Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Medyanın çok yakın tarihi
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Medyanın geleceği üzerine düşünmek için 2012 yılında olunacak en iyi yer New York’tu. Hemen herkesin gündemi aynıydı: Teknoloji devrimi geldi, gelecek sosyal medyada ve New York Times yakında batacak. Dünyanın en prestijli gazetesi Port Authority otobüs terminalinin karşısındaki görkemli binasının parasını karşılayamıyor, Meksikalı milyarder Carlos Slim’den borç almak zorunda kalıyor ve durmadan adam (ve kadın) atıyordu. Bu arada Arianna Huffington, Nick Denton, Jonah Peretti, Kenneth Lerer, Choire Sicha, Peter Thiel ve Ben Smith gibi isimleri bilmemek bir dine inanıp peygamberini tanımamak gibiydi. Editör ve yatırımcı olarak yeni medyanın geleceğinin anahtarını onlar ellerinde tutuyor gibi gözüküyorlardı ve hepimiz iki dudaklarının arasından çıkacak sihirli formülü arıyorduk.

        Columbia Journalism School’un The Guardian kökenli profesörü Emily Bell akademide gazeteciliğin kökeni üzerine belki de en yetkin isimdi. O sene açtığı “Future of journalism” dersine ilk yazılanlardan biriydim ve her hafta ölmek üzere olan bir meslek gibi görünen gazetecilikte yeni ne yapabileceğimizi gelen konuklarla tartışıyorduk. New York’taki kare astan biriydi Bell; diğer üçü Jay Rosen, Clay Shirky ve Jeff Jarvis’di. Dijital medyanın yöneticileri ve sahipleri sık sık onlara akıl danışıyordu. Tam o aralar New York Magazine’de Frank Rich uzun bir yazı yazarak medyanın geleceğini inceledi; diyorum ya herkes ama herkes kafayı bu konuya takmış gibiydi. 10 sayfalık makalenin sonunda Rich’in vardığı sonuç “herkesin bir şeyler denediği ama hiç kimsenin sihirli formülü henüz bulmadığıydı.”

        “Pivot to video,” “data visualization,” “gamification,” gibi kavramlar hayatımıza girmiş, gazeteciler kod yazmayı, video montajlamayı ve her bin tık karşılığında kazanılacak gelir adına okura gel-gel yapacak başlık atmayı öğreniyordu: “Kadının başına şunlar geldi, bundan sonra olanlara inanamayacaksınız.”

        Ben ve arkadaşlarım derslerde çaktırmadan BuzzFeed sitesinin saçma sapan anketlerini çözüyor, birbirimize “listicle”denilen alt alta maddelerden oluşan boş içerikli ama komik yazıları gönderiyor ve bazen gözümüzden yaş gelene kadar gülüyorduk.

        Columbia’nın okulu tanıtmak için düzenlediği panellerden birinde yeni mezun bir genç hem Facebook’tan hem de New York Times’dan iş teklifi aldığını ama tercihini teknoloji firmasından yana kullandığını böbürlenerek anlatıyordu: “Bir şirket işe alırken bir diğeri işten adam çıkarıyorsa tercih belli.” O dönem BuzzFeed, Gawker ya da HuffPo’da çalışmak ayakta kalmakta zorlanan, dijital dönüşümü bir türlü tamamlayamayan geleneksel medya kuruluşlarına kıyasla çok daha cazipti.

        TÜRKİYE’DEKİ MANZARA

        Aynı yıl İstanbul’da Hürriyet gazetesinin yönetim kurulu başkanı Vuslat Doğan Sabancı da yeni ev satın aldığı New York’a sık sık giderek gelişmeleri takip ediyor, Arthur Sulzberger gibi isimlerle toplantı yaparak elindeki markayı nasıl yeni çağa hazırlayacağını düşünüyordu. Habertürk de—sonradan bu konuda kitap yazacak olan—Serdar Turgut’u görevlendirmiş, o da Washington Post gibi gazeteleri ziyaret ederek dijitale geçişi anlamaya çalışıyor ve yönetime rapor hazırlıyordu.

