Edebiyat dünyanın mücevheri, insanlığın hafızasıdır!
Zülfü Livaneli, hayatı; türküler, filmler ve romanlarıyla anlattı. Filmlerinde düşündüren, romanlarında fırtınalar estiren, kitleleri konserlerinde bir araya getirip coşturan oldu. Onunla birlikte hep bir ağızdan kimi zaman "Ne ölümden korkmak ayıp, ne de düşünmek ölümü" diye haykırdık, kimi zaman da "Kardeşin duymaz el oğlu duyar" diye eşlik ettik parçalarına. Kitapları çıkar çıkmaz "okur" reklamıyla ilk sıraya yerleşen Livaneli, son romanı "Kardeşimin Hikayesi"nde de ilk sıraya oturmayı başardı. Bu hafta Livaneli ile edebiyatı ve "Kardeşimin Hikayesi"ni konuştuk.
- Kardeşimin Hikayesi nasıl çıktı ortaya?
Kafamda üç beş roman konusu bir arada olabiliyor. Doğup doğup ölen roman konuları var. Bu hikayelerden bir tanesi diğerlerini itip öne geçiyor ve bir olgunluk noktasına gelip artık 'yaz beni' diye ısrar etmeye başlıyor. O zaman bu dünyayla alakamı kesip başka bir yere kapanıyorum. Yazarken o romanın içine girmem gerekiyor. Dünyanın ya da Türkiye'nin bir köşesine gidip kendimi kaybettirerek, izole olarak yazabilirim. Bu roman için de Güney Tayland'da balıkçı köyü gibi bir yere gittim. Neredeyse bir anahtarla romanda anlattığım eve girdim ve hiç çıkmadım yazana kadar. Bu romanı yazarken bayağı sarsıldım. Dişinizde bir sinir olur da diş hekimi oraya dokunduğunda sarsılırsınız ya, bu romanda da insan ruhunun o sinir uçlarına dokunan yerler var.
- "Aşk bir uçurumun kıyısında gözü bağlı yürümektir" diyor roman kahramanı. Siz de öyle mi düşünüyorsunuz aşk için?
Benim de bu kitabı yazarken öğrendiğim şeyleri anlatmam gerekirse; aşkın tehlikeli duygulardan birisi olduğudur. "Mutlu Aşk Yoktur" diye bir beste de yaptım ama mutlu anlar olabilir, aşk güzel bir şeydir aynı zamanda da. Aşk, tehlikelere açık. O da şuradan geliyor; Nasıl inanç, ideoloji gibi bazı konularda beyin devre dışı kalıyor, nasıl insan kendi canlı bomba haline getirebiliyorsa aşkta da beyin devre dışı kalıyor cinayet olabiliyor, intihar olabiliyor, katliam olabiliyor. Dünya edebiyat tarihi bununla dolu. Oidipus trajedilerinden, Yunan trajedilerinden bu yana, Anna Karanina, Madam Bovari, Genç Werther'in Acıları, Truva Savaşı bile aşk yüzünden çıkmış. Bu gözle bizim 3. sayfa haberlerine bakarsanız görürsünüz ki trafik kazalarından çok daha fazla sayıda aşk yüzünden cinayet ve intihar var Türkiye'de.
- Bu kitapta bir de edebiyat aşkı var. Yazarı tarafından bilinçli olarak baş tacı edilmiş edebiyat ve edebiyatçılar.
Evet evet. Burada dünya edebiyatına bir methiye, bir övgü olmasını da istedim. Bir selam duruş var sahiden. Bazı insanlar ‘ben hiç roman okumam' falan der. Özellikle erkekler yaparlar bunu. Küçümserler. Duyguları ve insan zihnini anlatan en önemli dal edebiyat dalıdır ve edebiyat okumamış insanlarla okumuş insanlar mutlaka farklıdır. Shakespeare okumamış insanla okumuş insan mutlaka farklılaşır.
- Romanda "Bilim edebiyata hiçbir zaman yetişemez" deniliyor.
