Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İsrail komandoları, 31 Mayıs 2010’da “Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım” kampanyası kapsamında Gazze’ye yardım malzemesi götüren 6 gemilik filoya operasyon düzenledi. Görüntülerin basına verilmesiyle birlikte İsrail’in sivillere karşı uyguladığı şiddetin yanı sıra, uluslararası hukuku nasıl fütursuzca çiğnediği de gözler önüne serilmiş oldu. Ölümle burun buruna yaşayan bir halka insani yardım götürebilmek amacıyla yola çıkan gemiye açık denizde yapılan bu orantısız müdahale, dünyanın hemen her bölgesinden tepki topladı.

        Mavi Marmara gemisinde yaşananlar, insanlığın ortak vicdanına yapılan bir saldırıdır. Bir terörist örgütünün hücresi basılırken bile öncelikle binanın boşaltılarak içerdekilerin teslim olması beklenir. Kaldı ki bir insani yardım filosuna açık denizde seyrederken baskın yapmak, ne uluslararası hukukla ne de insani değerlerle izah edilebilir ve haklı çıkarılabilir bir durumdur.

        Hatırlanacağı üzere, İsrail, 2006 yılında Hizbullah iki askerini kaçırdığında, Lübnan’a otuz gün boyunca bombalar yağdırmıştı. Yine Batılı devletler, İsrail’in kan dökmesini, ‘tehditlerle dolu bir coğrafyada İsrail’in kendini koruma ihtiyacı’ olarak yorumlamıştı. Bugüne kadar kendini Batı’nın yanında gösteren, Orta Doğu’da medeni değerleri temsil ettiğini iddia eden İsrail’in bu son baskını, artık bu devletin kanlı eylemlerinin Batılı güçler tarafından meşru zeminde savunulacak bir yanının kalmadığını gösteriyor.

        Radikalizm söylemleriyle sürekli bir düşman konsepti çerçevesinde hareket eden İsrail, operasyon görüntülerinin dünyaya yayılmasıyla kendi kurduğu tuzağa düşmüş oldu. İsrail, düzenlediği operasyon sonrasında bilgiyi kontrol edebileceğini ve uluslararası kamuoyunu yanıltabileceğini düşünüyordu; ancak olaylar beklediği gibi gelişmedi. Ne de olsa yeryüzünde bilgiye ve teknolojiye sahip olan tek güç artık sadece İsrail değil.

        İsrail’in hukuku hiçe sayan müdahalesi sonrasında, üzerinde öncelikle tartışılması gereken bazı konular olduğu su götürmez bir gerçek. Bu kapsamda insanın aklına, ilk elde, bir dizi soru geliyor. Dünya vicdanı olanlara göz yumar mı? Yoksa İsrail’in haksız uygulamalarına karşı artık sesini yükselterek “dur” demesi mi gerekiyor? Uluslararası sistem, hukukun bu denli ayaklar altına alınmasını kaldıracak mı? İsrail, uluslararası sistemi zafiyete uğratarak sistemin inandırıcılığını sarsmaya devam mı edecek?

        Ancak olayın üzerinden günler geçtikçe, bu sorular yerine, yeni sorular bilinçli olarak ortaya atılmaya başlandı. İsrail’in yürüttüğü psikolojik harekâtın bir ürünü olan bu soruların tek amacı, kafa kurcalamak ve tartışmaların odak noktasını İsrail’in işlediği bu insanlık suçundan çekip başka alanlara kaydırmaktır. Bu ‘şaşırtmaca sorular’lardan biri, radikalizm ve İsrail’in terörist olarak algıladığı Hamas,Hizbullah ve İran üzerinden kurgulanırken, diğeri PKK’nın Hamas’la özdeşleştirilmeye çalışılması yoluyla kurgulanmaya çalışılmaktadır.

        Dikkat ederseniz bu iki tartışma da İsrail’in saldırısına hiç değinmemekle birlikte konuyu başka yöne çekme çabasını yansıtıyor. Buradaki temel amaç, gemideki İnsani Yardım Vakfı üyelerinin radikal Hamas, El-Kaide ve benzeri örgütlerle ilişki içerisinde olduğu yönünde akıllarda soru işaretleri uyandırmak ve Filistin ve İran gibi devletlerle işbirliği yapan Türkiye’nin artık radikal örgütlerle beraber hareket ettiği propagandasını yaymaktır.

