Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Basit isteklerim var. Sessizlik, kalabalıktan uzak olmak, mutsuz olduğumda gün ışığı alarak şarj olmak, yorgun olduğumda kendimi tabiatın dinginliğine bırakmak, iyi yemekler yemek, çocuğumun sağlıkla büyüdüğünü görmek, olduğum gibi sevildiğim bir ortamda yaşamak, kabul edilmek istiyorum...

        Ben, diyorum ama aslında kocaman bir “biz” saklı bu benin içinde. Sağımda solumda, günümde, kalbimde olan insanların genel istekleri bunlar. Hepsinin adına konuşmakta beis görmüyorum. Hakkım var.

        Basit” dediğim bu isteklere, yaşadığım şehirde ulaşmak mümkün değil. Ne garip. 20 milyon kişinin yaşadığı bu şehirde sessizlik de, kalabalıktan uzak olmak da, tabiata erişmek de ve hatta gerçek gıdaya ulaşmak da lüks.

        Sessizlik sadece pazar günleri, o da bir nebze mümkün. Diğer günlerde metalik sesler evimin, arabamın, ofisimin içine doluyor benim onayımı almadan. Her gün bir yerlerde bir apartman yıkılıyor (tak tuk tak tuk), bir temel kazılıyor (tatatatata), demir kesiliyor (ciyaaakkkk) gün boyunca... Gece olunca da evimin olduğu caddenin üstünden kulak yırtan motor öttürme sesleri (Evet, çok seviyorlar, ışıklarda durduktan sonra araçlarını bağırtarak harekete geçmeyi)... Kulak yorgunuyum.

        Sabahları 20 milyon kişiyle beraber işe gitmeye uğraşıyorum, akşamları ofisten erken çıkmaya çalışıyorum, aynı 20 milyon kişiden bir adım önde olabilmek, yolda geçireceğim süreyi bir gıdım kısaltabilmek için.

        Ne zaman şehirden dışarı çıksam ve hoşuma giden bir yerde bulsam kendimi dönüp bakıyorum, “Neyi sevdim burada?” diye... Cevap hep aynı oluyor: Ağaçları. Bir yeri güzel yapanın su ve ağaç olduğunu biliyorum. Çok özeniyorum yüzyıllık ağaçlara. Penceremden görünen beton deryasında, parmakla sayılacak azlıktaki ağaçlara bakıp iç çekiyorum.

        Gerçek gıdaya ulaşmak, gerçek bir arbede konusu. Parlak kirazlar, tatsız çilekler, içinde hiç yararlı bakteri kalmamış UHT sütlerden öteye biraz gidip temiz bir toprakta, böcek ilacına bulanmadan yetiştirilmiş gıda bulmak için ciddi bir mesai harcıyorum. Vardığım yer, hedeflediğimin anca yarısı oluyor...

        Bu sene çok seyahat ettim. Kıtalararası, ülkelerarası, şehirlerarası... Ne zaman yaşadığım yerden çıksam ve kendimi başka bir yerde bulsam hız problemi yaşıyorum. Her şey çok hızlı olmalı diye kodlanmış beynim, her an yetişilecek bir yer, aşılacak bir engel, atlatılacak kalabalıklar var diye kodlanmış, bu yetişme hissiyatı benim kolum gibi, gözüm gibi bir parçam olmuş; ancak dışına çıktığımda algılıyorum. Mücadele etmek, zamanla yarışmak, engeller atlamak yaşamımın içine öylesine sızmış ki gittiğim yerlerde sakinliğe, kolaylığa adapte olmakta zorlanıyorum...

        “Git o zaman başka yerde yaşa” diyeceksiniz biliyorum. Çözüm bu mu? Bu tempo, bu toz duman, bu mekanik gürültüler bir tek benim sorunum mu? Ben uzaklaştığımda biter mi? Binalar yıkılırken etrafa saçılan asbest bir tek benim ciğerlerime mi zararlı? Metrobüse binmek için sağlı sollu omuz atanlardan rahatsız olan ben miyim sadece? Öyle olmadığını biliyorum.

        Mızırdanma değil bu söylediklerim, işaret etme, dikkat çekmek isteme... Bir kaosun içinde yaşaya yaşaya konforun ne demek olduğunu unutmuş olabileceğimizi düşündüğüm için; belki daha çok insan aslında çok basit, çok temel olan bu taleplerini hatırlarsa iyileşme başlayabilir diye düşündüğüm için yazıyorum.

        Diğer Yazılar