Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Yarın 4 Aralık… 4 Aralık 1945; bu şehr-i İstanbul’da, polis gözetiminde, basının kışkırtması, hükümetin desteğiyle; iyice galeyana getirilmiş, üniversitelerde ders başında olması gereken talebelerin; kaleleri, garnizonları boşaltarak huruç hareketi başlatan leşker gibi yurtları, derslikleri boşaltarak Bab-ı Ali’ye gidip gündüz gözüyle Tan gazetesini tarumar edip, “muhalefete destek veren” gazetecilere, yazarlara günü gösterdikleri günün yıldönümüdür.

Aradan tam 80 sene geçmiş.

*

8 Mayıs 1945’te Almanya teslim oldu. İkinci Cihan Harbi sona erdi. Her yerde özgürlük rüzgarları esmeye başladı. Bizde faşizmden medet umanları aldı bir kaygı… Bundan tam bir ay sonra 7 Haziran 1945’te CHP’den dört mebus, Celal Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ile Fuat Köprülü, daha sonra tarihe “Dörtlü Takrir” olarak geçen ve çok partili hayatın önünü açan bir önergeyi parti grubuna sundular. Bu bir “demokratikleşme” beyannamesiydi. Önerge uzun uzun tartışıldı, “zamanlama manidar” bulundu, Cumhuriyet kurulalı 22 sene olmuştu ama “demokratikleşme” için hâlâ erkendi, “tek partiyle” gül gibi geçiniyorduk; bozgunculuk yapan vekiller bir süre sonra partiden ihraç edildi.

Bir şeyler oluyordu. Muhaliflerin biti kanlanmadan ön almak lazımdı. Parti kurmaya hazırlanan bu bozgunculara, yeni siyasi fikirlerini, alternatif ekonomik modellerini ahaliye açıklamadan, onları halkın gözünden düşürecek yeni bir kimlik ve ideolojik libas giydirilmeliydi. O sırada CHP’ye şiddetli muhalefet edenler sosyalist aydın ve yazarlar, tığ teber şahı merdandı. Bu aydın ve yazarların çoğu “Tan” ve bir ikisi de “Vatan” gazetesinde yazıyorlardı. Sertelleri’in (Sabiha-Zekeriya) 1 Aralık 1945’te ilk sayısı yayınlanan haftalık “Görüşler” dergisi, CHP’den “ihraç” edilerek kopan vekillerin, bu dergide kendilerini ifade etme yolunun açılacağını, derginin bir sonraki sayısında Bayar, Menderes, Köprülü ve Rüştü Aras’ın da yazar kadrosuna katılacağı ilan eder. CHP’nin istediği tek göz; hemen yaygaraya başlarlar, “Bozguncu muhalifler komünistlerle iş tutuyor”du!

Hüseyin Cahit Yalçın’ın çıkardığı “Tanin” ile Yunus Nadi’nin sahibi olduğu “Cumhuriyet”gazeteleri alırlar sazı ellerine.

4 Aralık, yani o meşum günde piyasaya çıkan “Cumhuriyet” gazetesinin birinci sayfasında akıllara ziyan şu yorum hâlâ duruyor gazetenin arşivinde:

“Görüşler kelimesinin ‘G’ harfi ters çevrildiğinde ve bir kısmı parmakla örtüldüğünde orağa benziyor. Bizim yoldaşlar nihayet maskelerini attılar. 'Yeni Dünya' ve 'Görüşler' kızıl propaganda organlarıdır.”

Bayar, Menderes ve arkadaşlarının da bir sonraki sayılarında yazarları arasına katılacağı duyurulan “Görüşler” dergisini çıkaran Sertellerin komünist olduğunu ispat etmek için ‘G’ harfini ters çevir, parmakla ucunu ört.” Yeterli!

Komünizm, “demokratikleşme” kisvesi altında “kızıl maskesini” takmış geliyordu!

*

Şimdi biraz geriye delim.

*

Eski takvimle 31 Mart, yeni takvimle 13 Nisan 1908 sabahı kahvaltısını bitirip Aksaray’daki evinden, Babıali’deki Tanin Gazetesi’ndeki işyerine gitmek için hazırlanan Hüseyin Cahit’e, akşamdan başlayan hadiselerden korkan karısı tedirginlikle, “Bugün sokağa çıkma,” deyince, “Böyle bir günde en tehlikeli yer insanın kendi evidir. Bana bir fenalık yapmak isteyen önce buraya gelir, sen merak etme, ben ihtiyatlı olurum,” diyerek onu yatıştırır ve dışarı çıkar.

