Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        -PARİS-

        “Oportünizm olmasa, tarih hiç ilginç olmazdı” diyen biri oldu mu, bilmiyorum. Ama sanki biraz böyle.

        “Büyük Taarruz ve Büyük Zafer” vesilesiyle, tarihin öteki yüzünde kalanlara dair.

        SÖMÜRGECİLİK

        Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülmesini kimileri Fransızların Cezayir’i işgali ile başlatır.

        İspanyollara karşı Cezayir’e ayak basan ve 300 yıl orada kalan Osmanlı’nın gevşek yönetimine karşı, Fransızlar “iliğine kadar sömürge” oluşturmuştu.

        Kuzey Afrika’nın büyük bölümünün, Mağrib’in Fransızlaştırılması Osmanlı’dan kopararak oldu.

        Nasıl “insan hakları, bütün insanlar eşittir” diye yola çıkmış Amerikan devriminden “kölecilik, ırkçılık” da azmışsa, Fransız Aydınlanması ve Devriminden de “sömürgecilik” gaz almıştı.

        “Medeniyet” götürüp toprağını, canını, kanını emmek, diye özetleyebiliriz!

        Şimdi bunun rövanşına, mültecilerin açlığının, yoksulluğunun, umutlarının “kendi dünyalarını işgali”ne katlanamıyor ya Avrupa; o da tarihin bir cezası olmalı.

        Gillo Pontecorvo'nun Cezayir Savaşı filminden... Fransa'da 1971'e kadar yasaklı olan film, gösterime girince salonlara bombalı saldırılar düzenlenmişti. Film, Türkiye'de de uzun yıllar gösterilmedi.

        İŞGAL

        Neyse.

        Bir yandan “dostluk, müttefiklik” sürerken, biliyoruz, Osmanlı’nın sonunu hazırlayanlardan biri de Fransa idi. Çanakkale’de 12 bin asker ve emperyalizm ordusuna sömürgelerden topladığı çocukları ölü bırakan Fransa, “galiplerden biri” olarak Lübnan ve Suriye’ye el koymuş; Adana, Maraş, Antep, Urfa’ya (Ermeni güçleri de kullanarak) girmişti.

        Batı’da, İngiltere kadar olmasa da, Yunanistan’ı itekleyenlerden biri de Paris’ti.

        O sırada, Çar rejimini devirmiş komünistler; Sovyet devrimiyle savaştan çıkmış, hemen ötesinde “bağımsızlık ve kendi kaderini tayin hakkı” için silaha sarılmış ve bir o kadar da silaha, paraya ihtiyaç duyan “Türk bağımsızlık savaşı”nı destekliyordu.

        İdeal, “emperyalizm”in orada durdurulması, Beyaz Ordu’ya Batı desteğinin kesilmesi, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde devrim ateşinin yanabilmesiydi.

        Hakikat ise, SSCB’nin “Ermenistan ve Gürcistan”ı da, aynı Bakü gibi içine katma arzusuydu.

        RİCAT

        Fransızlar, isimleri “Şanlı… Kahraman… Gazi” unvanlarına layık görülecek kentlerdeki “gerilla ve halk ayaklanması”na dayanamayıp 59 bin kişilik kuvvetle geldikleri gibi giderken…

        Aynı zamanda Ankara hükümetine fiilen destek vermeye başlayan ilk “savaş galibi” de oluyordu.

        Silahlarını bıraktılar Ankara kuvvetlerine; Ankara – Paris temasları başladı, ardından Batı’da Yunan ilerlemesine desteklerini de çektiler.

        Suriye ve Lübnan yetiyordu; ayrıca Sovyet devriminin ruh halinin Anadolu’ya yerleşmesine de mahal yoktu!

        O sıra, diğerleri gibi, Cezayir de Fransız sömürgesiydi hala!