Çünkü bilim sürekli ilerleme halinde. 2500 yıl önce yazılmış Yunan trajedilerine bakın Sümer, Gılgamış'a gidin. İnsan, ölüm, hayat, aşk o gün geçerli olan neyse bugün de geçerli. Ama bir de o dönemdeki bilimi düşünün. Henüz mikropların bilinmediği, dünyanın düz zannedildiği dönemlerde bilim emekliyordu. Şu anda da ilerde ama yüz yıl sonrasına göre yine emekliyor sayılır çünkü 100 yıl sonra bambaşka yerlere gidecek. Bilim gelişen bir şey ve saygım tabi ki sonsuz ama edebiyatla baktığınız zaman, edebiyat insana dair hakikatleri binlerce yıldır bize anlatıyor ve değişmiyor.
- Tarih kitaplarının anlatırken hissettiremediği gerçekleri, roman eliyle daha fazla içselleştiririz diye düşünüyorum.
Elbette. Bakın Balzac 1850'de öldü. Balzac'ın kitaplarına bakın, bir de o dönemin ihtilal Fransası'yla ilgili tarih kitabı okuyun. Hangisinden daha iyi algılarsınız o toplumun neler yaşadığını, neler hissettiğini? Ki, yazarın bilincini de aşan bir şey bu. Mesela bir kralcıydı Balzac ama onun romanlarından biz o Fransız ihtilalinin ve yaşanan olayların nereden nereye gittiğini algılayabiliriz. Bir yüzyılı, 700 yüz yıl öncesinin İngilteresi'ni Shakespeare'den anlayabiliriz. Dolayısı ile edebiyat dünyanın mücevheridir. İnsanlığın hafızasıdır, vazgeçilmez bir şeydir.
- İşte o hafızayı konuşmak istiyorum şimdi. İnsan soyunun en büyük şifası unutmaktır diyor roman kahramanı. Ne dersiniz?
İbn-i Arabi'de de var bu bilinç her zaman o kadar iyi bir şey mi? Nietzsche "İnsanoğlu her şeyi hatırlayarak yaşayamaz ama her şeyi unutarak yaşabilir" diyor. Biraz başka türlü bir canlıya dönüşür ama gene de yaşamak mümkündür ama her şeyi hatırlayarak yaşayamazsınız. Yaşadığınız her acıyı, yakınlarınızın ölümünü, her sevda acısını ya da her ihaneti, her kötü anınızı sürekli olarak yaşadığınızı düşünün. Bunun hiç küllenmediğini, unutamadığınızı düşünün. Yaşamak mümkün değil, insanlar intihar eder. Dolayısı ile unutabilmek insana verilmiş bir lütuf ve şifadır.
- Roman kahramanı egoyu insanı yönetin bir diktatöre benzetiyor. Sizin gibi tanınan insanlar için ego ile savaşmak daha zorlu bir sınav. Egonuzla nasıl bir yöntem kullanarak savaşıyorsunuz?
Ego gerçekten de bir diktatör. Bizi idare ediyor. İnsanların ego mücadelelerini gördüğüm anda nefret ediyorum. Başından beri bunun farkında olduğum için kendimi korumak istedim. Çok genç yaşlarımda tanındım. Konserlerde alkışlanıyor, karşınızda yüz binlerce insan, afişlerde adınızı görüyorsunuz. Eğer oraya teslim olur, ‘vay ben ne kadar mühim bir adammışım' derseniz mahvolursunuz. Çünkü o bir gün bitecek. Egoyu edebiyat bildiğim, felsefe okumuş olduğum için hep dışımda tuttum. Bir sahnede doğmadım, sahnede de ölmeyeceğim. Herkes bir iş yapıyor bu da bir iş ve benim için konser bittiği anda o dünya biter. Bu konuda hastalanan çok insan gördüm. Hep o ışıltıyı yaşamak istiyorlar. Sonra hastanelere düşüyorlar. Kendini toplumun üstünde gördüğün zaman yandın gitti. Bilmen gereken hastalığa, yaralanmaya açıksın, parasızlık ve sevda çekersin.
- Müzik mi, edebiyat mı bir adım daha önde?