Gergin bir hava esiyor dışarıda. Abdülhamit’e karşı darbe yapmış ama İstanbul’a gelememiş olan İttihatçılar, “yeni bir darbe” tezgahlıyor; padişahı İstanbul’dan Selanik’e gönderip, kendileri de Selanik’ten İstanbul’a gelecekler! İsyan günleri kapıda… Gelmekte olan bir felaketin kokusu erguvan ve akasya kokularını bastırmış bu bahar gününde. Babıali’ye giderken Laleli yokuşunun dibinde iki tanıdığına rastlar Hüseyin Cahit, onu durdururlar, “Gitme o tarafa, her yeri yakıp yıkıyorlar, insanları ağaçlara asıyorlar,” der tanıdıkları. O da yönünü değiştirir, Unkapanı köprüsüne yönelir, Beyoğlu’na çıkar.

Beyoğlu’nda her zaman gittiği Matmazel Matran’ın apartmanına gider. Caddeyi Kebir nispeten sakindir, ne oluyorsa Sultanahmet, Mebuslar Meclisi’nin oralarda olup bitiyor demek.

Apartmanda saklanırken, yanına Lazkiye mebusu Mehmet Aslan gelir. Aslan, “Ben Meclis’in oralara gideyim hele, bakayım ne olup bitiyor,” der. Hüseyin Cahit, “Oralar tekin değilmiş, gitme,” der, o da gülerek, “Beni değil, seni arıyorlar, bir şey olmaz” cevabını verir. Giderken Hüseyin Cahit arkadaşına, “Bari tabancamı yanına al,” deyince, “Onu sen kendine sakla, benim düşmanım yok,” diyerek çıkar.

Hüseyin Cahit beklemekten sıkılır, tekrar kendini sokağa atar, birilerine rastlarım da olup bitenlere dair malumat alırım diye Tokatlıyan Oteli’ne girer, orada da kimseler yok. Bir köşeye oturur, bir içki ısmarlar, o sırada yanına “Le Matin” Gazetesinin muhabiri gelir, “Sizin kellenizi istiyorlar, siz burada keyif çatıyorsunuz,” diye takılır. Tedirginliği iyice artar.

Birkaç saat içinde kara haberi alır. Ayaklanmış olan güruh, gazetesi “Tanin”e de saldırmış, kapılarını kırmış, içerdeki her şeyi yağmalamış, makinaları parça parça edip hurufatı da kendi aralarında pay etmişler. İşi biten kalabalık, o sırada Meclis’e doğru gitmekte olan Lazkiye Mebusu Mehmet Aslan’ı görmüş, “Bu çelebi olsa olsa Hüseyin Cahit”tir diyerek üstüne çullanmış, birkaç dakika içinde adamı da tıpkı gazetenin makinaları gibi paramparça etmişler.

*

“Tanin” İttihatçıların gazetesiydi. İttihatçılar, Abdülhamit’i tahttan indirmek için “31 Mart Vakası”nı tertiplemiş, hadiseler kontrolden çıkarak kabağın büyüğü Hüseyin Cahit’in başında patlamıştı.

Bu hadiseden sonra gazete aralıklarla yayınını sürdürdü, üçüncü devresi 30 Ağustos 1943’te başladı. Daha önce İstiklal Mahkemelerinin kılıcından kıl payı canını kurtarmış olan Hüseyin Cahit, bu dönemde artık bir “liberal”dir; hem faşistlere hem de komünistlere karşı mücadele ediyor!

*

1943’te “Tanin”in üçüncü devresi başladığında İsmet Paşa “tek ulus, tek parti, tek şef” diye bir sistem kurmuştu. Aslında “ulus” da “parti” de “şef” de bizzat kendisiydi… Devlet tam anlamıyla bir polis devletiydi, amansızdı, acımasızdı. Almanların kazanması ihtimaline karşı içerde Turancıları yanına alarak komünistlere kan kusturmuş; Stalin, Hitler’in borazanına Rus lahanası tıkıştırınca da bu kez faşistlik yapan Turancıları tabutluklara kapatıp tırnaklarını sökmüştü.

