Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Tohum ekilmezse, masal anlatılmazsa ölür’ / Gülenay Börekçi'nin yazısı

        Gülenay BÖREKÇİ / GAZETE HABERTÜRK- PAZAR

        Rüzgar Yolgezen ve ortağı Filiz’i hatırlayacaksınız, Avrupa’yı bisikletle, üstelik beş parasız dolaştıktan sonra memlekete dönmüş ve Bisikletli Sahaf adıyla kendilerine müthiş bir iş kurmuşlardı. (Aslında yolda karşılaşmış ve birbirlerine âşık olmuşlardı.) Bisikletle kitap alıp satma işi, bu çok tatlı çifti bir süre oyaladı ama sonra yeniden yollara düşmek istediler. Şimdi bir yandan unutulmuş masalları derliyor, bir yandan da artık hiçbir yerde yetişmiyor sanılan bitkilerin tohumlarını arıyorlar. Yine pek paraları yok ama bu defa hazırlıklılar. Sahaflık günlerinden kalan üç beş kuruş var yanlarında. Bir de Filiz’in kışın yaptığı takıları satıyorlar semt pazarlarında. Ve ne yaşarlarsa yaşasınlar, öğreniyor ve çok eğleniyorlar! İşte ikilinin çıktıkları yeni maceraya dair anlattıkları...

        ‘MARKET ÇÖPLERİNİ GERİ DÖNÜŞTÜRÜYORUZ’

        Bir süredir bisikletle Anadolu’yu geziyorsunuz, amacınız ne?

        Yağmurlu bir günde bisikletlerimize atlayıp İstanbul’dan yola çıktık. Öncelikli amacımız kendimizi ve birbirimizi tanımak üzere yolda olmaktı. Şimdi 9 ay boyunca dağlar aşarak, ıslanarak, üşüyerek veya sıcaktan bitkin düşerek köy köy dolaşacağız. Yerel tohum takası yapmak, unutulmaya yüz tutmuş masalları dinlemek istiyoruz, çünkü inanıyoruz ki tohum ekilmezse, masal anlatılmazsa ölür. n Nereleri dolaşacaksınız? İstanbul’dan başladığımız yolculuğumuzun ikinci ayını tamamladık. Trakya Bölgesi’ni geçerek Ege’ye, oradan da Akdeniz’e indik. Buradan Güneydoğu, Doğu ve Karadeniz Bölgeleri’ni geçerek turumuzu yine İstanbul’da bitirmeyi planlıyoruz. İran, Gürcistan hatta Türkmenistan ve Kazakistan da çağırıyor bizi. Belki uzatırız yolculuğu.

        Toplam kaç kilometre yapmış olacaksınız?

        Kilometre ölçmüyoruz ama Google 10 bin kilometre diyor. n Yönteminiz aynı mı, yine hiç para harcamadan mı dolaşıyorsunuz? Avrupa turundaki kadar beş parasız değiliz. Yine paramız yok ama bu sefer biz de bir şeyler üretmiş olarak yoldayız. Filiz, kışın İstanbul’da takı yapmıştı, yemek ve su karşılığında insanlara onları verebiliyoruz. Ayrıca zaman zaman tezgâh açıp yaptığımız takıları satıyoruz. Bazen de fırınlara, pastanelere, lokantalara bayat yemekleri olup olmadığını soruyor ve market çöplerini geri dönüştürüyoruz. Avrupa’daki kadar ihtişamlı yiyecekler yok belki ama burada da minik bir çürüğü dahi olsa meyve ve sebzeleri çöpe atıyorlar, çünkü sistem böyle işliyor. Biz de sistemin bu dezavantajını lehimize kullanıyoruz. Hiçbir şey bulamazsak, yol kenarındaki meyve ağaçlarıyla doyuruyoruz karnımızı.

        Çadırda kalmak, hiç tanımadığınız insanların evine misafir olmak... Ya başımıza bir iş gelirse demiyor musunuz?

        Korkmayı değil, gözümüzü dört açmayı seçtik. Korku insanı eylemsizliğe sürüklüyor ve görünüşte insanı güvende tutan konfor bariyerleri birer kafese dönüşüyor. Hem belki İstanbul’da yaşıyor olmak bu yolculuktan daha tehlikelidir. Önceden haberleştiğimiz birinin yanına gitmiyorsak, konaklamamıza uygun yerleri ve kişileri akıllıca seçiyoruz ve zarar görmek bir yana yabancıların inanılmaz nezaketiyle karşılaşıyoruz. Neticede her gün farklı yerlerde uyanmak ve yeni insanlarla tanışmak bir yerden sonra yoldaki insan için sıradanlaşmaya başlıyor. O zaman da korkmak yerine insanlara güvenmeyi öğreniyorsunuz.

        Niçin tohum dağıtıyorsunuz, oradaki insanlarda yok mu?

        Birçok üretici atalık tohumları çoktan terk etmiş. Sebebi, endüstriyel tohumlardan daha az verimli olmaları, yani daha az para kazandırmaları. Pembe domates veya Edirne karpuzu gibi türler yok olma tehlikesinde. Üreticiler verimi artırmak adına “Kimyasal gübre” dedikleri ilaçlar kullanıyorlar. Böylece hem doğaya zarar veriyorlar hem de farkında olmadan zehirli gıdalar üretiyorlar. Arılar için Einstein’a atfedilmiş bir söz vardır, “Yok olurlarsa, insanlık da yok olur” demiş. Arıların yok oluşu tarım ilaçlarıyla çok daha hızlanmış durumda. Firmaların yüksek verim vaadiyle sattığı kısır hibrit tohumlar da biyolojik zenginliğin yok olmasına sebep oluyor. İşte biz, bu yok edici tarım anlayışı ve pratiğine karşı bir duruş sergilemek için tohum dağıtıyoruz. n

        İnsanların tepkileri ne oluyor?