Çocukluğumdan itibaren ilk tutkum edebiyattı. Deli gibi okuyan ve yazan bir çocuktum. Tek yapmak istediğim şey yazıydı. Müzikle de amatör olarak ilgileniyordum. 12 Mart darbesi geldi. Asılsız suçlamalarla beni ve arkadaşlarımı hapsettiler, askeri cezaevlerine koydular. Çok hunhar şeyler yaptılar. Denizler idamı edildi. Cuntaya karşı bir takım parçalar yazdım ve kaydettim. Ömrüm boyunca tek plağım bu olacak zannediyordum. Ama o albüm 12 Mart'a karşı direniş sembolü gibi oldu. Beni bırakmadılar. Bir tane daha derken aradan 40 yıl geçmiş. 1978'de ilk hikaye kitabımı yayınladım, sonra romanlar geldi. İlk tepki şuydu: Tamam da bir müzisyen, kitap nereden çıktı? Bilmiyorlardı ki ben aslında yazardım. Kabul etmeleri zor oldu. Kitaplar kendilerini kabul ettirdi. Önyargı oldu ama benim asıl işim buydu. Hep müzikle edebiyat arasında bir yerde durdum. Benim için müzik bir dezavantajdı edebiyatta ama bu kırıldı. Müzisyen olarak girdiğim edebiyat aleminde kitaplarım önce Türkiye'deki okurlarım tarafından benimsendi sonra 34 dile çevrildi ve yurt dışındaki okurlarım tarafından benimsendi. Çünkü okunurluk diye bir şey var. İnsanların kitabı zevk alarak okumasna çok dikkat ediyorum. Ne kadar derin konulardan söz ederse etsin okutma zevkini vermesi bir yazarın görevidir. Sanki bir kitap zevk verdiği zaman derinliği yokmuş, hafif bir edebiyatmış gibi, popüler edebiyatla karıştırılıyor. Dünyanın en büyük yazarları aynı zamanda kendilerini büyük bir sevkle okutan yazarlardır. Okuyucular kitaplarımı zevk aldıkları için okuyorlar ama aynı zamanda da bunun bir popüler edebiyat olmadığını, bir edebiyat eseri olduğunu biliyorlar.
-Edebiyat, müzik ve sinema alanlarında 30'un üzerinde ulusal ve uluslar arası ödül geldi. Hep "meseleleriniz" roman olup çıktı, müziğe dönüştü ya da sinemaya aktardınız. Bunlar olmasaydı ne yapardınız merak ediyorum?
Felaket olurdu. Ben yaratı olmayan bir hayat düşünemiyorum. Hayata dayanamıyorum gerçekten çok sıkıntı çekiyorum. Benim için yaratmak, üretmek. Bunu yapamadığım zaman mahvoluyorum. Halka ilişkimin en çok kesildiği dönem hangi dönem oldu biliyor musunuz? Milletvekilliği dönemi.
- Siz de gördünüz ki halkla kucaklaşma üzerinizde takım elbise olduğu halde tokalaşmakla olmuyor.
Hiç olmuyor. Çok ilginç bir olay oldu. Milletvekiliyken İzmir Fuarını içinde bir salonda konuşma yapacaktım. Geç kalmıştım. Arabayla fuarın bir kapısından girecektik ama arabayla girmek yasaktı ve almadılar bizi. Koşmak için arabadan indim. Oradaki bekçiler beni görünce, boynuma sarılıp ‘Vay Zülfü abi sen misin? Abi arabayla gitsene' dediler. ‘İzin vermemişsiniz' dedim. ‘Abi bize Zülfü abi var demediler ki, milletvekili var' dediler" demezler mi? (Gülüyor)
- MELNITZ AMCA'NIN YAHUDİLERİ!...9 yıl önce
- 'Söz uçar normalde bazı sözler bende kaldı'9 yıl önce
- Gölgeler, hayaller ve bir intiharın provası9 yıl önce
- Güzel kadınlardan korkan bir ıssız adam: TANPINAR9 yıl önce
- "Yazar ölür yazdığı kalır geriye"9 yıl önce
- Babasız ilk babalar Günü10 yıl önce
- 'Her şey arka koltukta başladı'10 yıl önce
- Çanakkale şehitlerine Türkçe ve İngilizce ağıt10 yıl önce
- 'II. Abdülhamid uçak sarayı da bombalar diye film yasaklattı'10 yıl önce
- 90'lı yıllara nostaljik yolculuk10 yıl önce