*

Karı koca Zekeriya-Sabiha Sertel’lerin çıkardığı “Tan” gazetesi etrafında ise daha çok solcular kümelenmişti. Gazete İnönü iktidarının savaş sırasında Nazilere verdiği desteği teşhir ediyor, çok partili hayatı savunuyor, Türkiye’nin savaş sonrasında Sovyetler Birliği’ne yaklaşmasını öneriyordu. Üniversiteden atılmış olan Behice Boran, Niyazi Berkes, M. Ali Aybar gibi solcu aydınlar da Tan’da yazdıkları yazılarla bu fikirleri destekliyorlardı.

Tam bu sırada, Pos Bıyıklı Gürcü (Stalin), Türkiye’deki yoldaşlarının akıbetini zerre düşünmeden Kars, Ardahan ve Artvin’i geri ister, yetinmez Boğazlarda da ortak bir savunma sisteminin kurulmasını talep eder Türkiye’den.

Bu talep solculara öldürücü bir darbe olur, iç kamuoyu bu taleplere sert karşılık verir. Müthiş bir komünizm alerjisi oluşur. Komünistlere karşı adeta bir sürek avı başlar. İnönü çareyi baskıyı arttırmada bulunur, komünistleri ezdikçe Amerika’ya hoş görünecek, Türkiye, Amerika himayesine daha hızlı girecek. Ama bunun için de biraz “liberal” görünmeyi de elden bırakmamak, çok partili hayata da izin vermesi lazım… İnönü bunları kabul eder ama henüz bütün Kemalistleri ikna etmiş değil.

Tam bu sırada Sabiha Sertel ile Zekeriya Sertel, Demokrat Parti’nin önde gelenlerinin desteğiyle “Görüşler” dergisini çıkarırlar. Derginin kapak konusu “Zincirli Hürriyet”tir. Dergi adeta kapışılır, ancak ismindeki “G” harfi “orak-çekiç”e benzetilir ve “memlekete komünizmim gelmesi an meselesidir” propagandasına hız verilir zira komünistlerle CHP’den ayrılan “Demokratlar” el el vermiş iktidarı ele geçirmek üzereler.

*

CHP iktidarı için altın bir fırsat doğmuştur, hem bu politika değişikliğini görkemli bir eylemle “taçlandırmak” hem de muhaliflere gününü göstermenin zamanı gelmiştir. Tan Gazetesi ve Celal Bayar ile arkadaşlarına yaklaşmış olan solcu aydınların çanına ot tıkanırsa, gidişat daha iyi idare edilecek, bu kesin.

“Tan” gazetesinin, daha önce “Tanin”e yapıldığı gibi darmadağın edileceği adeta birkaç gün önceden bellidir. Hatta günü bile kararlaştırılmıştır. Başbakan Saraçoğlu’nun adamları, CHP İstanbul İl Başkanlığının desteğiyle çalışmaya başlarlar. Bir gün öncesinde 3 Aralık 1945 günü, talebe yurtlarını dolaşarak öğrencilere çerçeveli İnönü ve Atatürk fotoğrafları dağıtılır, eyleme hazırlar ve sıkı sıkıya tembihlerler:

“Yarın sabah kahvaltınızı sağlam yapın cenge gideceğiz!”

*

3 Aralık günü “Tanin” gazetesindeki odasında Hüseyin Cahit Yalçın yazı masasının başına geçer. İçi öfke doludur. Belli ki yarın bütün gazeteler benzer başlıklarla çıkacak, o mutlaka hepsini “atlatmalı”, en etkili manşeti o bulmalıdır. Madem yarın “kırmızı pazartesi” o halde manşet de ona uygun olmalı. Fazla düşünmeden başlığı bulur. Vakti zamanında Abdülhamit istibdadına karşı Namık Kemal’in haykırdığı laf gelir aklına, önündeki kâğıda yazmaya başlar:

“Kalkın Ey Ehl-i Vatan”…

Bu hem etkili bir manşet hem de tam günün anlam ve önemine uygun bir çağrıdır.

Yazıya şöyle devam eder:

“Düşman istilası, komünizm propagandası şeklinde içimize sızmaya başlamıştır. (…) Görüşler’in intişarı (yayını) bu hususta tereddüte artık yer bırakmamıştır. Vaziyet açıktır: Beşinci kol faaliyettedir ve hücuma geçmiştir. (...) Büyük vatansever Namık Kemal’in sesi bugünün parolasıdır. Kalkın ey ehl-i vatan. Mücadele başlıyor. Ve başlamak lazımdır.”