        KURTULUŞ

        2. Dünya Savaşı’nın yenik, ezik, bitik ülkesi Fransa kendi bağımsızlığını Batı’dan ABD ve İngiliz ve 72 milletten çıkarma kuvvetlerinin ve bombardımanların, doğudan Kızılordu’nun, içeride çoğu soldan direnişçilerin, bir de bilhassa Afrika’daki sömürgelerden toplanmış “yerli” ordusunun İtalya üzerinden gelişinin sayesinde kazandı!

        Kendi bağımsızlığını coşkuyla kutlayanların başkalarının bağımsızlıklarını ezme arzusu sırf Fransızlara mahsus değil ama Fransızcası da epey kuvvetli!

        “Kurtulmuş” Fransa, Cezayir’in kurtulma arzusunu kanla, işkenceyle bastırmakta tereddüt etmiyordu!

        Ne bağımsızlığı, özerklik bile haramdı.

        DESTEK

        “Kurtarılmış” Fransa’nın Cezayir meselesi ya da Cezayir halkının Fransa meselesi sık sık Birleşmiş Milletler’de tartışıldı, oylandı.

        “İstiklal Savaşıyla yeni bir devlet kuran Türkiye”, Demokrat Parti iktidarında ikili bir tutum alıyordu.

        Bir yandan Cezayir bağımsızlık savaşçılarına, Libya ve Tunus üzerinden silah yollamıştı; bir yandan da BM’de Cezayir’e karşı Fransa’nın yanında yer alıyordu.

        Hem Fransızların hem Cezayirlilerin “bizi sırtımızdan vuruyor” dediği bir tarz!

        Tarihçilere göre, Türkiye’nin hatırası da “1. Dünya Savaşı’nda Arapların sırtından vuruşu” idi; iki de güncel korku vardı:

        Biri, (Cezayir’deki Fransız azınlık gibi) Kıbrıs’ta Rumların da Türk azınlığa rağmen bağımsızlık kazanmaları ihtimaliydi.

        Diğeri de milliyetçi Nasır’ın Batı’ya karşı Sovyetler’e de yanaşarak Türkiye’nin Güney’den kuşatılmasına fırsat verebileceğiydi. Cezayir bağımsızlığına en çok sahip çıkan da Nasır’dı zaten.

        Hani İstiklal Savaşı’na destek vermiş Sovyetler…

        Hani Batı’ya karşı, Nasır’ın da örnek aldığı bağımsızlık mücadelesi vermiş Türkiye!

        Türkiye, Cezayir Kurtuluş Ordusu’na silah veren tek NATO üyesi de oldu; Cezayir’in bağımsızlığına, kendi kaderini tayin hakkına karşı Fransa’nın yanında yer almış tek Müslüman ülke de!

        ZİGZAG

        27 Mayıs darbesiyle, Cezayir’in kendi kaderini tayin hakkı doğrultusunda ilk kez olumlu oy kullandı Türkiye; ardından Cezayir Kurtuluş Ordusu’na Ankara’da büro izni verildi.

        Ama tarihin oynaklığı bitmiyor.

        Sonraki ilk İnönü hükümeti, soluğu yine Fransa’nın yanında aldı!

        İLKE

        Tarihin bir ilkesi var mı, belli değil. Lakin tarihin aktörlerinin sabit bir ilkesi olmadığı açık.

        Aydınlanma’dan sömürgeciliğe; eşitlik, kardeşlik, özgürlük idealinden köleciliğe; İstiklal Savaşı’ndan başkalarının istiklalini hor görmeye; kendi kurtuluşunu kutsayıp başkalarınınkini ezmeye salınan ve sallanan bir tarih var.

        Biz sıradan insanlar da, tarihi dilim dilim seviyoruz:

        Bir kısmı başımız üstüne, bir kısmı çöpe!

        Fransa ve Türkiye’nin içinden Cezayir de geçen kısa “tutarlı” hikayesi de böyle.

        Diğer Yazılar