        Ancak Filistin sorunu ile Kürt sorunu arasında, Hamas’la PKK arasında, Türkiye’nin terörle mücadele politikaları ile İsrail’in terörle mücadele politikaları arasında bir kısım benzerlikler olduğu iddiası birçok açıdan dayanaksız görünüyor. Her şeyden önce, Türklerle Kürtler arasındaki ilişki ile Filistinliler ve İsrailliler arasındaki ilişki birbirilerine benzerlik göstermemektedir. Söz konusu devletlerin kuruluşu, işleyişi ve hâlihazırdaki sosyal yapıları itibari ile aralarında ciddi farklılıklar vardır.

        Filistin sorunu ile Kürt sorunu arasında da iki ayrı bölgedeki halkların ilişkileri ve burada faaliyet gösteren terör örgütlerinin özellikleri göz önünde bulundurulduğundabüyük farklılıklar olduğu görülecektir. Ayrıca iki ülkenin terörle mücadele strateji ve politikaları da büyük farklılıklar arz etmektedir. Bu bağlamda argümanların ne denli dayanıksız olduğunu yukarıda geçen farklılıkları yakından inceleyerek ortaya koymakta fayda var.

        Kürtler ve Filistinliler

        Gerek tarihsel süreç gerekse bugünkü konum açısından değerlendirildiğinde Kürtlerle Filistinliler arasında ortak bir kader çizgisi göstermek olanaksızdır. Osmanlının çok kültürlü yapısından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu Türklerle beraber Kürtlerin de projesidir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin Ulus’taki meclisinde Lazistan mebusu kadar Kürdistan mebusu, Anadolu dayanışması kadar Rumeli dayanışması da olmuştur. Türkiye’nin bugünkü sınırlarının çizilmesi bu mebusların temsil ettiği halklar adına ortaya koydukları irade ile şekillenmiştir. Dolayısıyla bir taraftan Çanakkele destanı, diğer taraftan Kurtuluş Savaşı Kürtlerin de sürecin içerisinde aktif katılımı ile gerçekleşmiştir. Antep’i “Gazi”, Maraş’ı “Kahraman”, Urfa’yı “Şanlı” yapanlar topraklarını düşmana karşı savunan yerel güçler olmuştur. Ankara’dan bir ordunun çıkması ve bu bölgeleri ilhak etme girişimi tarihsel olarak söz konusu değildir. Süreci ayrıntılandırmak ve örnekleri artırmak mümkündür. Ancak, hem uzak hem yakın tarih Kürtlerin Türklerle aynı potada eridiğini, aynı gerçeklikleri paylaştığını, bir arada yaşama arzusunun yüksek olduğunu, ortak bir ülke etrafında aynı coğrafyada ortak bir devlet hayal ettiklerini ve de bunu gerçekleştirdiklerini göstermektedir.

        Filistinlilerin durumuna bakıldığı zaman topraklarının bir kısmının para ile Yahudiler tarafından satın alındığı, diğer bir kısmının işgal edildiği ve bu işgal üzerine bir devlet inşa edilmiş olduğu görülür. Bugünkü İsrail devleti, 1948 yılında Filistin toprakları üzerine kurulmuş ve kurulduğu günden beri de Filistinlilerle savaşagelmiş bir devlettir. Dünyanın dört bir tarafından topladığı vatandaşları ile kutsal vatanları olarak gördükleri bu toprakları Filistinlilerle birlikte paylaşma, yönetme ve buradaki zenginlikleri bölüşme arzusu yoktur. İsrail Devleti kurulduğu günden beri önemli bir çaba göstererek Filistin halkını bu topraklardan uzaklaştırma politikası gütmüştür. 1948’den beri İsrail’in Filistinlere bakışının ve bu politikanın - Oslo sürecinin mimarı İzak Rabin dönemi haricinde- değişmediğini kabul etmek durumundayız. Bu açıdan Türkiye’deki Türkler ile Kürtler arasındaki sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve dini entegrasyonu ile Filistin halkı ile İsrail arasındaki sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve dini entegrasyonu arasında hiçbir bağlantı yoktur. Birinci ne kadar etle tırnak ifadesini doğruluyor ise, diğeri bunun tam tersinin ‘laboratuvar örneği’ olarakçıkmaktadır.

        Gerçi Türkiye’de Ankara merkezli bir kısım politikalarda Kürtlere karşı haksızlık yapıldığı bir gerçek olarak not edilmelidir. Ancak hükümetlerin bazı yanlış uygulamaları dikkate alındığında dahi Kürtlerin Türkiye siyaseti, parlamentosu ve karar verme mekanizmaları içindeki yeri hiç kuşkusuz önemli bir ağırlığa sahip olmuştur. Bu temsil sadece parlamento ile sınırlı değil aynı zamanda ekonomi, sanat, sosyal yaşam ve bürokraside de kendini aynı ölçütte hissettirmiştir. Hatta öyle ki Ankara’nın uygulamaları halk arasındaki geniş uzlaşıya paralel hale gelmek zorunda kalmıştır. Kısacası Türkiye’ye yönelik bir kısım benzerlikler arayanların yanıldığı nokta belki de hükümetlerin bazı uygulamalarını cımbızlayarak, halk arasındaki geniş uzlaşıyı fark edememelerinden kaynaklanmaktadır.