Yazısını gazeteye manşet yaparken, 38 sene evvel yaşadıkları aklına gelmiş miydi bilinmiyor ama şunu çok iyi biliyordu:

Bazen bir manşetin yapamayacağı şey yoktur! (Daha sonra 1955’te, 6-7 Eylül Olaylarına yol açan İstanbul Ekspres gazetesinin “Atatürk'ün Selanik'teki evi bombalandı” manşeti gibi.)

*

4 Aralık günü sabahın erken saatlerinden itibaren, komünistleri ezmeye, kökünü kazıyıp vatanı milleti kurtarmaya, üstüne üstlük bir komünist öldürerek cenneti garanti etmeye hevesli sağcı talebeler Beyazıt’ta üniversitenin önünde toplanırlar. Hemen hemen herkesin elinde, Hüseyin Cahit’in “Kalkın Ey Ehl-i Vatan” manşetiyle çıkan “Tanin” gazetesi vardır. Gerçi diğer gazeteler de benzer başlıklarla doludur ama kimse Hüseyin Cahit’in bulduğunu bulamamıştır.

Akşamdan o günün bir felaket günü olacağını haber almış olan Sabiha Sertel ile Zekeriya Sertel Moda’daki evlerinden çıkmış, işe gitmek yerine Sabiha Hanım’ın annesinin evine gidip olacak olanı orada beklerler.

*

Daha sonra “Yeni İstanbul” gazetesine “Basında Kavgalar” diye bir dizi yazı yazan Tekin Erer’in, 4 Aralık 1945 Salı günü olup bitenleri anlattığı yazısını özeti şöyle:

Erer, o tarihte Tasvir-i Efkar gazetesinde İstihbarat Şefidir. CHP İstanbul İl Teşkilatından görevlilerin 3 Aralık pazartesi akşamı talebe yurtlarını teker teker gezerek ertesi gün Tan Gazetesi aleyhine yapılacak nümayişe hazırlıklı olmaları istediğinden haberdardır. Erkenden gazeteye gelir, yazı işleri müdür Nejdet Baytok ondan önce gelmiş, onun da bugün olup biteceklerden haberi var.

Tekin Erer, gazetede oyalanmaz, hemen üniversite bahçesine gider. Akın akın talebe kafileleri geliyor, hepsinin elinde bayraklar var. Birçoklarını elinde de Atatürk ve İnönü’nün çerçeveli fotoğrafları var. Kısa zamanda kalabalık 10 bin kişiyi bulur. Saat 9.30’da bir sel gibi Beyazıt Meydanı’ndan Çarşıkapı istikametinde yürüyüşe geçerler.

Tan Gazetesi’ne giderken, Cağaloğlu yokuşunun başında bulunan ve “komünizm propagandası” yapan ABC Kitapevi’ni birkaç dakika içinde yok ederler. Hedef Tan Gazetesidir. ‘Kahrolsun Komünizm, Kahrolsun Sertel’ler, Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti’ sloganları eşliğinde gazete binasının pencerelerini, kapılarını taşlarla, demir çubuklarla aşağı indirirler. Gazetenin birinci katında bulunan, Türkiye’nin en büyük rotatifini parçalayarak tuz buz ederler. Dizgi makinaları, hurufat ve mürettiphaneye ait malzemeler, kapılar, pencereler, sandalyeler parçalanır. Masaların gözlerindeki yazılar, evrak, kitaplar lime lime edilir. Diğer bir grup gazetenin rotatif dairesinin yanındaki kağıt deposundaki bobinleri sokağa çıkararak Sirkeci’ye doğru yuvarlamaya başlar. Bazı gençler binayı ateşe vermek için tutuşturmak istese de beceremezler.

Gazetenin sahiplerinden Halil Lütfü Dördüncü, Tan Gazetesi’nin karşısındaki Hofer İlancılık Şirketi’nin penceresinden, gazetenin ve binanın nasıl tahrip edildiğini kalbi sızlayarak seyreder. Tanin Gazetesi’nin Yazı işleri Müdürü Murat Sertoğlu da oradan telefonla durumu kendi gazetesinin baş muharriri Hüseyin Cahit Yalçın’a bildiriyor. Bir aralık Halil Lütfü dayanamaz, Sertoğlu’na sert bir ifadeyle;

‘Hüseyin Cahit’e söyle 31 Mart irticaında kendi başına neler gelmişse, benim başıma da onlar geliyor,’ der. Murat Sertoğlu bu sözleri aynen nakleder.

