Ölüm garibana hak mı, müstehak mı?
Çeşitli modellerde cenaze ritüellerimiz var son yıllarda..
Ya sırayla geçen birkaç şehit ya da onlarca madenci cenazesi..
Bir tören, birkaç ‘devletlu’, ağlayan bir ana ya da baba, onu teselli eden bir yetkili..
Şehit ise tercihen asker üniformalı biri, vatandaş ise bir bakan ya da bir kaymakam..
Ölünün sosyal mertebesine göre düzenlenen bir tören izliyoruz son yıllarda..
Bunlara alıştık ama, benim alışamadığım ve kabullenemediğim bir başka nokta var kafamı meşgul eden.
Yaşarken hadi olmuyor diyelim ama ölürken neden eşit olamıyoruz. Hatta öldükten sonra sosyal sınıfımıza göre naklediliyoruz malum yere..
NEDEN ACABA
Neden acaba şoförünün kullandığı Hammer’dan inip cami avlusuna yürüyen Versace takım elbiseli bir baba olmuyor bir şehit cenazesinde?
Neden acaba Rolex saatini göremiyorum bir babanın elindeki mendille göz yaşını silerken evlat tabutunun başında?
Neden acaba dizlerini döverek oğlunun şehit olup içinde yattığı tabuta sarılan botokslu ve estetikli bir anne göremeyiz ki ağlamadan önce yardımcısına versin Gucci çantasını?
Neden acaba ‘Vatan sağolsun’ diyerek iki kardeşini şehit vermiş bir büyük birader; üstelik de gazi olmuş olsun ve cenaze Alsancak camiinden kaldırılıyor olsun; yaşayamayız..
Neden acaba oğlunun tabutunu taşıyan bir başka Mehmetçiğin boynuna sarılıp ağlayan bir ana hep şalvarlı ve bir kutsal köylü kadını olur?
Ray Ban gözlüğünü ezilmesin diye şoförüne verdikten sonra musalla taşından alınan tabuta omuz veren bir sosyetik cenaze sahibi görsem, ölümdeki eşitliğe ancak o zaman inanacağım..
Neden şehitler hep gariban..
Anadolu’nun bir yerlerinden..
Bedelliye paraları yetmediği için mi acaba?
Yoksa ülkelerini çok sevdiklerinden mi?
Dağlarda ölmeyenler ülke sevgisinin yerine ne koymuş olabilirler ki yaşamları devam eder durur?
Yaşarkenkine alıştırıldık ama ölümde de mi eşit olmayan bir ülke olduk biz?
Fuar şeysi..
Fuar da gezinebilmek korkusu..
Hiç farkettiniz mi biraz tenha bir saatte İzmir Fuarı’nda boş bir gezintiye çıkmanın ne denli rahatsız edici olduğunu..
Boş zamanında soyulup dövülmek, itilip kakılmak, oturup bir çay içilecek yer bulamama riski ile gidebilirsiniz fuara..
Adam gibi, temiz bir kafe yok ki oturup adam gibi bir çay içesin..
Ben gitmez oldum bu kafa dinlenebilecek alana..
Ama öylesine şikayet alıyorum ki bu konuda artık fuarın eski tadını özleyenlere tercüman olmam gerekiyordu..
Utanç tablosu!
Biz seyretmiyoruz, biz bakıyoruz..
Biz okumuyoruz ve dinlemiyoruz, biz sadece konuşuyoruz..
Şimdi size vereceğim bir küçük istatistik beni çok acıtıyor..
Bakınız..
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2014 yılı kitap okuma oranlarını açıkladı...
Günde 6 saat TV izliyoruz, 3 saat internete giriyoruz, kitaba ise 1 dakika ayırıyormuşuz. Yani yılda sadece 6 saat!
Avrupa’da yüzde 21 olan kitap okuma oranı Türkiye’de yüzde 1’i bile zor yakalıyor..
Japonya’da yılda dört milyar iki yüz milyon kitap basılıyor, ülkemizde ise sadece 21 milyon..
Türkiye’de 100 kişiden sadece 4’ü kitap okuyormuş..
76 milyona 2.5 milyon gazete bile satamayan bir ülke Japonya’nın 15 milyon tirajlı sıradan gazetelerinin gerisinde sayılmaz mı?
Dergi meselesini hiç sormayın..
Biz okumayı değil resimlerine bakmayı seviyoruz matbuatın..
Yükseldikçe alçalıyoruz..
Mallarımız arttı, keyfimiz azaldı.
Daha büyük evlerde ama daha küçük aileler olarak yaşıyoruz.
Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı..
Ayrıca para kazanmayı öğrendik ama yuva kuramıyoruz.
Atomu bile parçaladık ama ön yargılardan kurtulmayı beceremiyoruz..
Çok para harcayıp az gülüyor, varlığı artırırken değerlerimizi yitiriyoruz..
Tanıdık çoğalırken dost azalıyor, ilaç çeşitli ve bol ama hastalıklar da artıyor..
Hatta aya kadar gidip geliyoruz ama komşumuza gidip hatırını sormaya üşeniyoruz..
“Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin.”
-Nazım Hikmet
Yüce bir dağ
O, yüce bir dağa benzer..
Eteğinde yaşayanlar bu yüceliği fark edemezler..
Bu dağın azametini kavrayabilmek için, O’na çok uzaklardan bakmak gerekir..
Claude Farrère (Fransız yazar)
Bunu Atatürk için söyledi bir 10 Kasım günü..
Düz mantık
-Dostun dost olup olmadığını test etmenin yolunu ancak bu yaşımda bulabildim. ‘Dost iyi günde çağırılınca gelen, kötü günde ise çağırılmadan gelenmiş..’
-Ünal Aysal yönetimi iş başında kalsaydı ve hoca değiştirmek zorunda kalacaktı ve ‘üçüncü İtalyan’ bulanamayacağı için belki de göreve ‘Romalı Perihan’ ablamız davet edilecekti.. Allah korudu..
- Çekler bile çek veriyor artık..8 yıl önce
- Her çözüme itinayla bir sorun bulunur..8 yıl önce
- Yeşili almayın İzmir'den8 yıl önce
- Oteller haraç mezat satılıyor..8 yıl önce
- Güzeltepe gençlere dokunuyor8 yıl önce
- Biz yarınları emanet aldık çocuklardan..8 yıl önce
- Karşıyaka mağdurları8 yıl önce
- Hukukçu eğilmez, kırılır8 yıl önce
- Zaman unutturmaz; uyuşturur..8 yıl önce
- Tüketiyorsan haklısın..8 yıl önce