        Benzerlik olduğu iddiasında bulunanların halk arasındaki birliktelikle ilgili şu sorulara cevap vermeleri gerekmektedir. Acaba Türkler ve Kürtler İsrail’de olduğu gibi ortak yaşam alanlarından yoksun mudur? Türkler ve Kürtler arasında Filistinlilerle İsraillliler arasında olduğu gibi bir nefret söz konusu mudur? İki topluluk arasındaki akrabalık bağı ile ilişkileri ortaya koyan, gruplar arası evlilik sayısı karşılaştırıldığı zaman bir paralellik görmek mümkün müdür? İsrail ordusunda ve parlamentosunda ne kadar Filistinli yer bulmaktadır ve bunu Türkiye’deki ile karşılaştırmak mümkün müdür? Bu sorular gözönüne alındığında, benzerlik kurmanın mümkün olmadığı, İsrail ve Türkiye arasında ciddi farklılıklar olduğu görülecektir.

        PKK ve Hamas

        Türkiye’de sıklıkla dile getirilen bir başka benzetme ise PKK ve Hamas üzerine yapılmaktadır. Her ikisinin de terör örgütü olduğu dolayısıyla aynı yöntemlere tabi tutulması gerektiği ileri sürülmektedir. Acaba bu iki örgüt gerçekten de birbirlerine iddia edildiği kadar benzemekte midir?

        PKK, Türkiye’nin demokratikleşmesinin en fazla ivme kazandığı 2003’ten itibaren özellikle büyük kentlerdeki sivillere yönelik eylemlerini artırmıştır. Aynı şekilde Demokratik Açılımla beraber Kürtlerin hak ve özgürlüklerine vurgu yapan barışçıl politikaların izlenmesi de PKK’yı rahatsız etmiştir. Anayasa reformu sürecinde de görüldüğü gibi her demokratikleşme hamlesini yeni eylem ve saldırılar takip etmiştir. Dolayısıyla demokratikleşme, Kürtlerin önündeki engellerin kaldırılması ve kültürel haklar alanındaki gelişmeler PKK’nin daha fazla eylem gerçekleştirmesi ve teröre müracaat etmesi ile sonuçlanmaktadır. Zaten Kürtlerin önemli bir çoğunluğunun Türkiye’deki ortak siyasal, sosyal, kültürel yaşam alanında aktif katılımcı olduğu düşünülürse, PKK’nin marjinalliği daha açık bir şekilde görülecektir. Ayrıca tüm bu temsillere ilave olarak Türk demokrasisi, radikal ve Kürtçü DTP’nin parlamentoda temsiline de hoşgörüyle bakma olgunluğuna ulaşmış iken, hatta DTP’nin kapatılmasını eleştiren ve onun yerine kurulan Barış ve Demokrasi Partisi’ni destekleyen geniş bir kesim varlığını göstermişken, PKK terrör eylemlerini artırmış ve terörü bir yöntem olarak kullanmaya artan biz hızla devam etmiştir. Kısacası PKK Türkiye’deki Kürtlerin ekonomik refahı arttıkça, sosyal statüsü yükseldikçe, siyasal temsili arttıkça, kültürel talepleri gerçekleştikçe hırçınlaşan, telaşa kapılan bir örgüttür. Hatta bu telaşı sonucunda sadece Türkiye’de Türklerin hedef alındığı eylemler değil aynı zamanda 3 Ocak 2007 Diyarbakır bombalamasında olduğu gibi Kürtlerin de hedef alındığı terör eylemlerini gerçekleştirmekte bir sakınca görmemiştir.

        Diğer taraftan Hamas örneğine bakıldığında farklı bir manzara söz konusudur. Ablukaya alınmış ve sadece seçimlerde Hamaslı üyeleri parlementoya gönderme teşebbüsünde bulunduğu için açlığa, susuzluğa, yoksulluğa ve yoksunluğa terk edilmiş ve cezalandırılmış bir Filistin halkı söz konusudur. Bütün bu uygulamalar ile sıkışan halk ile ortaya çıkan büyük bir gerilim söz konusudur. Hamas’ın parlamenter yapıda Filistinlileri temsil etmesini engellemek ve Hamas’ı etkisiz kılmak için Filistin’i açık bir cezaevine çevirme metodu uygulanmıştır. Ancak buna rağmen ve tüm bunların sonucunda Hamas’ın silahlı kanadının, roket atışları ile İsrailli sivilleri öldürmesi teorik terör tartışmaları açısından bir terör eylemidir.