        Hürriyet o sene “convergence” (birleşme) teması altında bir kampanya düzenlemiş, gazete, İnternet sitesi, video arasındaki duvarların ayrılıp içeriğin ön plana çıkacağı bir yol çizmişti. Solcu akademisyenler daha sonra Amerikan medyası çıkışlı “convergence” stratejisinin bir emek sömürüsü olduğunu, patronlarının eskiden birkaç kişiye yaptırdıkları işleri tek bir kişiye yükleyerek gazetecilerin hem etinden hem sütünden faydalanmalarına süslü kılıf uydurduklarını yazacaktı. Ancak kısa sürede, özellikle akıllı telefonların yaygınlaşmasıyla “İsviçre çakısı gazeteciler” denilen çok işlevli muhabirler sektörde standart oldu. Uzun yıllardır yazı işlerine uğramayan “bu satırların yazarı” da fotoğraf çekmeyi, en basitinden montaj yapmayı ve birinci sınıf seviyesinde kod okuryazarlığını öğrenmek zorunda hissetti kendisini. SEO ve CPM nedir bilmeyene bütün kapılar kapalıydı zaten.

        2012’de büyük değişim beklentisinin Türkiye’de nasıl sonuçlandığı az-çok ortada. O geçiş ya da sihirli formül her neyse siyasi sebepler, telif hakları yasasının bir türlü oturmaması, İnternet’teki içerik hırsızlığının önüne geçilmemesi gibi sebeplerle bir türlü hayata geçmedi. Hala paralı abonelik sistemi bile oturmadı. Bugün Hürriyet diye bir gazete “de facto” yok ve Vuslat Doğan Sabancı da artık medya patronu değil, yola sonradan çıkmasına rağmen çok hızlı ilerleyen bir çağdaş heykel sanatçısı.

        BÜYÜK TIK SAVAŞI

        New York medyasında da gelişmeler 2012 yılındaki fütürist gazetecilerin öngördüğü gibi gelişmedi. BuzzFeed’in yayın yönetmenliğini, New York Times’ın medya yazarlığını yapan Ben Smith kısa süre önce yayımlanan “Traffic: Genius, Rivalry, and Delusion in the Billion-Dollar Race to Go Viral” kitabında o çılgın dönemi anlatıyor.

        Bir olayın üzerinden en az 10 sene geçtiyse tarih olduğu akademide yaygın kabul görür. Dijital çağda zaman çok daha hızlı ilerlediğinden 2012’deki yarışın tarih olduğuna inanmak hakikaten zor. İşin daha da ilginci, o dönemde bu konulara kafa yoran biri “Traffic”in sayfalarında dolaşırken adeta kendi tanık olduğu bir dönemin de tarihin yazıldığını görüyor. Sadece bilgisayar ekranından gelişmeleri takip eden biri bile aktörleri, mekanları ve medya savaşını ön sıradan izlemiştir. Yolu New York’a düşenler de bu isimlerin bir kısmıyla ya bir yerde rastlayıp sohbet etmiştir ya da bir mekanda görmüştür. Evet, Balthazar’da kocasıyla yemek yiyen Gawker kurucusu Nick Denton.

        Ben Smith’in kitabı sahnenin tam ortasından, aktörlerle teker teker konuşularak, kendi tanıklığı da katılmış bir resmi tarih aslında. “Traffic” tık yarışı için dijital medyanın farklı stratejiler geliştirdiğini, enerjisini çoğunlukla önce Google sonra da sosyal medya algoritmasını çözmekle uğraştığını anlatıyor. Tık alan medya şirketinin değerlemesi yükseliyor, NBC ve Disney gibi devler kendi geleceklerini kurtarmak için BuzzFeed gibi siteleri milyarlarca dolara almak için girişimde bulunuyordu.

        Tık almanın bir yolu seks kasetleri ve ünlülerin sızan penis fotoğraflarını yayınlamaktı. ABD Anayasası’nın ifade özgürlüğünü koruyan ek maddesinin sınırlarını zorlayarak geleneksel medyanın cüret edemeyeceği haberleri yaptılar. Bütün bunlar tık, sonunda da yatırım getirdi. Testler, anketler, oyunlar, kedi video’larıyla beraber.

        DİJİTAL MEDYAYA OBAMA ETKİSİ

        Ben Smith dijital medyanın asıl şahlanışını ise siyasi figürlere bağlıyor. Amerika’da da medyanın geleceğinin siyasetten bağımsız olmadığının bir kanıtı olarak da okunabilir bu. Ancak o dönem özellikle Barack Obama’nın yükselmesi, İnternet ortamında Obama’yla dair haberlerin ilgi çekmesi, paylaşılması pek çok sitenin medya stratejisini de belirledi. Obama haberi yapanın trafiği artıyordu. Sonradaki yıllarda da trafik Hillary Clinton nefretine ve Donald Trump’ın yükselişiyle geldi ama pastayı başkaları paylaşıyordu artık.