        Zehirli ve lezzetsiz ürünlere mahkûm olmak istemeyen, “Nerede o eski domatesler” diye hayıflanan insanlar var. Bazıları da artık kendi yemeğini kendi üretmek istiyor ama elinde sağlıklı tohum yok. Bizden seçtikleri tohumları bahçelerine ekebiliyorlar. n Karşılığında ne istiyorsunuz? Tek beklentimiz ürün alınca, bir kısmını da tohuma bırakıp çevreyle paylaşması.

        ‘MASALLAR BİZİM ORTAK RÜYALARIMIZ’

        Gittiğiniz yerlerde yepyeni, daha önce bilmediğiniz tohumlara rastladınız mı?

        Evet. Elimizde 10 çeşit tohum vardı, 160 çeşit oldu. Ne tohumlar çıktı hem de! Çeşit çeşit domateslerimiz, kavun, kapuzlarımız, baklagillerimiz, mısırlarımız var. Çiçek tohumlarımız da var elbette. En ilginçleri susuz, yani çok az suyla yetişen bir domates türü ve 3 kiloluk meyve veren topan patlıcan.

        Peki ya masallar? Onlar ne işe yarıyor sizce, varoluş amaçları ne?

        Masallar sözlü kültür aktarımının en güçlü unsurlarından ve harika bir eğlenme aracı. Tüm insanlığın ortaklaşa gördüğü rüyalar bir bakıma... Dinleyenleri yolculuğa davet eden rüyalar... Dinleyen de cesareti varsa, atlıyor masalın sırtına ve bir yolculuğa çıkıyor. Sonunda da elinde tüm insanlığın bilgelik kaynaklarından fışkırmış bir iksirle geri dönüyor ve bu iksirle çevresindeki hastaları iyileştiriyor. n

        Joseph Campbell’ın teorisindeki gibi...

        Gittiğin yolculuktan bir iksirle dönmek önemli. Çünkü hayat kendini devam ettirmeli, rüyalar tekrarlanmalı ve iyilik eskiden yeniye hep aktarılmalı. Geleneksel masal anlatımındaki yaşlı anlatıcı ve genç dinleyiciyi hatırlayın. Tabii uyumakta zorlanan çocuklara da faydası var. (Gülüyor.)

        Dinlediğiniz masalları kaydediyorsunuz. Onları daha sonra yazıya dökerek yayınlama ihtimaliniz var mı?

        Arşivlenmemiş masal kalmışsa, kayıt altına almış olmak istiyoruz. Yolculuğumuzun sonunda dinlediğimiz masalları hatta ses kayıtlarını bile paylaşacağız insanlarla.

        Geçenlerde bir röportaj yaptığım masal anlatıcısı Judith Malika Liberman, dünyada ve bizde yeni yeni çiçeklenen “masal anlatıcılığı hareketi”nden bahsetmişti.

        Masal bize doğamızı hatırlattığı için her dönemde ihtiyaç duyulan bir hazinedir aslında. İnsanların masalları yeniden keşfetmesi de günümüzde mistik olana duyulan ihtiyaçtan. Ve haklısınız, masal anlatıcılığı da gittikçe yaygınlaşıyor. kendi adımıza mutluyuz, yol boyunca yaşlıların yanı sıra pek çok genç anlatıcıdan da masal dinledik.

        Judith kendine “Masal hasatçısı” diyor, bu size yakın geliyor mu?

        Evet, biz de böyle diyebiliriz kendimiz için. Tohum ve masal topluyormuşuz gibi görünüyor ama asıl hedefimiz, bunlar etrafında insanlığın ortak duygularını ve değerlerini buluşturmak. Masalların ve tohumların bize göre birleştirici görevi var. Hem çocukken dinledikleri masalları hem de ikram ettikleri yiyeceklerin kaynağını bizimle paylaşmalarını istiyoruz insanlardan. Ama tabii içinde insanlığın ve doğanın gizemini barındıran bu ateş sadece iki kişiyle diri tutulacak bir şey değil. Biz masalları da, tohumları da hasat ediyoruz. Tabii her hasadımız sonraki ekim zamanı için daha çok tohum anlamına geliyor.

        BİR MASAL HASATÇISI ANLATIYOR

        Masal toplayanlar olduğu gibi masal anlatanlar da var. Bunlardan biri, Doğan Novus etiketiyle çıkan “Masal-Terapi”nin yazarı Judith Malika Liberman. “Son 10 yılda hayatımıza giren akıllı teknoloji, iletişim şeklimizi çok değiştirdi” diyor. “Yüz yüze daha az vakit geçiriyor, yazarken kısa cümleler kuruyoruz. Minimum bilgi alışverişi seviyesinde bir iletişim bu, hiçbir şey hissettirmiyor. Tehlikeli de. Halbuki yüz yüze, göz göze konuşurken sadece bilgi iletmiyor, birbirimizle bağ kuruyoruz. Neyse ki masal anlatmanın önemi yeniden keşfedildi.” Liberman “Masal-Terapi”yi neden yazdığını şöyle anlatıyor: “Bu kitabı okuyana bir dost, bir pusula olsun, karar vermesine, karanlıkta yolunu bulmasına yardım etsin diye yazdım. İnsan bazen hayatta yolunu kaybeder ve bir dost tavsiyesine ihtiyaç duyar ya, işte öyle zamanlarda kitaptan rastgele bir sayfa açın ve karşınıza çıkan ilk masalın mesajını okuyun; sorduğu soruları cevaplayın; alıştırmalarını yapın. Yolunuzun aydınlandığını göreceksiniz.”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