        Süreçlerin işleyişi ve bu son kareye kadar gelen aşamalara bakıldığında durumun tamamen birbirinden farklı olduğu anlaşılacaktır. Zira PKK örneği tüm varlığını, tüm stratejisini ve tüm taktiklerini salt terör eylemleriyle inşa ederken, Hamas örneği tüm sosyal, siyasal ve ekonomik seçenekleri uygulamaya koymanın yanında bu alternatiflerin işlevsiz kılınması halinde teröre son çare olarak müracaat ettiği anlaşılmaktadır. Bu bakımdan “PKK eşittir terör” denklemi rahatlıkla kurulabilir. Çünkü PKK’nın terörü terk etmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürtlerin sosyal, kültürel ve ekonomik alandaki talepleri ile paralel değildir. Oysa ki Filistin’de Hamas’ın bir siyasal parti olarak seçimlerden galip çıkıp parlamentoya girmesi ve ılımlı bir yapıya kavuşturulması birçok gözlemcinin paylaştığı bir şans ve fırsat iken, bu fırsat İsrail tarafından değerlendirilmemiştir. Hatta tersine çevrilmiş ve Hamas’ı destekleyen Filistin halkının komple cezalandırılmasına dönüştürülmüştür.

        Masumların öldürüldüğü hiç bir eylem kabul edilemez ve politik bir amaç için masumların bilerek ve istenerek hedef alınması terör olarak tanımlanmalıdır. Ancak bu durum, Hamas-PKK benzerliğinde sadece filin hortumunun tanımlanması gibidir. Sürecin bir bütün olarak göz önüne alınması ve analiz edilmesi gerekmektedir. Bu bütünün içerisinde PKK’nın terörü kullanma işlevsellliği ve süreçleri ile Hamasınkiler arasında tam ters bir korelasyon söz konusudur. Hatta denilebilir ki Hamas Filistin halkının büyük bir kısmının desteğini almış ve o halk tarafından meşru otorite olarak görülen bir de facto hükümet konumundadır. BM tarafından temsili kabul edilen bir entitedir. Bu açıdan bakıldığında Hamas’ın attığı roketler bir insan hakları ihlali, aşırı güç kullanımı gibi devletlere atfedilen uygulamalar nevinden dahi kabul edilebilir.

        Sonuç: ‘Hamas=PKK’ Denklemi Yanlıştır

        Son yaşanan olayların ardından, Mavi Marmara baskını sonrasında hem İsrail’in içindeki liberal kesimin hem de dünyanın önemli bir kısmının İsrail’in saldırıları karşısında sesini yükseltmeye başladıkları görüldü. Her ne kadar bu tepkiler somut sonuçlar doğurmaktan henüz uzak olsa da, bundan rahatsız olan “İsrail Muhipleri Cemiyeti mensupları” karşı argümanlarla ve gündemi meşgul edecek sorularla İsrail’in hukuku hiçe sayarak gerçekleştirdiği kanlı saldırıları örtbas etme çabası içine girdi. Kürtlerle Filistin halkının ilişkilendirilmesi, PKK ve Hamas arasında benzerlikler kurulmaya çalışılması da bu çabanın ürünüdür. Ancak sağlam bir temelden yoksun argümanlar, gerçeği çarpıtan ya da gün yüzüne çıkarmak istemeyen sahiplerini ele vermektedir. Çünkü mızrak çuvala sığmamaktadır. Yukarıda sayılan tüm farklılıklar alt alta sıralandığında Hamas, cezalandırılan Filistin halkının ekonomi, sosyal hayat, sağlık ve eğitim açısından gelişmesi için projeler üreten, uygulamaya koyan bir politik yapıdır. Bu uygulamalarının ürünü olarak da seçimleri kazanmış, politik projeleri halkı tarafından onaylanmıştır. Ancak bir kısmı itibari ile de terör eylemlerine bulaşmış bir parti olarak değerlendirilebilir. Öte yandan PKK her türlü talebini, isteğini, projesini masumların cesetleri üzerinden propagandaya adamış ve varlığını bununla sınırlandırmış bir terör örgütü olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, ‘Hamas=PKK’ denklemi başından itibaren yanlış bir denklemdir.

        Diğer Yazılar