerinde, galiba da çok üzerinde vatandaş bambaşka, kendiyle daha barışık, ırkçılığını ezmiş, özgürleşmiş, adaleti bulmuş bir Türkiye hayalinin vücut bulmuş haliydi neredeyse. Aradan geçen 11 yılın gelişmeleri, o hayalleri tek tek gömmediyse bile günün birinde çıkarılmaları umuduyla hayal deposuna kapattı.

        Bugün de, tıpkı daha önceki 10 yılda olduğu gibi, yaşı ilerleyen, sayısı azalan bir grup, Hrant’ın dostları, Şişli’de Hrant’a saygılarını sunacak, sevgilerini yineleyecekler. O anma ânı aynı zamanda bir zamanlar televizyonlarında her türlü sesin şakıyabildiği, gazete ve dergilerinde meslek namusuna uygun işlerin daha kolay ve korkusuzca yapılabildiği yıllara özlem dolu bir selam gönderildiği an da olacaktır.

        Nur içinde yatsın.

        Diğer Yazılar