        Obama’yı kahramanlaştıran çevrimiçi genç liberaller gibi aşırı sağ da kendini hiç göstermeden, alttan alta İnternet’te örgütlendi. Trump’ın ortaya çıkmasıyla birlikte trafiği artan Breitbart gibi daha önce duyulmamış sitelerin trafiği patladı. Yalan haber ve komplo teorisiyle de trafik artışı olduğu anlaşılınca Makedonya gibi ülkelerden çocuklar tık karşılığında dolar kazanmak için İnternet’i kirletti.

        SEKS KASEDİ VE İFLAS

        Seks video’ları, provokatif başlıklar, penis fotoğrafları ve dolaptan çıkaran özel haberlerle başarı sağlayan dijital medyanın yaramaz çocukları da zamanla duruldu. Ancak ironik bir şekilde Gawker’ın sonunu getiren de bir seks kaseti oldu.

        Güreşçi Hulk Hogan’ın seks video’su tepki çekse de unutulabilirdi. Ancak kendisinin eşcinsel olduğunu haber yapan Gawker’a karşı kin besleyen muhafazakar milyarder Peter Thiel siteyi devirecek bir fırsat kolluyordu. Hogan’ın mahkeme masraflarını üstlenerek basın özgürlüğü değil mahremiyet ihlalinden dava açarak Gawker’ı iflasa zorladı.

        Ariana Huffington ise adını taşıyan sitedeki hisselerini devretti—artık HuffPost olarak anılıyor—ve kendisini insanları kaliteli uykuya adadı. Tık avcısı başlıkların mucidi Upworthy kısa sürede yok oldu, Laurene Powell Jobs milyonlar akıttığı Ozy’den yatırımlarını kesti, BuzzFeed bir türlü yatırımcıları tatmine edecek karlılığa geçemedi ve haber bölümünü yok etti, Vice ise battı denebilir.

        Daha 10 sene önce insanın çalışmak için can attığı kurumların birçoğu bugün yok. İşin ironisi dijital medyada başarılı örnek olarak bugün New York Times ve Washington Post gösteriliyor. Yok olmasına kesin gözüyle bakılan bu abidevi kurumlar paralı aboneliğe geçerek, yemek tariflerinden bulmacaya farklı küçük bölümlere yatırım yaparak genişledi ve rakiplerini yuttu. Dijital medyanın pek çok star’ını da bünyesine kattı ve bilançoda karlılığa geçti. New York Times’da ortalama bir muhabirin maaşı yıllık 100 bin doları geçti yakın zamanda. 2012’de burada zar zor iş bulanların gazeteden aldıkları maaşla New York’ta yaşamaları mümkün değildi.

        RÜZGARI ISKALAMAK

        Aslında yeni İnternet sitelerinin yok olmasıyla geleneksel kurumların ayakta kalmaları da siyasetle ilgili. Huffington Post sonraki yıllarda yeni bir Obama bulamadı. Ben Smith yaptıkları bir görüşmede Trump’ın danışmanı ve Breitbart’ın başındaki Steve Bannon’ın neden BuzzFeed’in Bernie Sanders’ın peşine takılmadığını sorduğunu yazıyor. Trump aşırı sağ için trafik demekse Bernie de sol için aynısıydı. Bunu ıskaladılar.

        Times ve Post ise Trump yıllarını herkese mesafeli gazetecilikten Trump karşıtı muhalif yayın organına dönüşerek geçirdi. Bu oyun her yerde hep böyle oynanır, medya siyasetten bağımsız düşünülemez. Başarıya ulaşan rüzgarı yakalan ve zamanın ruhunu okuyandır.

        Ucuz bir magazin gazetesi olarak yayın hayatına başlayan Sabah’ın önemli bir marka olmasının nedeni Özal ve Özallı yılların yarattığı liberal değerlerin sözcüsü olmasıydı. Tıpkı tek varlığı Erdoğan karşıtlığı olan Halk TV veya Sözcü gibi ABD’de de düzenli olarak Trump’a saldırmak kutuplaşmış toplumda iki gazetenin abone sayısını artırdı. Bu tarz yayıncılığın kutuplaşmaya daha fazla katkı yapıp yapmadığı tartışılır, ancak kesin olan gerçek New York Times’ın adeta mezardan kalkarak medyanın hakimi olduğu.

        Son 10 yılın dünya medyasındaki kısa özeti böyle gelişti. Türk medyasında pek azımızın bu konuları tartışmaya ya da geleceği planlamaya vakti oldu, çünkü başka önceliklerimiz vardı. En başta da ayakta kalma mücadelesi verdik, veriyoruz. O yüzden de sadece uzaktan onlar böyle yapmış, bizde böyle oldu diye bakarak başkalarının hikayelerini izliyoruz.