Saat on buçukta Tan Gazetesi’nin tahribi tamamıyla biter. Artık burada gazete çıkarılamayacağı kanaati hasıl olduktan sonra gençler köprüyü geçerek Beyoğlu’nda Sovyet Sefarethanesi’nin Tünel’e bakan köşesindeki sokak içinde faaliyette bulunan Yeni Dünya Gazetesi’ne doğru yürüyüşe geçer. Burada Yeni Dünya’dan başka (Sabahattin Ali’nin çıkardığı) ‘La Turquie’ isimli bir gazete daha yayınlanıyor. Bunlar da Tan Gazetesi’nin neşriyatına muvazi olarak komünizmi benimseyen yazılar neşrediyorlar. Polis, Sovyet Sefarethanesi’ne tecavüz olur düşüncesiyle itfaiye vasıtalarıyla yolları iyiden iyiye tutmuştur. Bundan dolayı Yeni Dünya Gazetesi’ne hücum etmek teşebbüsü önce akamete uğrar. Fakat bir müddet sonra toplum heyecanı içinde kendinden geçen gençler, itfaiyecilere hücum ederler. Onların ellerindeki hortumları alarak, bizzat itfaiyecilerin üzerine su sıkarlar. Oradan da Yeni Dünya Matbaası’na yürürler. Birkaç dakika içinde bu matbaayı da yerle bir ederler. Makinalar, mobilyalar, kitaplar, gazeteler, arşivler sokaklara dökülür, parça parça edilir. Bu arada Tünel’de sol neşriyata ait kitaplar satan Berrak Kitapevi de tahrip edilerek ticaret hayatından silinir.

Tekin Erer, yazısına şu anekdotu da ilave der:

“O zaman bazı bakkal ve mağazaların ismi ‘Tan’ levhasını taşıyordu. Bunlar Babıali’deki hadiseyi duyar duymaz levhalarını indirmişler veya kazımışlardı. Karaköy’deki Tan Mezecisi sahibi Petro buna fırsat bulamadığı için baştaki ‘T’ harfinin üzerine yağlı boya ile ‘C’ harfini yazmış, böylece ‘Tan Mezecisi,’ ‘Can Mezecisi’ olmuştu.”

*

Güruh daha sonra Taksim’deki anıta yürür, oraya ellerindeki çerçeveli İnönü ve Atatürk fotoğraflarını bırakıp gazetelere “teşekkür ziyaretlerine” giderler. Hemen hemen bütün gazeteler, “faşist güruhun” bu şanlı zaferini büyük bir memnuniyetle karşılar, onları alkışlarlar.

Sabah saatlerinde Tan’ı basmaya gittiklerinde beraberinde kırmızı boya da götürmüşlerdi. Yakalarlarsa eğer özellikle Sabiha Sertel’i çırılçıplak soyacak, kırmızıya boyayacak, o halde İstanbul sokaklarında dolaştırarak o “Kızıl Komünist”i ahaliye teşhir edeceklerdi.

*

Felaketi an be an annesini evinde telefonla haber alan Sabiha-Zekeriya Sertel çifti “işlerini bitiren güruhun” vapura binerek evlerine doğru Kadıköy’e gelmekte oldukları haberini alır. Gün boyunca olup bitenleri birkaç kez İstanbul Valisi Lütfü Kırdar’a bildirdiği halde her defasında validen “Merak etme, matbaanın etrafını polis kuvvetleriyle kuşattım” cevabını alan Zekeriya Bey, vapur dolusu gözü dönmüş bir eşkıya kalabalığının kendilerine doğru gelmekte olduğunu tekrar valiye bildirince Vali Kırdar bu kez, “Merak etme, olan oldu. Fakat hayatın güven altındadır. Gençlerin bindiği vapurun Kadıköy’e uğramadan Adalar’a gitmesini emrettim. Sizin için tehlike yoktur. Ama evdeyseniz yine de evde kalmayın, ihtiyaten başka bir eve gidin,” der. Onlar da bunun üzerine arkadaşları Vala Nurettin’in (Va-Nu) evine gider, günlerce oradan çıkmazlar.

Vapuru Adalar’a göndereceğine, vapurdakileri karakola çekmek Vali Lütfü Kıdar’ın aklına gelmez herhalde.

*

Ayla Acar’ın “Basında ‘Tan Olayı’-4 Aralık 1945” başlıklı makalesine göre, 5 Aralık 1945 günü Babıali’de bütün gazeteler benzer manşetlerle çıkar.

Gençliğin eylemi ‘vakarlı’, ‘haklı’, ‘heyecanlı’ ve ‘gurur verici’dir gazetelere göre!

İstisnasız hemen hemen bütün köşe yazarları Necmeddin Sadak’tan Cihad Baban’a, Falih Rıfkı Atay’dan Ahmet Emin Yalman’a, Nadir Nadi’den Etem İzzet Benice’ye, Orhan Seyfi Orhon’dan Refii Cevat Ulunay’a, Selim Ragıp Emeç’ten, Peyami Safa’ya, Asım Us’tan Ziyad Ebüzziya’ya kadar alayı ağızbirliği etmişçesine, Türk gençliğinin bu şanlı zaferini kutlayan birbirinden muhteşem yazılar yazarlar.

*

Olaylardan sonra hükümet suçluları bulmakta gecikmez. CHP’ye göre bütün bu olup bitenlerin tek bir müsebbibi vardır o da karı koca Serteller’dir. Sabiha ve Zekeriya Sertel derdest edilerek derhal mahkemeye çıkartılıp tutuklanırlar.

*

Üç sene sonra, 5 Şubat 1948’de, Mehmet Ali Aybar’ın bir sene önce İzmir’de çıkardığı, Orhan Veli, Oktay Rifat, Sabahattin Ali, Cami Baykurt, Aziz Nesin, Zekeriya Sertel, Behice Boran gibi yazarların yazılar yazdığı, tıpkı “Tan baskınında” olduğu gibi “Kahrolsun komünizm” sloganı eşliğinde kalabalık bir grubun saldırısına uğrayarak tahrip edilen, bunun üzerine İstanbul’a taşınıp yayın hayatını burada sürdüren “Zincirli Hürriyet” gazetesinde yazdığı yazıda Aziz Nesin, “gazete baskınlarından” mülhem “Türk faşistlerine” şöyle hitap eder:

“Ey Türk faşisti!

Birinci vazifen Türk matbaalarını yıkmak, makinelerini ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara saldırmaktır. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli, gazeteleri çamurlara serip üzerlerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir. Bu temel, partinin hazinesidir.

Bigün nümayiş yapmak için emir alırsan, bütün polisleri yanı başında bulacaksın.Meydanlarda kitaplarını yaktığın namuslu insanlar, bütün dünyada eşi benzeri görülmemiş biçimde işkenceye uğratılabilir. Emniyet müdürlüğümüzde dövülebilirler. Demir Ahmet tarafından sövülebilirler. Bütün malları mülkleri zapt edilmiş, matbaaları yıkılmış, gazeteleri kapatılmış, evleri başlarına indirilmiş, çoluk çocukları dağıtılmış, evleri işgal, kendileri perişan edilmiş olabilir.Bütün bu şartlardan daha elim olmak üzere, Amerika’dan borç dahi alınabilir. Hatta bu borç alınan paralar ziyafetlerde yenilebilir.

Ey faşist yumurcakları!

İşte bu ahval ve şerait içinde dahi bütün bu yapılanları kâfi görmeden vazifen matbaaları yıkmak, makineleri kırmak, namuslu yurtseverleri parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta, sopa, demir çubuklar, Halk Partisi’nin ambarlarında mevcuttur.”

*

Hüseyin Cahit Yalçın mı? İstiklal Mahkemesi’nde yargılanırken “Beni sağır bir kin takip ediyor” dediği İsmet Paşa, Atatürk ölünce onu siyasete davet etti, milletvekilliği on yıl sürdü, bir ara CHP Grup Başkanvekilliği yaptı, mebusluğunda bir kez bile olsun seçim bölgesine gitmediği söylenir.

*

Kaynaklar:

Sabiha Sertel, “Roman Gibi”, Belge Yayınları

Zekeriya Sertel, “Hatırladıklarım”, Can Yayınları

Hüseyin Cahit Yalçın, “Siyasi Anılar”, İş Kültür Yayınları

Ayla Acar, “Basında ‘Tan Olayı’-4 aralık 1945”, DergiPark

Samet Ağaoğlu, “Babamın Arkadaşları”, İletişim Yayınları

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar